HAYATI
anlamlandırma ya da hayatta anlam arama gayreti bir ihtiyaçtır. Bu ihtiyacı
karşılayabilenler hayata sıkı sıkıya tutunurlar.
Bu ihtiyacı karşılayamayanlar ise türlü açmazlar ve
çelişkiler yumağı içerisinde anlarını ve zamanlarını heba ederler.
Bazıları da anlamsızlaştığını düşündüğü hayatı terk etmeyi
düşünürler.
Anlam ihtiyacını kimi nesneler, kimi ise daha soyut şeyler
üzerinden gidermeye çalışır. Aşk, para, aile, ideoloji gibi…
Bu hafta, intihar ve aile olgusu ile örtük olarak aşkı işleyen
bir filme değineceğim.
Before I Disappear (Ben Kaybolmadan Önce) adını taşıyan film,
ABD ve İngiltere ortak yapımı bir film.
Filmin yönetmen, senaryo ve başrol koltuğunda Shawn
Christensen oturuyor. Film, yönetmenin Oscar Ödüllü kısa filmi olan Curfew’in
uzun hâli...
Kötü bir aile ortamında yetişen Richie (Shawn Christensen), sevdiği kızı yitirdikten sonra yaşama amacını kaybederek intihar etmek ister. Ama intiharı gerçekleştiremeden telefonu çalar. Telefondaki ses, yıllardır görmediği kız kardeşine aittir. Kız kardeşi, Richie’den kızını okuldan almasını ister.
Film, hayatı anlamlandıran ve yaşama sevincini diri tutan
şeylerin aslında hayatın kendisi olduğu ve bunların kaybedilmesiyle hayatın
anlamsızlığı üzerinde fazlasıyla duruyor. İnsanın sevdiklerinin hayatı anlamlandıran
asıl şeyler olduğu gerçeğini Richie’in hikâyesi üzerinden anlatan filmde,
ailenin değeri ve aile bağları üzerine çok fazla anlatı var.
Filmde sorunlu bir ailede yetişen kişilerin nasıl sorunlar
yaşayabileceklerine dair birçok hikâye var. Ama bu anlatılar insanın gözünü
kanatacak şekilde dramatize edilmeden veriliyor. Bu da bence filmin başarısına
ayrı bir tat katıyor.
İntihar olgusu üzerine de eğilen filmde, hayata tutunabilecek
nedenleri olmayanların intihara eğilimli oldukları çok güzel bir şekilde
işleniyor.
Filmde ardalan bilgisini bulup çıkarmak izleyiciye
bırakılmış. Bu nedenle filmi izlerken hikâyede boşluklar olduğu hissiyatına
kapılabilirsiniz. Ama film ilerledikçe hikâyedeki ardalan bilgisi netleşmeye
başlıyor.
Ardalan bilgisi netleşince, hikâyenin bütünlüğü ve derinliği
ortaya çıkmaya başlıyor.
Filmde çok üst düzey oyunculuklar sergilenmese de hikâyedeki
anlatının her geçen dakika güçlenen yanı, sizi filme bağlamaya yetiyor.
Oyunculukların geneli vasat olsa da filmin çocuk yıldızı
Sophie (Fatima Ptacek), fazlasıyla iyi bir oyunculuk çıkarmış.
Filmin alt metninde aşk üzerinde de durulmuş…
Filmin ta başından beri yazılan bir mektup var. Ve mektup
zaman zaman yazılmaya devam ediyor. Mektubun bir türlü sonu gelmiyor. Mektup,
filmin sonunda yakılıp yeniden yazılıyor. Ama bu sefer uzun uzadıya cümleler
yok. Sadece iki cümleden oluşuyor. Bu iki cümleyi ise, aslında mektubu kaleme
almış olan Richie değil, küçük kahramanımız Sophie yazıyor. Filmde buna dair
şahane bir diyalog var. Şimdi bu detayı yazıp büyüyü bozmak istemiyorum. O
nedenle bu düğümü sizin çözmeniz için sadece küçük bir ipucuyla
yetiniyorum.
İyi seyirler…