EKONOMİ, yazıldığı gibi
okunamayan bir dil. Ne yazıldığı gibi okumak mümkün, ne de tek bir tercümesini
bulmak… Her okuyan farklı çeviriyor bu akıl almaz dili. Bize de en çok hoşumuza
gideni alıp kullanmak düşüyor tabiî.
Ama
dünyanın ağaları kendi kafalarına göre bir sistem kurmuşlar, o sisteme göre
sıralama yapıp duruyorlar.
Bir
vatandaş olarak ekonomiden beklentiniz ne olabilir?
Benim
en büyük beklentim satın alma gücümün yükselmesidir meselâ…
Nedir
“satın alma gücü” dediğimiz?
Meselâ
bu ayki maaşımdan, geçen senenin aynı ayında aynı kalemlere yaptığım harcamaya
göre daha fazla para arttırabiliyorsam, bu benim alım gücümün arttığını
gösterir. Tersinde de alım gücüm düşmüş demektir. Ben vatandaş olarak buna
bakarım. “Paramı dolara çevirsem ABD’de
nasıl geçinirim, Riyal’e çevirsem Arabistan’da kaç deve alırım?” diye
düşünmem. Zira turistik gezileri bırakın bir yana, burada kazanıp burada
harcarım maaşımı.
Ama
beyefendiler nasıl yapıyor hesapları ve o hesaplardan nasıl sıralamalar çıkıyor,
bir bakalım…
Birincisi…
Ülkelerin yıl içerisindeki ekonomik hareketliliklerinin toplamı Amerikan doları
cinsinden hesaplanıyor ve ortaya gayri sâfi yurtiçi hâsıla (GSYİH) diye bir
garabet çıkıyor. Neden “garabet” diyorum? Zira bu veri kesinlikle satın alma
gücüyle alâkalı olmadığı gibi nüfusa orantılı bir bilgi de içermediği için,
nüfusu az olan ülkelerin sıralamaya girme şansını mucizelere bırakırken yüksek
nüfuslu ülkeleri otomatikman üst sıralara taşıyor.
İkincisi
de, satın alma gücü paritesi (SGP)… Bu hesaplama modeli de evlere şenlik!
Sistem diyor ki, “Kendi ülkende satın
alacağın bir grup mala ödediğin parayı dolara çevir, sonra git, o kadar dolarla
farklı ülkelerden aynı grup alışverişi yap. Ne kadar paran kalırsa o kadar
iyisin; ne kadar açığın kalırsa o kadar kötüsün!”.
Hâlbuki
dünya nüfusunun çok büyük ekseriyeti kendi ülkesinde kazandığını kendi
ülkesinde harcıyor. O hâlde bu sıralama neyin nesi? Bu, sadece ve sadece ABD doları
ile diğer ülke paraları arasındaki kur ilişkisini göstermeye yetmez mi?
Ama
dedik ya, ekonomi yazıldığı gibi okunan bir dil değil! Kim nasıl çevirirse öyle
okunuyor.
“İstanbul
çaycısı” diye tanıyabileceğiniz pek “tekin” olmayan emlâk ve petrol zengini bir
zat kalkmış, Hollanda ile Türkiye kıyaslaması yapmış. Neyse ki, Uganda
örneğinden vazgeçmiş kendileri. Demiş ki, “Hollanda’da
satın alma gücü Türkiye’dekinin üç misli”. Hâlbuki satın alma gücüne göre
GSYİH sıralamasında biz 13’üncü sırada iken Hollanda ilk 20’de değil.
CHP’nin
bile sırtını döndüğü ve tanımazdan geldiği tavukçu, “ince” bir hesap yapıp
Kanada’yı yakalamamız için iktidarın değişmesinin şart olduğunu yazmış aynı
gün. Hâlbuki az önceki sıralamada 17’nci Kanada’dan da öndeymişiz biz.
Evet,
Türkiye’de bin 500 TL kira ödeyen biri bu kirayı dolar olarak ödese 220 dolar
yapar. Ve 220 dolarını alıp Kanada’ya gitse bir oda belki tutabilir. Türkiye’de
ayda 5 kilo ete 350 TL yani 50 dolar ödeyen vatandaş, aynı eti Hollanda’da yese
yaklaşık 45 dolar ödeyecek. Ne tavukçu, ne de çaycı doğru örnekler verebildikleri
için Uganda örneğindeki kadar çuvallamışlar yine!
Bence
en doğru ekonomik gelişmişlik verileri, ihracat-ithalat rakamları arasındaki makasın
ihracat lehine açılması ve kişi başına düşen millî gelirin kendi ülkesindeki
alım gücünün yükselmesidir. Bunun dışındakiler vitrin süsü olmaktan öteye
geçmez. Siz siyaseten üstünlük kuramadığınız sürece de elde ettiğiniz hiçbir
sıralama sizi istediğiniz lige taşıyamaz.
2023’e
erişirken…
Buna
rağmen ülkemizi yönetenler ve tabiî ki Erdoğan da dünyada kabul görmüş bu
endekslere ve buna bağlı sıralamalara önem gösteriyor. AK Parti’nin 2023
hedeflerinden biri de dünyanın en büyük 10 ekonomisi içine girmemiz meselâ.
Mümkün mü? Elbette mümkün! Evet, zor bir hedef ama hedefler büyük olmazsa
ulaşmanın bir anlamı da kalmaz ki…
Şu
anda Erdoğan’ın ifadesiyle, “İlk 10
hedefine en yakın noktadayız”. Peki, hangi kategoride? GSYİH’de mi, yoksa
SGP’de mi?
Aslına
bakarsanız her iki sıralama için de daha çok çalışmamız gerekiyor. Pandemi
sürecinde tüm dünya ekonomileri küçülürken biz büyümüş olsaydık bir avantaj
sahibi olduğumuzu düşünebilirdik belki ama bizde de büyük bir kayıp yaşandı
ekonomik açıdan.
Dış
müdahalelerle zor bir dönem geçirmiş ve büyüme ivmesini kaybetmiş bir ülke
olarak tam toparlanma sürecinde yaşanan bu uluslararası kriz, önümüze bir set
daha koydu sanki. Ancak aylardır Erdoğan ve bakanların ısrarla söylediği gibi,
pandemi sonrası dünyanın değişen ekonomik dengelerini kendi lehimize çevirme
imkânını bulursak ne âlâ!
Bu
gayret ve hattâ ışık son günlerde daha fazla görünmeye başladı sanki.
Yatırımlarına hiç ara vermeden devam eden Hükûmet, özellikle Libya üzerinden
yürüttüğü Akdeniz siyaseti ile de umutlarımızı ayakta tutmaya devam ediyor. O
anlaşılmaz sıralamaların ilk onuna ambargo koymuş ülkelerin neredeyse tamamı,
Covid-19 sürecinde hastalıktan başka bir konuyla ilgilenememiş ve onu da
ellerine yüzlerine bulaştırmışken, Türkiye’nin sağlık sistemindeki başarısını
dünyanın dönmeye devam ettiği gerçeğiyle birleştirip yoluna devam etmesi önemli
bir fark olarak ortaya çıkıyor.
Açılan
hastaneler dünyanın parmak ısırdığı sistemin güçlenmesine, açılan barajlar
sulama ve enerji için daha kalıcı çözümler getirmeye, devlet arazilerinin
tarıma açılması ziraatın önünün daha da açılmasına vesîle oluyor. Libya’daki
varlığımızın getirdiği askerî başarı sonrası Libya Hükûmeti’nin yeraltı
zenginliklerini çalıştırmamız için bize güvenmesi de Akdeniz’de sondaj yapıp
kaynak arama çalışmalarımız da Rusya, Türkî devletler ve İran petrolü ve doğalgazının
Avrupa’ya naklini sağladığımız boru hatları sayesinde elimizde tuttuğumuz
enerji kavşağı tabelâsını ışıklandırıyor.
Bütün
bu umut vaat eden gelişmeler ne kadar sonuca ulaşır, hangi endekse etki eden
verileri yükseltir, ekonomik büyümemiz bundan sonra kimler tarafından
engellenmeye çalışılır, bu engelleme gayretleri nereye kadar tolere edilebilir
göreceğiz.
Süremiz
azalıyor: Son üç yıl!
Seçimden
önce gözle görülen başarılar gerekli bize. Erdoğan’ın AK Parti’si, arkasındaki
gücü kaybetmezse bunu başarabilecek güçte. Haydi hayırlısı!