Ben, Ferda ve Esra

O adam, öğretmen kostümü giymişti. Onun yaptığını bir anlamda anlayabilirdik; rolü gereği bize düşmandı zaten. Ya bize inanmak istemeyen Müdürümüz, kapıları kapatan öğretmenlerimiz? Biz 15 yaşında, bazı şeyleri idrak edebilmiş ve tepki koyabilmişken, yetişkin ve akılca bizden senelerce büyük olan Müslüman eğitimcilerimiz o günlerde bizi yalnız bıraktılar!

“ŞU pencerenin önünde bir fotoğraf çekilelim seninle. Fotoğrafımızı Esra çeksin. Aradan 10 yıl geçsin. Bir gün okula gelip yine aynı pencerenin önüne geçelim ve aynı pozu verelim. Belki o gün fotoğrafımızı Esra çekemez ama bir öğrenciden çekmesini isteyebiliriz, güzel bir hatıra olmaz mı?”

En yakın arkadaşım Ferda, hep bunu söylerdi. Gülerdim onun bu heyecanlı hâline. “Tamam, anlaştık!” derdim aynı heyecanla. Gülüşür, ardından başka şeylerden konuşmaya dalardık.

O okulda iki yıl okuduk Ferda’yla. İki yılın sonunda okuldan ayrılırken, ikimiz de o pencerenin önünde poz vermek istemiyorduk artık. Hattâ okuldan kaydımızı sildirir sildirmez bir daha uğramak istemediğimize karar vermiştik. Ne tuhaf!

Evet, bir gün bir şeyler oldu matematik dersinde ve olanlar yüzünden her zaman ertelediğimiz o fotoğraftan ve o pencereyi sevmekten vazgeçtik.

Okulun en iyi sınıflarındandık. O sene matematik hocamız değişmişti. Yeni gelen hocanınsa dersi iyi anlatmadığına dair tüm sınıf hemfikirdi. Ayrıca kaba bir adamdı; kız okuluyuz biz, sevemedik bir türlü kendisini. Alışamadık hoyratlığına. Bir de zaman zaman saman altından bize hakaret etmeye kalkışması yok muydu?! Sokakta gördüğü çirkin hâdiseleri bize, imam-hatipli gençliğe mâl etmeye kalkardı. Karşı çıkardık birkaç kişi. Ancak sadece birkaç kişi... Herkes susardı. “Şikâyet edelim okul idaresine” dediğimizde, “Hocaya terbiyesizlik etmeyelim kızlar” derlerdi. Fakat terbiyesizlik bir yana dursun, hocanın çirkin tutumlarını arasanız bizde bulamazdınız. Çünkü biz, onun kim olduğunu ve niçin böyle tavırlar takındığını çok iyi bilirdik. Ne yapmaya çalıştığını bildiğimiz için de, bilinçli antitezler sunardık ona. Onun gibi hırçınlaşmaz, yalnızca söylediklerine cevap verirdik. Bu, hocayı her zaman daha çok kızdırırdı, anlamıştık bunu. Bu yüzden sevmiyorduk yeni matematik hocasını.

Müslüman bir adam olduğunu bilirdik, imam-hatipte okuyorduk da bu kadar eziyeti bize niçin yapıyordu? Elbette bir gün bunu anladık.

2014-2015 sezonu... Kendisi “bizden” olmadığını söyledi. Bizden olmadığını söyleyenlerin o zamanki isimleri henüz “FETÖ” değildi. Herkes çekinirdi o zamanlar onlar hakkında bir fikri dile getirmeye, hattâ “Hocadır, yine de öyle konuşmamak lâzım, bakın onlar da ‘Müslümanım’ diyorlar” diyenler vardı o zâta ve birlikte olduğu katillere. Biz ise aramızda bolca tartışıyorduk bu mevzuları. O sisli dönemde tavrımız belliydi bizim; ben, Ferda ve Esra’nın…

Bir gün matematik dersinde hocanın bir soruyu çözmesinin ardından Ferda parmak kaldırdı, “Hocam, tekrar eder misiniz? Ben çözümü anlayamadım” dedi. Hocamız sinirlendi. Her zamanki ezici tavrıyla “Neden anlamıyorsunuz? Geri zekâlı mısınız siz?” dedi. Her şey çok hızlı yaşanmaya başlamıştı bu cümleden sonra. Kendini kaybetmiş gibiydi. Sinir hastasıymış, sonradan öğrendik bunu. Ferda’yı sınıftan kovdu. Ferda çıkmak istemediğini, yanlış bir şey yapmadığını anlatmaya çalıştı. Curcuna kopuverdi. Sesini yükseltti, Ferda’nın üstüne yürüdü. Sonunda onu sınıftan çıkartmıştı.

Koridordan Ferda’nın ağlama sesleri duyuluyordu. Tüm sınıf olanları dehşetle izliyorduk. Sınıfa tekrar girdi ve çirkin sözlerini bir bir sıraladı. Hakaret ediyordu bize. Hattâ ettiği hakaretleri bizim üzerimizden başka yerlere taşıyordu. İnancımıza, devletimize, örtümüze, yaşayışımıza sataşıyordu. Ferda ile yaşanan tartışmayı bahane etmişti sanki nefretini dökmek için. Aklımdan bir sürü şey geçmişti yaşananları izlerken; en makul olanını seçtim ve davrandım. Sınıfa dönüp, “Hadi hep birlikte bu sınıftan çıkalım, onu küfür dolu sözleriyle baş başa bırakalım!” dedim. Bu susmuşluğun, ezikliğin bize miras kalmasını istemedim.

Yaşananların hızı sebebiyle bir cevap alamadım sınıf arkadaşlarımdan. Sıramdan kalktım, hiçbir şey söylemeden hocanın önünden geçerek sınıfı terk ettim. Sınıfın kapısı açıktı. Çıktıktan sonra koridorda biraz ilerleyip durdum. Bir bağırış işittim “Laaaaaan!” diye. Matematik hocamızın sınıftan çıkıp bana doğru koştuğunu gördüğümde ise hayâl kırıklığı yaşadım. Oysa ben sınıf arkadaşlarımı o kapının eşiğinde görmeyi bekliyordum. Koşmaya başladım ben de. Kovalamaca böyle başladı.

Öğretmen maskesi altına saklanmış o kişi, koridorun sonunda kolumdan tutarak yakaladı beni. Başımın hemen üzerindeydi. Feci kızgındı, gözleri kan çanağı gibiydi. “Gir sınıfa” dedi. “Hayır, girmeyeceğim!” dedim. “Sana sınıfa gir dedim ulan!” dedi. “Hayır!” dedim. Okul numaramı aldı, “Defol git şimdi!” dedi. Koridorda epey ses olmuştu. Diğer sınıfların kapıları bir bir açılıyor, ardından kapanıyordu. Olanlara şahit olan öğretmenler görmezlikten gelmişti yaşananları. İmam-hatip okulundaydık ve onlar o sırada derslerinde Allah’tan söz ediyorlardı. Ah, ne yaman çelişki ama!

Eğer orada birimize bir şey olsaydı herkes sessiz kalacaktı. Bunu anlamıştım ve bana çok acı gelmişti!

Kolumu bıraktıktan sonra müdür yardımcısının odasına gittim koşarak, olanları anlatmak için. Ferda da oradaydı. Ailelerimizi aradık, haber verdik olup biteni. “Eve gel bakalım, dinginleş ve biz seni o zaman dinleyelim” dedi ailem. Okulda büyük bir yankı uyandırmıştı bu yaşananlar. Müdür yardımcısının odasından çıkıp sınıfa girdiğimizde, bütün sınıfı ağlar bir şekilde bulduk. Anlam veremedim ağlayışlarına. “Eylemden yoksunluk bu hâle getirdi sizi!” dedim içimden ve “Hep âcizi oynamak yormuyor muydu bizi?” diye sordum kendi kendime.

Kendimi toparlamaya çalışırken Merve geldi yanıma. Biz sınıftan çıktıktan sonra ses kaydına almış hocanın söylediklerini; derste ses kaydı almanın disiplin suçu olduğunu bilerek… Kayıtta “Köpekler!” diye bağırışından tutun, bir kız çocuğunu geçtim, bir insana söylenmeyecek sözler sarf etmişti o kişi. Merve, sessiz sakin bir kızdı; şaşırmıştım bunu yaptığına. Alnından kocaman öptüm onu. O gün böyle bitti.

Okulun öğretmenleri o günden sonra bize tavır aldı bir bir. Sınıfın adı “Belâlı 10-B” oldu. Öğretmenlerimize, “Olanları bizden dinlediniz mi hiç?” diye sorduğumuzda, “Ne münasebet!” dediler. Yanımızda kimse yoktu, bizi o okulda yalnız bıraktılar. Sınıf olarak şikâyetlerimizi dile getirdik. Sınıf arkadaşlarım ilk defa o gün konuştular. Ailelerimizin okula çağırılmasını ve bu konunun görüşülmesi teklifini okul idaresine sunduk. Vazgeçenler oldu. “Ailem bana kızar, bana inanmazlar” diyenler oldu. Çok şükür ki, ailem bu yaşananlarda yanımda durdu, destek oldu.

Ailem okula geldi, öğretmenle konuşmaya çalıştı. Fakat bir sonuç elde edemedik. Bir öğretmen o gün babama, “Efendi, efendi! Öğrenci her zaman haksızdır, bil bunu!” dedi. Müdürle konuştular. Müdürü yaşadıklarımıza inandırmak zor oldu. Hâlbuki elimizde kamera kayıtları ve bir ses kaydı vardı. Yaşananları gizlemenin daha doğru olduğuna karar vermişti okulumuz. Etraftaki insanlardan tepkiler gelmeye başladığını söyledi Müdür Bey. Konuyu kapatmak istediğini, okulumuzun saygınlığı için yaşananların duyulmaması gerektiğini söyledi.

Müdür Bey’den duyduklarımız canımızı çok yaktı. Merve’nin aldığı ses kaydını son kozumuz olarak saklıyorduk. Ucunda disiplin suçu vardı çünkü. Ve biz biliyorduk ki, ses kaydında söylenenler değil de disiplin suçunu ihlâl etmek daha büyük bir ceza sayılacaktı. Çünkü “öğrenci her zaman haksızdı”.

Okulun tutumundan sebep, ses kaydını Müdür Bey’e dinlettik. Sadece “Tamam, çıkabilirsiniz” dedi. Sonraki gün Merve’nin disipline gittiğini öğrendik. Bunu da duyduktan sonra artık okulda kendimizi bir yabancı ve kimsesiz gibi hissediyorduk. Sonrasında disiplin suçunun yalnızca kâğıt üzerinde olacağını söylediler. Gözümüzde o insanların hiçbir değeri, saygınlığı kalmamıştı. Yaşadıklarımızı BİMER’e bildirdik. Müfettişler geldi. Çevremizden destek aldık.

Sınıftan yalan ifade verenler de oldu. Hepimiz 15 yaşındaydık fakat olayın büyüklüğünü hepimiz taşıyamadık, dökülenler oldu. Arkamızda, o günlerde, o kocaman okulda yalnızca bir Müslüman öğretmen durdu. Diğer Müslümanlardan ses duymadık. Hattâ onlar tarafından feci ötelendik.

O adam, öğretmen kostümü giymişti. Onun yaptığını bir anlamda anlayabilirdik; rolü gereği bize düşmandı zaten. Ya bize inanmak istemeyen Müdürümüz, kapıları kapatan öğretmenlerimiz? Biz 15 yaşında, bazı şeyleri idrak edebilmiş ve tepki koyabilmişken, yetişkin ve akılca bizden senelerce büyük olan Müslüman eğitimcilerimiz o günlerde bizi yalnız bıraktılar!

Ferda’nın geçen gün, “Keşke yaşanmasaydı o gün! İtiraf edeceğim, benim için bir travma sayılabilir yaşadıklarımız Feyza” demesi üzerine yazıyorum bunları. Gördüm ki, onun çocuk kalbi bağışlayamamış kimilerini ve bugünlere taşımış kırgınlığını. Uzun zamandır düşünmemiştim yaşadıklarımızı. Fakat fark ettim ki, sanırım ben de Ferda gibiyim… O gün yaşanan suskunluğu affetmeyeceğim!

“Şu pencerenin önünde bir fotoğraf çekilelim seninle. Fotoğrafımızı Esra çeksin...”