
BEN daha çocukken babam sürekli ajansları dinler, üstüne el örgüsü dantelin örtülü olduğu koca karınlı televizyonun başından ayrılmazdı. Hatta, “Aç aç, haberler başladı!” diyerek, televizyondaki haberler bitince radyodakini açtırırdı. O dinlerken, mecbur, biz de kulak misafiri olurduk: “Bugün yine Sağ-Sol çatışmaları çıktı… İlaç stoku bittiği için hastalar isyan etti… Sıcak çatışmada on er öldü. Karakol basan PKK, beş Mehmetçiği şehit etti…”
Bu haberlerin ardından ülkenin başbakanı çıkar, “Enflasyonla mücadelede kemer sıkma politikasına devam edeceğiz” derdi. Sonra bazı amcalar hesap yapar, “Doğan her çocuk IMF’ye borçlu doğuyor, borçların faizini bile ödeyemeyiz” derlerdi. Enflasyon, orta direk, zam, terör konuları devam ederken, babam televizyonu kapatır, derin bir “Of!” çekerdi. Korkardım, “Ben neden IMF’ye borçluyum, kim bu IMF amca?” diye. Ama ben çocukken Recep Tayyip Erdoğan “Reis” değildi…
Sonra ben büyüdüm, tarih bölümüne kaydoldum. Öğrendim ki, biz IMF’ye çok önceden borçlanmışız. Ülkem neredeyse üçüncü dünya ülkesi oluyormuş. Abdülmecid zamanında açılan Duyûn-u Umumiye ile ilk borç aldığımız İngiltere’ye, sonra Amerika’ya, sonra IMF’ye borçlanmışız. 1944’te kurulan IMF’ye Türkiye 11 Mart 1947’de üye olmuş. IMF ile Türkiye arasındaki ilk stand-by anlaşması da 1 Ocak 1961 yılında yapılmış. Her işimize karışan bu güçler ülkemi yarı sömürge yapmış, kendi petrolümüzü, kendi gazımızı bile çıkarmamıza izin vermedikleri gibi her kaynaktan da komisyon alıyorlarmış. Çünkü ben çocukken, Erdoğan “Reis” değilmiş.
Sonra Erdoğan geldi ve son stand-by ile boyunduruk altındaki ülkemi, “Kendi göbeğimizi kendimiz keseriz” diyerek yarı sömürge sisteminden kurtardı, bu düzeni bitirdi.
Evet, ben çocukken sen reis değildin Reis!
Meselâ biz İslâm’ı yaşamaya çalışanları, siyah örtü ve siyah çarşaf giyenleri aşağılıyorlardı. Hiç unutmam, annem ve babamla lokantaya gitmiştik de Sivas gibi bir yerde anneme “Öcüüü!” diye bağırdılar, babam duymazlıktan geldi, annemin gözleri doldu, benim çocuk beynime balyozlar indi.
Sonra ben büyüdüm ve Kur’ân’daki ayetleri okuyunca saçlarımı örtmeyi istedim. Lisedeyken başımı okulun giriş kapısına kadar örter, okul kapısında açardım. Lâkin bir keresinde, elimde poşetler olduğu için doluydu, “Sınıfa çıkıp elimdekileri sıraya koyduktan sonra başörtümü açayım” dedim, daha merdivenlerde, “Tijen” isimli okul müdür yardımcısı ile karşılaştım. Elini kafama vurarak, “Bunu çıkarmadan okula girme bir daha!” dedi ve burnunu burnuma kadar dayayıp, “Burası cami değil, bilim yuvası” diye ekledikten sonra ellerimle başörtümü elime verdi, elimdekiler yere düştü. Ellerimi yumruk yapıp nasıl sıktıysam, örtümün iplikleri tel tel kesilmiş, avcumun içi kıpkırmızı olmuştu. Çünkü ben çocukken sen reis değildin Reis…
Bu da bir şey mi? Annem ve benim yaşadıklarımız, anneannelerimizin yaşadıklarının yanında bir hiçti. Anneannemler zamanında, evde iki çuval un varsa birini, üç koyunu olanın bir koyununu/ineğini Varlık Vergisi adı altında CHP devletine vermek zorunda kalırmış herkes. Anneannemin yaşadıkları bir şey mi? Onun annesi döneminde ise “İstiklâl Mahkemeleri” kurulur, sırf namaz kılan, sarık takanlar Üç Aliler tarafından meydanda bir iki saat sorgunun ardından asılarak idam edilirmiş. Korkudan insanlar ruh gibi gezerler, birbiriyle sohbet edecek olsalar CHP hükümeti hemen başlarında bitermiş. Çünkü onlar da çocukken sen reis değildin.
Biz çok zor günler yaşadık. Ve sonra, İslâm’la savaşanların da haddini sen bildirdin, örtüye izzetini iade ettin.
Ah, unuttuk geçmişi, unuttuk geçmişteki işkenceyi, yokluğu, sefaleti! Savaştan çıkmış halk, bir de CHP hükümetinin zulmünde eridi gitti, unuttuk maziyi. Ki o zaman sen reis değildin.
Ne zaman darbe ya da deprem gibi zor zamanlar yaşasa ülkem, ekranda senin bir baba gibi ülkene sahip çıkışını, aslanlar gibi hainlere kükreyişini işitip rahatladık. Lâkin dünyadan haberi olmayan, geçmişi bilmeyen, hazcı, cahil, “Z kuşağı” dedikleri çocuklarımızdan bazıları, geçmişi bilmeden ülkesine, kendi hükümetine düşman, sadece siyâsî arenada değil, batak Batı’nın gençlik anlayışı bize de sıçradı. Ayrıca midesi dinin önünde olan, maaşı arttıkça şımaran doyumsuzlar yüzünden zor zamanlar yaşadık.
Senin ardında göbeği açık, ağzında sakız, dünyadan haberi olmayan, geçmişi bilmeyen, aklı on karış havada Z kuşağı değil; irfan ve hikmet ehli, maneviyatı kuvvetli, elleri öpülesi dedeler, beli bükük nineler var.
Ayrıca bir de İslâm’dan nefret eden, gizli, kripto, gayr-ı Müslim, Sol camianın canhıraş çalışmaları ve 250 vatandaşımızı öldüren Amerika finosu, pardon, FETÖ meselesi var. Bizde mesele biter mi? Yüzlerce Mehmetçiğin kanını içen, “Kürdistan” diyerek kandırılan ama Büyük İsrail’e hizmet edenler, “Yine meydan bize kalacak” diye Erdoğan düşmanlığını aşılayanlar var. Hâsılı, biz bu Reis’i hak etmedik.
Reis, ah koca aslan! Etrafın sırtlan dolu.
Katiline âşık millete, “PKK’yı mı özledin? İstiklâl Mahkemelerini mi özledin?” diyesim var. Siyasetten bizi uzak tutmak için Müslümanlara en büyük oyunu “Müslüman siyaset yapmaz” diyerek kurdular. Siyaset ülke yönetmekse, en çok Müslümanın elinde olmalı. Siyaset “güç” demekse, en çok Müslümanda olmalı. Siyaset “erk” demekse, en çok Müslümanın uhdesinde olmalı. Yani yönetilen değil, yöneten olma durumundayız. İslâmcı FETÖ’cülerin yani Amerika’nın uşaklarının Müslümanları yönetimden uzakta tutmak için söyledikleri “Müslüman siyaset yapmaz” cümlesi ile tuzağa düşenler var. Yine Reis onları kendi tuzaklarına düşürüp siyasetten diskalifiye etti.
Ah Reis, ben çocukken sen “Reis” değildin! Sensiz bu ülke harap olur. Her Salı grup toplantını izlemeye alıştık. Fransa, Almanya, İngiltere tehdit savursa, bütün Türkiye senin ardına sığınır oldu. İnancından dolayı biri aşağılansa, ertesi gün senin ekranlarda aslanlar gibi kükremeni işitip rahatladı.
Reis, ey koca Reis! Biz sana çok alıştık. Merhametle, çekinmeden ekranlar önünde ağlamanı, zalime başkaldırmanı dünya tarihine kazıdık. Rol yapmadan samimî duruşunu, halkın için gece gündüz çalışmanı, her gün bu yaşına rağmen kaç programa katılmanı izledik. Evimizde ekranlardan yankılanan sesin bize güven verdi. Ne zaman bunalsak ya da yorulsak, ekranlardan bize çalışma azmini aşılamanla tekrar dirildik.
Beş yıldızlı otel konforundaki şehir hastanelerinle, Korona illetini sokaktaki sedyelerde yatan hasta görüntüleri görmeden atlattık. Darbe gecesi senin sesini duyana kadar ağzımıza gelen yüreğimizi yine sesinle yatıştırdık, emrinle sokağa çıkıp hainlere hadlerini bildirdik. Anadolu’nun içlerine kadar giren PKK terörünü bitme noktasına getirdik.
Reis, bütün dünya Müslümanlarının sana selâmı ve senin için duası var. Afrika, Arabistan ve Mısır’dan, Suriye, Libya ve Filistin’den, daha pek çok ülkeden manevî liderlerin selâmı ve duası var. Arkanda inananlar ordusu var.
Reis, Rabbim senden daha iyisini vermeden seni başımızdan almasın! Yorulmadın mı be Reis? Nasıl bir dâvâ aşkın var! Nasıl kavi bir yüreğin, düşmanı titreten bir duruşun var! Hani o çocukların elini öpüşün, zalimlere kükreyişin… Reis, sen Akşemseddin’den mi ders aldın? Sen Mevlâna’dan nefes, Yûnus’tan kalp mi aldın? Hızır’la yoldaş mı oldun? Peygamberimizden dua mı aldın? Reis, sen gidersen düşmanların bile ağlar, dünya ağlar, mazlumlar ağlar, yer ağlar, gök ağlar… Seninle izzetine kavuştu Müslümanlar.
Reis, sen gidersen Afrika’daki çocukları ağlar, sen gidersen mahzun kalır yine ocaklar. Sen gidersen ülkeme kara bulutlar, karabasanlar çöker. Tatil kurbağası, Hacıyatmaz hokkabazı, başkalarının kuklası, yabancı yardakçısı yani yılan çıyan ortayı kaplar, analar ağlar. Ayasofya yine öksüz kalır, karalar bağlar. Gitme be Reis! Allah’tan ülkem için uzun ömür istiyoruz sana…