
“PORTAKALI soydum.
Başucuma koydum.
Ben bir yalan uydurdum.
Dum dum dum.
Kırmızı mum.
Dolapta pekmez, yala yala bitmez…”
Bir kimse yalan söylediğini bin defa söyleyecek, siz de onun sıraladığı yalanları duyacaksınız ama tekerleme boyunca sıranın size ne zaman geleceğini, ne zaman yanıp yanmayacağınızı merakla düşünmekten o yalanları fark etmeyeceksiniz. Nasıl?
Tekerleme ince işçilik… Konuşmanızın hızı, içeriğinin önüne geçiyor. Bin kez bin şekilde yalan söylüyorsunuz ama sizi dinleyenler “Neresinden uyduruyor bunları?” demiyor, hızınıza hayranlık gösteriyorlar.
Dağlara çocuk kaçıranlar, mağaralarda tecavüz etmedikleri genç (kız ve erkek) bırakmayanlar, ofislerine aldıkları çalışanları tehdit ederek tecavüzü kanıksatıp hatta sistemli hâle getirenler, yönettikleri belediyelerde yönettikleri memurlara ve makamlarına gelen vatandaşlara ahlâksız teklifler sunup bir de uygulamaya dökenler, ağızlarına aldıkları tekerlemeleri sıralıyorlar.
LGBT savunucuları, dünyada olduğu gibi Türkiye’de de cinsiyetsizleştirme plânı üzerinden 3 ilâ 7 yaşındaki çocukları “cinsiyetini kendi tercih etme” oyunuyla yönlendiriyor.
Bu sert olanı, dahası da var.
İlaç endüstrisi çocukların çocuk kalmamaları için hormonal yüklemeye yönlendiriyor.
Tekstil endüstrisi çocuğa kendi tercih etmeyeceği kıyafetleri dikta ediyor.
Gıda endüstrisi çocukların çocuk kalmamaları için etken maddeler bulunduran kimyasalları arz ediyor.
Senelerdir oyuncak endüstrisi çocukları hem zihinsel, hem ruhsal anlamda tetikliyor.
Hiçbir şey çocukların rızasına bırakılmıyor. Çocuk, anne ve babasının zihinsel yönlendirmesine bırakılmış. Çocuk, endüstrinin yönlendirmesine terk edilmiş.
Çocuk, daha o küçücük yaşından itibaren sistemin dişlisi olacak şekle sokulmuş.
Gıda ve ilaç endüstrisinin dayattığı bağımlılık yapıcı uyuşturucu etkili ürünler kullandırılan çocuklar, aile mefhumunun kaybedildiği bu çağda fuhşa bulaştırılıyorlar.
Bunların her biri çocuğun rızası ve tercihi, öyle mi?
Kaç yalan uyduruyor, kaç mum dikiyorlar elimize? Kaç çorap örüyorlar başımıza?
Bu ülkede İngilizce öğrenmek devlet eliyle zorunlu tutulmaya devam edilmeliyken, yaz vakti Kur’ân’ı öğrenmek için Arap alfabesi öğretmek ise problemli birilerine göre.
Kim soruyor çocuğa “İngilizce öğrenmek ister misin?” diye? Kim soruyor İngilizceden, İspanyolcadan, Fransızcadan, Çinceden, Arapçadan hangisini öğrenmek istediklerini? Dört yaşından itibaren İngilizce öğrenmeye başlayan bu ülkenin çocuklarının tercihlerini kim belirliyor? Bu diktatörlük değil de nedir?
Türkiye’de bir diktatörlük var. Dünyada bir diktatörlük var. Fakat asla bizim hâkimiyetimizde değil. Meselâ Recep Tayyip Erdoğan’ın elinde değil. Meselâ Millî Eğitim Bakanının elinde değil. Veya annelerin, babaların ellerinde değil. O diktanın adresini bilen var mı?