Ben bir küçük

Bir karınca, kendinden büyükleri görse de boyuna razıdır. İnsan da bilir mi ki boyunun ölçüsünü? Başı göklerdedir ama ayaklarının yere mahkûm olduğunu bilir mi ki? Biz miras bilmeyiz, haram yemeyiz. Cırcır böcekleri alay ederler ama kışın alnımızın teri kurtarır bizi. Gün gelir, empati kurar insan kalbi bizimle. Kendi kalbiyle kıyaslar kalbimizi. Kendi duygularıyla, kendi boyuyla…

KENDİMİ bildim bileli çalışıp çabalıyorum. Sıcacık bir yuva için soğuk günlerde hiç durmadan yük taşıyorum sırtımda hem de.
Gözüm başkasının rızkına takılmadı, hep kendi yolumda yürüyorum. Birçoğumuz ezilip gitti bu uğurda. Yaşamak derdine sularda boğulanlar, ezilip ölenler ve daha ölümün her türlüsünü sayabilirim. Bir kaşık suda boğulacak kadar canımız kursağımızda bekler bizim.
Biz, hep birbirimize yolumuzu, ekmeğimizi veririz. Biz, kışı atlattık mı, minnet borcumuzu ödemek için çıkarız evlerimizden. Omzumuzda yüklerimizle, bacaklarımızla şükrederiz var olma sebebimize. Geçenlerde bir arkadaşım rızkının peşinde koşarken başına neler gelmiş, bilseniz… “Bilseniz ne fark eder?” demiyorum, işte şuracığa yazıyorum şimdi: Yine erkenden düşmüş o gün yollara, seher serinliğinde, alacakaranlıkta. Birden ayağı kaymış ve derin bir kuyunun içinde bulmuş kendini. Ah zavallıcık! Gerektiğinde uçabilseydi keşke… Bir sineğin şansı bile yokmuş dostumda.
Arıları sever herkes iğnelerinden korksalar bile. Her şey bal uğruna... Ama kendim olduğum için mutluyum ben. Sırtımızdaki cevahir yükün kadrini biliriz biz. “Birimize bir şey olmasın” diye tehlike ânında çoğalır, devleşiriz. Gurur duyduğum bir yönümüz daha var: Hiçbirimiz, bindiğimiz dalı kesmeyiz. Rızkın çoğunda gözümüz olmaz bizim. Bir çıkarı olmaz kimsenin bizden. Ama her yerden kovmak isterler, katlanamazlar varlığımıza. Yaşama hakkımızı bile çok gören o zalimler, en küçük bir vicdan azabı duyarlar mı? Kervanlarımızı vuran eşkıyalar, ayaklarının altında can verirken bizi nasıl görmezler?
Kelebeğin saltanatı bir günlük ama bir ömre bedel! Gönülde yaşamaya devam etse de topu topu “bir gün”!
Neyse, ben kendi yoluma bakayım, kelebek değilim ki… Yağmur yaş demeden çalışmak, didinmek, sonra da yuvaya dönmek… İşte mutluluk bu!
Adım bir sureye verilmiş Yaratan tarafından. Sadece Süleyman anladı dilimden. Süleyman’ın ordusuna yol vermek için döndük yuvalarımıza; hani gülümseyerek geçmişti yanımızdan... Hükümdar Peygamber hürmetine adımız yazılı Kutsal Kitap’ta. Bize böyle bir onur bahşedildikten sonra, daha ne isteriz ki? İyi ki karıncayım ben! Çok yaşasam, altmış günü görürüm. Binlerce şükür o günleri bana Gösterene!
Bir katile inanamazlar insanlar. “Karıncayı bile incitmezdi” derler. Anladım ki, merhametin mihenk taşıyız biz. Başımız ayaklarımıza yakındır, toprağı iyi biliriz. Küçücük vücudumun, azıcık ömrümün neresine sığdırayım isyanı? Altı ayağıma, iki antenime, kurduğum yuvama, kervan dostlarıma şükredecek zaman kalmalı. Ona kalırsa, sivrisinekten de söz ediyor Kutsal Kitap, “Haydi güçleri yetiyorsa bir tek kanadını yaratsınlar!” diye rest çekiyor Yaratan. Ama insanlar tarafından bir tek seveni bile yok. Sesini duyan, onu duvara yapıştırmak istiyor. Şükür, yine merhametliler basmıyor üstümüze.
Dün başım döndü, yüksek bir ağacın dalından düştüm yere. Vallahi başım gibi dünya da dönüyor ama başım kimin umurunda, dünya kimin umurunda? Atomları döndüren Allah’ım, Sana sığınıyorum! Dünya şarkısında bir nota, kâinat kitabında bir noktayım. Levh-i Mahfuz’da kalem benim adımı yazdı, kaderimi yazdı. Hiçbir satır atlamadı. Kaç buğday taşıyacağım, hangi yollardan yürüyeceğim ve nasıl öleceğim belirlendi önceden. Kudretten pay aldık biz. Hayattan pay aldık. Dünyada yerimiz var...
Bir karınca, kendinden büyükleri görse de boyuna razıdır. İnsan da bilir mi ki boyunun ölçüsünü? Başı göklerdedir ama ayaklarının yere mahkûm olduğunu bilir mi ki? Biz miras bilmeyiz, haram yemeyiz. Cırcır böcekleri alay ederler ama kışın alnımızın teri kurtarır bizi. Gün gelir, empati kurar insan kalbi bizimle. Kendi kalbiyle kıyaslar kalbimizi. Kendi duygularıyla, kendi boyuyla…
Artık incitemez olur kimseyi. Belki yapabildiklerinin farkına varır. Gözü doyanın karnı da doyar, değil mi? Kudretten aldığı nasibi boşa götürmez belki de. Kendini hiç yerine koyup kadehlerde aramaz teselliyi. Belki çocuğunun rızkı için sabırla hamallık yapar. Belki saf tutar diğerleriyle, alnı secdeye değer…
Belki de şükreder bütün hâllerine. Belki kalbinin bir mabet olduğunu anlar. Başka bir kalbe besmelesiz giremez. O mabedi kirletmez. Belki o da sırtındaki cevahir yükün kadrini bilir. Belki de bir karıncanın varlığına sebeptir.