BİR arkadaşımın başına geldi… Daha doğrusu, bu belirsizlikte
arkadaş olduk. O çok uzaklarda, yurtdışındayken virüs hâdisesi çıktı. Oralarda
hasta olursanız ne olacak? Belki de ölüp gideceksiniz. Türkiye’ye dönüşü belirsiz
hâle geldi. Düşünün, yurtdışındasınız, vizeniz bitmeden önce mi, sonra mı
dönebileceksiniz? Daha doğrusu, dönebilecek misiniz?
Sonra dönüşleri belli oldu. Uçak bilet fiyatları ne
olacak? Cebinizdeki para yetecek mi? Günler sonra o da belli oldu. Uçağa
bindiniz. Uçak Türkiye’ye gidecek. Ama hangi şehre inecek, belirsiz. 14 günlük
karantinayı hangi ilde geçireceğiniz belli değil. Birey ölçeğinde korkunç bir
belirsizlik!
Dünya ölçeğinde de bu belirsizlik, aklımızın almadığı ve
alışkın olmadığımız seviyede devam ediyor. Virüs doğal yollardan mı, yoksa biyolojik
savaş sebebiyle mi çıktı, bilmiyoruz. Nasıl bulaşır, tam olarak bilmiyoruz.
Sadece solunum sistemine mi zarar verir, bilmiyoruz. Ne iyileştirir,
bilmiyoruz. Aşı bulunacak mı veya ne zaman bulunacak, bilmiyoruz. Virüs hangi
hâlden hangi hâle dönüşecek, yine bilmiyoruz. O kadar çok şey var ki
bilemediğimiz. O hâlde ne yapalım?
2015 yılının 31 Aralık günü yani o bölgede çukur hâdiselerinin
olduğu günlerde Güroymak’taydım. Giderken Muş Havaalanı’na inmiştik.
Konferanslarımızı verip tamamladık ve 1 Ocak 2016’da da İstanbul’a dönecektik.
O da ne? Bir kar, bir tipi ve Muş Havaalanı’na uçaklar ne inebiliyor, ne de
alandan hiçbir uçak kalkaabiliyor. Ne yapacağız? “Van Havaalanı’ndan gideriz”
diye düşündük. “Kar, tipi var ama yine de gidebiliriz herhâlde” derken Van’ın
da uçuşa kapatıldığı haberini aldık. O zaman yakın havaalanı Batman’ı
deneyecektik ki oranın da uçuşa kapandığını üzüntüyle öğrendik. Biraz uzak, ama
tek alternatif Diyarbakır Havaalanı kaldı. Oranın da kapanması an meselesi, fakat
mesafe hiç de yakın değil. Her zamanki gibi risk alıp yola çıktık.
Şahsen kör olduğum için çevre, yol, tabiat hakkında
sormaya, sohbete başladık. Araba yavaş yavaş yol alırken, yolların buz tutup
tutmadığını falan sordum. Şoför arkadaş demesin mi, “Efendim, yolun buz tutup
tutmamasından öte daha büyük bir belirsizlik var. Çünkü ortada yol yok. Hiç bir
şey belli değil”! Tabiî benim bunu anlayabilmem mümkün değil. Ağzımdan, “Nasıl
yani?!” ifadesinin çıktığını hatırlıyorum. İzah etti. Gözünüzün gördüğü yer
bembeyaz karla kaplanmış. Yeryüzü dümdüz arazi ve bembeyaz şekilde. Benim bu
cümleden anladığım, “Biz Diyarbakır’a diye yola çıktık ama nereye varacağımızı
Allah bilir” şeklinde… Bir nevi körüz. Yani o anda kar ve dümdüz arazi var, bir
şey görmenin anlamı yok. Önemli olan, işine yarayacak şeyleri görmek. Onu yani
yolu da göremiyorsun…
Körler de aynı değil midir? Körlük tecrübesiyle ve tabiî
ki büyük bir merakla sorduğum soru şu oldu: “İyi de, sen yolunu nasıl
buluyorsun?” “Arazide elektrik direkleri var. Onlarla karşılaştırmalı bir şekilde
yol tayin etmeye çalışıyorum. Yavaş giderek hatâ yapmışsam fark eder etmez
hatâdan vazgeçince kaza yapmaktan kurtuluyoruz” dedi. Arkadaşın anlattığı,
bildiğiniz kör tekniği. Tek cümlede ifade edersek şöyle: Sabiteleri işaret
olarak kullanıp ona göre konumunu ve güzergâhını belirgin hâle getirmeye
çalışmak…
Evinin yolunu bulurken bir kör, asla orada zaman zaman
duran bir arabayı yani hareket edebilen nesneyi yol işareti olarak kullanmaz.
Bir veridir ama güvenilir bir veri değildir. Bu teknik yol bulmada olduğu gibi küresel
salgın döneminde de kullanılabilecek alternatiflerden biridir.
Küresel salgın döneneminde yani belirsizliğin bütün
dünyayı kapladığı, bilimin belirsizliği tespit etmeden öteye gidemediği
günlerde süreci nasıl yönetmeliyiz? Bu dönemde kullanılabilecek sabiteler var
mı? Bu sabiteler güvenilir mi? Varsa güvenilir olan bu sabiteler nelerdir? Ne
kadar iş görürler? Kaynakları nedir?
Şimdi bu soruların cevaplarını bulmaya çalışalım! Önce durumu tarif edelim, sonra da referanslarımızı devreye sokalım…
Belirsizliği aşmak için gerekli olan belirli değerler
Öncelikle şunu kabul edelim ki, şu an için yaşadığımız
belirsizlik, “zihinsel bir belirsizlik”tir: Coronavirüsten etkilenecek miyiz,
etkilenmeyecek miyiz, aşı bulunmazsa ne olacak, aşı ne zaman bulunacak, aşıdan
başka bir çâresi var mı?
Dikkat ederseniz, bu soruların hepsi yarınla ilgili. Ânı
yaşayan canlılar için bu sorular geçerli değildir. Böyle bir durumda bu zihinsel
belirsizliği giderirken kullanacağımız sabitelerin de zihinsel olmaları işimizi
görür. Yani eğer ayağımıza ayakkabı bakıyor olsaydık, fiziksel olan
ayakkabıları tek tek ölçerek doğru ayakkabıyı bulurduk. Ama burada belirsiz
olan mesele, her ne kadar sonucu fiziksel bile olsa, süreci zihinsel bir
süreçtir. Bu nedenle kullanacağımız sabiteler; ilkeler, değerler, kabuller
olabilir. Nitekim bunlar da insanlığın bir tecrübbesi netîcesinde elde
edilmiştir.
En büyük ve en geçerli evrensel değer, “iyilik”tir. Tüm
dinlerde, ideolojilerde, medeniyetlerde, kültürlerde “iyilik” kavramı ve bu
iyiliğin de bir karşılığı vardır. Kötülük yapmak isteyenler bile bunu “iyilik paketi”ne
koymak mecburiyetinde kalırlar. Anlaşılıyor ki, belirsizlik ne kadar yüksek
olursa olsun, iyilikten ayrılmamalı ve yapabildiğimiz kadar iyilik yapmalıyız.
Diğer bir sabite de iyilik kadar önemli ve kesin bir
değer olan “dürüstlük” değeridir. Belirsizlik seviyesi ne kadar yüksek olursa
olsun, dürüst hareket etmeliyiz. Başka bir değer ise “çalışmak” değeri...
Lütfen dikkat! “Çalışıyor görünmek” demiyorum, doğrudan tek kelimeyle ifade
ediyor ve “çalışmak” diyorum. “Çalışıyor görünmek”, dürüstlük değerine aykırıdır
ve dolayısıyla baştan kaybeder. Zira her değer, kendi başına bir değer ise de bu
değerlerin birbirlerini yok etmemesi lâzımdır.
Belki başta söylenebilecek bir değer olabilir ama sırası
önemli değil, her zaman değerlidir; işte o, “yaşamak” değeri!
Dikkat ettiyseniz, Türkiye bu süreçte tüm bunları yaptı.
Başından itibaren herkese karşı dürüst oldu. Kesin ve net olmayan bilgileri
kullanıp birilerini suçlamaya, ithama kalkışmadı. Sonra başta kendi sınırları
içinde, vatandaşı olsun veya olmasın herkese iyilik yaptı. “Test için şu kadar
para isterim, bu kadar filanca lâzım” demedi. Covid-19’dan hasta olan herkesi
iyileştirmeye çalıştı. Âdeta bir dilim ekmeğini paylaşırcasına dünyanın dört
bir yanına uçak uçak yardım gönderdi. Yurtdışında bakılmayan insanımızı, hattâ
komşu ülkelerin vatandaşlarını alıp getirdi, hastalar için ambulans uçaklarını
gönderdi. Yaşı, hastalığı ne olursa olsun, herkesin yaşamasını samîmi bir
şekilde sağlamak için gerekirse evden dışarı çıkartmadı. Çünkü onların da
yaşamasını istiyordu.
Türkiye, Cumhurbaşkanı’ndan bakanlarına, valilerden
güvenlik görevlilerine, Vefâ teşkilâtına, yurt görevlilerine ve tabiî ki sağlık
görevlilerine kadar çok ve samîmi bir şekilde çalıştı. Hâsılı, evrensel değeri
işaret olarak kullanmak sûretiyle belirsizlik, harika bir şekilde yönetilmiş
oldu.
Belirsizlik henüz bitmedi. Hattâ birey seviyesinde bir
ömür boyu sık sık belirsizliklerle karşılaşacağız. Peki, böyle durumlarda başka
hangi değerleri kullanabiliriz? Veya belirsizliği azaltacak, bize yol işareti
olabilecek değerleri kısa yoldan bulmanın bir formülü var mı?
İman etsin veya etmesin, herkesin işine yarayacak bir
bilgi arz etmek isterim. Şu söyleyecek olduklarımı eminim asırlarca birçok
insan söylemiştir: Kimlerin söylediğini bilemiyorum ama kendim de bizzat
yaşarak ve mantık örgüsüyle keşfettiğim bir bilgidir, Kur’ân’da geçiyorsa veya
Hazreti Muhammed “Sadakadır” diyorsa veya “Sadaka Rasûlullah” diye ifade edilen
bir hadîs varsa bilin ki, o bilgi veya yöntem, mutlak doğrudur!
“Mutlak doğru” ifadesinden kastımız şu: Yeryüzünde veya
varsa bütün evrendeki tüm toplumlar için geçerlidir. Hattâ sadece bugün için
değil, geçmişte de geçerliydi, gelecekte de geçerlidir. Sadece mekânsal bir
doğruluk olsaydı “evrensel” ifadesini kullanırdık. Aynı zamanda doğruluk
bakımından zamanla ilgili bir sınır da yok. Yani tüm zamanlar ve mekânlarda
geçerli doğrudur.
Bunun mantığı kısaca şu: “Sadaka”, “Doğru söyledi” demek…
Doğruyu söylediği ifade edilen varlık İlâhsa veya İlâhın Elçisi ise, bu “doğru”nun
zamandan ve mekândan bağımsız olması yani hepsini kapsaması gerekir. Meselâ,
“Tebbessüm sadakadır” hadîsini düşünün. “Tebessüm” de iyilik, dürüstlük,
çalışmak gibi evrensel bir değerdir. Üstelik insanlarla bile sınırlı değildir.
Tebessümden hayvan da, bitki de, su da müsbet bir şekilde etkilenir. Bu yol
işaretleri, iman etsin veya etmesin, Müslüman olsun veya olmasın, herkesin
işine yarar.
Netîce olarak bugün bu belirsizlik var da yarın olmayacak mı? Hele hele birey seviyesinde ölene kadar devamlı karşımıza çıkacak. “Aman! Belirsizlik var, köşemizde büzülüp kalalım; belirsizlik geçince ortaya çıkalım” diye bir alternatifimiz yok. İnsanlar okyanuslarda bile asırlardan beri haftalarca yol aldılar, hâlen buna devam ediyorlar. O dev belirsizliğin hâkim olduğu okyanusta yollarını bulmaya yarayan işaretleri bulmuşlar ve kullanıyorlar. Bizim de zihinsel belirsizlik yaşadığımız her an imdadımıza yetişecek olan “belirsizlik giderici yol işaretlerimiz”, evrensel değerlerdir. Hattâ evreni de aşıp mekânı ve zamanı kuşatan “sadaka” kavramıdır!