
HARAM ve helâlden bahsedince aynı sınır çizgilerine sahip olmadığımız fikir sahiplerine denk geliyoruz. Hâlbuki haram belli, helâl bellidir. Peki, bunca belirsizliğin müsebbibi kim ya da ne?
Aslında herkes haramlardan ve helâllerden emin. Bizim tereddüde ve tenakuza düştüğümüz kısmı pek tabiî burası değil. Her vakıada olduğu üzere, haramı ve helâli anlamlandırırken de tezyin usullerine başvuruyoruz.
Bütün kabahatlerimiz için nakışlı işlemeli bezekleri koruyucu bir katman olarak giyinmekten geri durmayan nefsanî akıl, burada da devreye giriyor. Birinin cebindekini almaktan farkı olmayacak haram yeme biçimlerini bile “gereklilik, mecburiyet, tabiî sirkülasyon” gibi ergonomik ve işlevsel anlamlara boyuyoruz. Ticarette bilhassa, bu sözünü ettiğim süsleme usulleri çok yaygın bir şekilde kullanılıyor. Alım gücünü düşüren olgu tam da bu. Aslında insanların alım gücü artıyor, herkesin gelir seviyesi yükseliyor, bunun idrakinde olan açgözlüler de üçe satacağı malı beşe, yok yok, “On beşe satabilirim” şeytanî fısıltısına kulak kabartıyor.
Bir zamanlar alışveriş yapan ve mekânı terk ederken “Hayırlı işler!” duasını dilinden düşürmeyen insanlar da artık içlerinden farklı cümle kalıplarını kullanır oldular. Çünkü alan da satan da biliyor ki o malın değeri çok daha düşük. Ama satıcı biliyor ki alıcının cebinde daha fazlası var. “Öyleyse onun cebindeki neden benim cebimde olmasın?” diyor. Tam da böyle. Evet süsleniyor, astar çekilip üzerine kat kat badana boca ediliyor, ama alttaki rutubetin saklanması çok uzun vadeli olamıyor. Rutubet dışarıya renk vermese dahi alttan alttan ciğer üşüten kokusu sızıyor.
Bir de zincir marketler var ki, onlar zincir oldukları için Rabbin gazabından kurtulabilecekleri ütopyasında yaşıyorlar. “Hani bir dükkânım olsa batar da bu zincir nasıl batar ki?” diye kendini beş vakit avutuyor. “Beş vakit avutuyor” diyorum, çünkü insan beş vakit Rabbinin huzuruna dursa böyle düşünemez ve böyle amel edemez!
Fakat değil zincir, kâinat hacmince malı olsa insanın, Yaradan’ın rızası dışına çıkıldı mı batış kaçınılmazdır. Bu batış bazen herkesçe malûm olabilirse de bazen haram yiyenin iç dünyasında veya ailevî bağlarında veyahut fizikî ve manevî varlığında olabilir. Nasıl ve ne yolla olacağını Rabbim bilir.
Ama İlâhî adaletin şaşmaz terazisi, hak yolun paralelinde yürüyormuş gibi görünen ama esasen sapkın yollarda ömür tüketenlerin elbet batışa uğrayacağını garanti eder.
Bazı fiyat artışlarının dövizle ve fiyatı küresel olarak artan hammaddeyle irtibatlı olduğunu elbette bizler de biliyoruz. Yani gereksiz ve abes argümanlarla savunma mekanizmaları geliştirmeye mahâl yok. Halk, hangi artışın açgözlülükten, hangisinin tabiî süreçten etki ile gerçekleştirildiğini gayet iyi biliyor. Bunun için hiçbirimizin ekonomist olmaya ihtiyacı yok.
Biraz daha ayrıntıya iner ve bodrum katı odalarda gezinirsek, haram ve helâl hususunda evvelâ kendi kalbini aldatanların yazık hâllerini keşfe çıkabiliriz.
Fasık olduğu bilinmeyen bir kişiye karşı suizan haramdır. Hele bu insan salihlerdense, “haramın katmerlisi” demek doğru bir teşbih olacaktır. Harama düşmek için illâki çalmaya ya da Allah’ın (cc) yasak ettiği şeyleri yiyip içmeye gerek yok. İslâm’da bizzat haramlar (haram bizatihi) olduğu gibi dolaylı haramlar da (haram li gayrihi) var. Özde haram olmayan davranışlar; ibadetten alıkoymak, hısımlığı bitirmek, insana ve âleme zarar verecek bir risk altında yapılan pek çok şey de haram dairesi içinde insanı yakalayıverir. Bir şeyin özünde helâl olması da onu haramdan tamamen kurtarmıyor. Su helâldir. Fakat hiçbir mazeret olmaksızın Ramazan ayında imsak ile iftar arası içilen su harama uğrar.
Kalp kırmak kul hakkıdır ve kul hakkı haramdır. Yaşadığımız âlemi rikkatle tanımak ve sahibine hürmet ile muamele etmek, kulluğun aslî vazifelerinden. Bunun dışında pek çok alan vardır ki insanı büyük günahların ve haramların ortasında bir bataklığa mahkûm eder. Ama çok acıdır ki, pek çoğu bataklık tabiatlı olmasına rağmen üzeri yapay çiçeklerle süslenmiş olduğundan nefse çekici gelir ve insanın kendi kalbini dahi aldatmasına imkân tanır. İnsan elle harama düşebildiği gibi dille ve hatta zihin yoluyla bile haramla buluşabilir. Çünkü kötü bir düşünce, can yakacak bir eylemin tohumudur. Kötü bir söz, kalpleri perişan edecek kadar kudretli bir silahtır. Hakkı teslim etmemek de hak yemek gibi insanı haram yiyen bir vaziyete nakledebilir.
Çalışanın cebinden bizzat para almazsın da hakkını tam olarak vermezsin, haramdır. Hakkını tam olarak verirsin de mazeretsiz olarak geç verirsin, haramdır. Bazen bir nazar, bir kelâm, bir ima, bir önemsememe gafleti ile insan, haramın sınırları içinde hükûmet kurabilir. İşini hakkıyla yapmamak da kul hakkına girmek hasebiyle haram inşâ eder. Verilen sözü yerine getirmemek de verdiği hasar mucibince haramla arkadaşlık kurabilir.
Evet, Yaradan’ın düzeni bu. Yaşayacağız ama öylesine, denk geldiği şekilde değil. Sadece kalbimize, aklımıza güvenerek değil. Yalnızca nefsî arzular ve menfaatler doğrultusunda değil. Allah’ın hükümranlığında, her şeyi O’ndan bilmenin nezaketinde ömür sürmeli.
Bu arada, kimsenin görmemiş, duymamış oluşu ve ispat yollarının kapalı oluşu da insanı harama düşmüş vaziyetinden beri kılamaz.