Belene adası

Tutuklanan kişiler Bulgaristan’ın Türk aydınları ve öğrencilerdi. Her biri farklı bir alanda uzman kişilerdi. Bulgaristan’ın çok farklı yerlerinden gelen bu kişilerin bazısı Türk olmasına rağmen, bu dili çok az konuşabilmekteydi. Fakat her şey sona erdiğinde, asimilasyon için girdikleri bu kampta Türk dilini, tarihini, edebiyatını ve sanatını öğrenmiş olarak çıktılar. Rejimin asimile olmaları için kapattığı kamp, bir “Türklük Akademisi” hâline dönüştü.

BELENE... Senelerden beri acı dolu anıların dinlendiği Belene Kampı… Peki, Belene neresi?

Tuna nehri, Niğbolu (Nikopol) civarında iki kola ayrılmaktadır. Sağ kol Bulgaristan tarafında, sol kol ise Romanya tarafında kalmaktadır. Ziştovi’de (Sviştov) birleşen Tuna nehri içerisinde irili ufaklı birçok ada ve adacık oluşmuştur. Bu adalardan Belene, Plevne iline bağlıdır ve yüzölçümü 285,05 kilometrekaredir.

İkinci Dünya Savaşı sonucunda kurulan Komünist iktidar, rejim muhalif unsurları ve çeşitli suçlardan hüküm giymiş suçluları kapatmak için 1949 yılında Tuna nehri üzerindeki bu adada bir toplama kampı oluşturmuşlardır. Kampın kurucusu Bulgaristan siyasetinin önemli figürlerinden olan Todor Jivkov tarafından açılmıştır ve faaliyetini 1959 yılına kadar sürdürmüştür.

Tarihî kayıtlarda adada bulunan toplama kampının ilk dönemlerine ait fazla bilgi bulunmamaktadır. Fakat kampın birinci ve ikinci dönemine şâhitlik edenlerin ifadelerine göre kampın avlusunda ve kuyularda çok sayıda insan kemiğine rastlanmıştır. Bunun hâricinde, o dönemde bataklığa atılan ve hattâ adada yetiştirilen domuzlara yedirilen insan cesetlerinden söz edilmiştir.

Kampın adının geniş kitleler tarafından duyulması, “ikinci dönemi” diyebileceğimiz 1980 sonrası yıllardır. Kampın ikinci kez kullanıma açılmasının nedenlerini, 1980 yıllarının öncesine giderek anlatmakta fayda vardır.

***

İkinci Dünya Savaşı’nın ardından kurulan Komünist rejimin baskılarına dayanamayan Türkler, 1950 ve 1965-1978 yılları arasında büyük kitleler hâlinde Türkiye’ye göç ettiler. İkinci göç dalgasının sebepleri arasında, yine Todor Jivkov önderliğinde çıkarılan 1971 anayasasına dayanarak rejimin, ülkenin azınlığını oluşturan Türklerin, Kırım Tatarlarının, Pomakların, Makedonların, Çingenelerin ve benzeri köklere sahip toplulukların varlığını reddetmesi vardır. Bu anayasa ile okullardan Türkçe eğitimi kaldırdı ve Müslümanların ibadetlerine sınırlamalar getirildi. Bulgarlaştırma ya da “Yeniden Doğuş Süreci” diye adlandırdıkları bu dönemde özellikle tüm Türkler - ki bunların da eğitimli olanları- adım adım Gizli Servis tarafından izlenmiştir.

Bardağı taşıran nokta ise, “ad-kırımı” ya da “ad asimilasyonu” dedikleri süreçti.

Ad asimilasyonu başlamadan bir yıl kadar önce hükûmet, yapacağı uygulamalarda kendini haklı çıkarmak için Polis Kanunu’nun 39’uncu maddesini kabul etti. Bu maddeye göre bir kişiyi, hiç suç isnat etmeden ve hiç mahkemeye çıkarmadan istediği kadar alı koyma yetkisi bulunmaktaydı.


Görsel, www.timeturk.com adlı siteden alınmıştır.

1984-1989 yılları arasında özellikle Türk azınlık üzerinde uygulanan kültür asimilasyonuna direnenler ya da direnme potansiyeli olanlar, toplama kampları, tecrit kampları, cezaevleri, sürgünler ve ev hapsi cezalarına çarptırılmışlardır. Özellikle ad asimilasyonuna direnç gösterenler için daha önce kapatılmış üç toplama kampı yeniden açılmıştır. Bu toplama kampları, açılış sırasına göre Belene Toplama Kampı (İkinci Obekt), Belene Tecrit Kampı (Zastava) ve Bodov Dol Toplama Kampı’dır.

1984 yılı Aralık ve 1985 yılı Ocak ayında ad kırımına direnen ya da direnme potansiyeli olan kişiler tutuklanmış ve Belene Cezaevi’ne nakledilmiştir. Burada, kış ayında hiçbir ısınma sistemi olmayan koğuşlara kapasitenin 3 ya da 4 katı insanı yerleştirmişlerdir. Günlük yemek olarak bir defaya mahsus tavukayağı, domuz kulağı ya da balık kafasından çorba ve kurtlanmış ekmekler verilmiştir.

24 saatte bir verilen tuvalet izinleri, birisi açık kapı önünde nöbet bekleyen, diğeri ise mahkûmun kafasına silah dayayan iki gardiyan eşliğindeydi.

Burada kalınan bir ayın ardından, yaptıkları sadece Türkçe konuşmak, sünnetli olmak, geleneklerini sürdürmek olanlar yani hiçbir suç isnat edilemeyenler, Ocak 1985 yılında, 1959’dan sonra tavuk çiftliği olarak kullanılan ve o hâliyle kapatılan Belene Toplama Kampı’na nakledildiler.

Resmî rakamlarda 517, tanık ifadelerinde dönem dönem değişmekle birlikte kampta kalanların sayısının 800’e ulaştığı bildirilmiştir. Cezaevi şartlarına göre kampın koşulları daha iyi olmakla birlikte, toplama kampında kalan Türklere sistematik olarak fiziksel şiddet, tecavüz ve psikolojik baskı uygulanmaktaydı. Resmî mâkâmlar tarafından bu kişilerin direncinin kırılması için türlü beyin yıkama faaliyetleri yürütülse de başarı elde edilememiştir.

Toplama kampında bir kişinin günlük rutini; sabah 6’da uyanma, 7’ye kadar hafif kahvaltı (çay ve ekmekten oluşan), 7’de çalışacak durumda olanlar inşaat, tarla ya da ormanda çalışmak için götürülür ve akşam 6’da kampa getirilirdi. Akşam 8’den 11’e kadar koğuşlar arası gidiş gelişler yasaklanmamıştır. Haftada bir yapılan anket ve sorgulama uygulamasında istenilen cevapları veren ve taahhüt imzalayanlar serbest bırakılırken, beğenilmeyen cevapları verenlerse dayak ve yerin altında bulunan çamur içindeki hücreye aç ve susuz olarak kapatılırdı. Rejimin istediği cevapları verenlerin gidebildiği bu kamptan çok yaşlı ve hasta dahi olsa insanların çok azı bu kuralları kabul edip gitmiştir.

***

Daha önce de bahsettiğimiz gibi, tutuklanan kişiler Bulgaristan’ın Türk aydınları ve öğrencilerdi. Her biri farklı bir alanda uzman kişilerdi. Bulgaristan’ın çok farklı yerlerinden gelen bu kişilerin bazısı Türk olmasına rağmen, bu dili çok az konuşabilmekteydi. Fakat her şey sona erdiğinde, asimilasyon için girdikleri bu kampta Türk dilini, tarihini, edebiyatını ve sanatını öğrenmiş olarak çıktılar.

Rejimin asimile olmaları için kapattığı kamp, bir “Türklük Akademisi” hâline dönüştü.

1986 yılı ortalarına doğru Bulgaristan Halk Cumhuriyeti, dış kamuoyundan gelen baskılar karşısında önce Belene Toplama Kampı’nın varlığını inkâr etmiş, sonrasında ise kampta kalanları tahliye etmiştir. Bu kişilerin 80 kadarı Bodov Dol Toplama Kampı’na yollanmış, büyük bir bölümü Bulgar köylerine sürgün edilmiş ve bir kısmı da ev hapsine yollanmıştır.

Bölgede bulunan soydaşlarına yapılan baskıya karşı duran Türkiye bir kez daha sınırlarını gelmek isteyenlere açmış ve NATO ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin bu olaya el koymasıyla birlikte Bulgarlaştırma siyaseti azalmış, en sonunda da sona ermiştir. Ad asimilasyonu ile isimleri değiştirilen Türkler, adlarını tek tek geri almışlardır.