Belediyecilikte sosyal ve kültürel dönem (2)

Modernleşmenin bir gereği olarak görülen “çekirdek aile”nin Türkiye’de yerleştirilmesi maksadıyla yaygınlaştırılan apartman daireleri yerine, “köklü aile” olarak isimlendirilebilecek dede-nene, oğul-gelin ve çocuklardan müteşekkil bir aile yapısının hayat bulması için yeni mesken tipleri geliştirmeliyiz.

SOSYAL ve kültürel projelerin sahici olması gerekir. Kâğıt üzerinde güzel olmasına rağmen gerçekte sadece üç beş kişinin katıldığı sosyal ve kültürel etkinliğin şehrin varlığına bir katkısı olmaz. Borsadaki işlem hacminin kabarık olmasına benzer biçimde kemiyeti fazla ama keyfiyeti olmayan sosyal ve kültürel faaliyetler, zaman ve emek kaybı olmaktan öte bir anlam ifade etmezler.

Bazen izleyicisi çok ama keyfiyeti olmayan, bazen de keyfiyeti olup kemiyeti olmayan faaliyetler yapılabilmektedir. Her ikisinden de kaçınılması gerekir ya da keyfiyeti bulunan faaliyet ve projelere kemiyet eklenmeli yani katılımcı kazandırılmalıdır.

Sırf diğer belediyeler yapıyor diye kendi şehrine ve yerel kültürüne uygun olmayan uygulamalardan uzak durulmalıdır. Meselâ bir sahil şehrinde yapılan turizm içerikli sosyo-kültürel bir proje, tarım ile iştigal eden bir Anadolu kasabasında yapılmamalıdır. Yani yapılacak sosyo-kültürel projeler şehrin yerel kimliğine ve dokusuna uygun olmalıdır. Ya da şehrin bir kimlik kazanmasına matuf olarak icra edilmelidir.

Türkiye’nin temel problemlerinden biri de, hiç şüphesiz üretken bir zihne sahip olmamaktır. Belki de eğitim sistemimiz bizi üretken bir zihne sahip olmaktan alıkoyuyor. Bu problem belediyelerde kültür ve sosyal işler bünyesinde çalışan personel için de geçerli. Bu nedenle özgün projeler yerine taklidî projeler yaygınlaşıyor. “Filan belediye yapıyor, biz de yapalım” anlayışı ile sürdürülen faaliyetlerden amaçlanan faydalar da maalesef sağlanamıyor.

Sosyal ve kültürel belediyeciliğin gelinen noktada yapması gereken hususlardan biri, köklü projelere yönelmek gereğidir. Mevcût hâli “gelinen en doğru evre” olarak görmek yerine, kendi medeniyetimize ve yerel kültürümüze doğru evrilecek faaliyetler ve projeler gerçekleştirmek daha doğru olacaktır.

Özellikle tarihî dokusu bulunan şehirlerimizin geçmişi ile yeniden bağ kurması ve tarihî mîrası yeniden hayata geçirmesi gerekmektedir.

Kültür belediyeciliğinin handikaplarından biri de mimarinin ve şehir plâncılığının fikrî arka plândan azâde olduğuna dair inançtır. Pek çok mimar ve şehir plâncısı, kanunlar gereği, mevcût mevzuat dâhilinde hareket ediyor ve yaptığı işin fikrî arka plânına dair bir bilince sahip olmadığı izlenimi veriyor.

Meselâ Türkiye’nin her yerinde yaygın olan apartman ve dairelerin plân yapısının inanç, kültür ve sosyal hayat ile ilintisi üzerinde hiç düşünülmüyor. Hâlbuki bu yapılar bizi hem Batılı bir hayata mahkûm ediyor, hem de kültürümüzü şekillendiriyor. Bu nedenle sosyo-kültürel belediyecilik yapanların bu hususta kafa yormaları gerekiyor. Biz köklü bir medeniyet ve binlerce yıllık tecrübî birikime sahibiz. Bunun farkına vararak, oradan aldığımız ilhamla, “öze dönüş” şeklinde isimlendirilebilecek bir projelendirmeye yönelmeliyiz.

Meselâ, modernleşmenin bir gereği olarak görülen “çekirdek aile”nin Türkiye’de yerleştirilmesi maksadıyla yaygınlaştırılan apartman daireleri yerine, “köklü aile” olarak isimlendirilebilecek dede-nene, oğul-gelin ve çocuklardan müteşekkil bir aile yapısının hayat bulması için yeni mesken tipleri geliştirmeliyiz.

Bizim medeniyetimize ait kadim sanat dallarının canlandırılması ve geliştirilmesi, sosyo-kültürel belediyeciliğin temel görevlerinden biri olarak görülmelidir. Hat, minyatür, ebru, tezhip, sanat ve tasavvuf mûsikîsinin yeniden canlandırılması, yapılabilecek en güzel hizmetlerden olacaktır.

Ancak burada dikkat edilmesi gereken husus, sadece eskinin tekrar edilmesi değil, bilakis geliştirilmesi ve dış dünyanın hayranlığını kazanabilecek düzeye getirilmesi olmalıdır. Çünkü insanı sükûn ve huzura götüren bu sanat dalları, Batılılaşma sevdâsına terk edilmiş ve âdeta yok sayılmıştır.

Belediyeler, “sosyo-kültürel belediyecilik ilkesi” gereği hemşerileri arasında herhangi bir hususta öne çıkmış kişilerin yanında yer alıp, yeni öncülerin yetişmesine hep destek olmalıdır. Özellikle genç, girişimci ve sanatsever insanlara hem maddî, hem de mânevî destek vererek şehirlerinin belirgin olmasına katkıda bulunmaları gerekir. “Şehir” kelimesi, zaten kök itibari ile “bilinen, meşhur olan yer” anlamına gelmektedir. Şehirler ya sınaî, ya ticârî, ya mimarî ya da kültürel alanda meşhur olmakla dikkatleri üzerine çekebilmektedir. Belediyeler, bu dallardan herhangi birinde öne çıkabilecek kişilere destek vermek sûretiyle hem şehirlerinin kimlik kazanmasına, hem de şöhret bulmasına katkıda bulunurlar.