
SOSYAL ve kültürel projelerin
sahici olması gerekir. Kâğıt üzerinde güzel olmasına rağmen gerçekte sadece üç
beş kişinin katıldığı sosyal ve kültürel etkinliğin şehrin varlığına bir
katkısı olmaz. Borsadaki işlem hacminin kabarık olmasına benzer biçimde
kemiyeti fazla ama keyfiyeti olmayan sosyal ve kültürel faaliyetler, zaman ve
emek kaybı olmaktan öte bir anlam ifade etmezler.
Bazen
izleyicisi çok ama keyfiyeti olmayan, bazen de keyfiyeti olup kemiyeti olmayan
faaliyetler yapılabilmektedir. Her ikisinden de kaçınılması gerekir ya da
keyfiyeti bulunan faaliyet ve projelere kemiyet eklenmeli yani katılımcı
kazandırılmalıdır.
Sırf
diğer belediyeler yapıyor diye kendi şehrine ve yerel kültürüne uygun olmayan
uygulamalardan uzak durulmalıdır. Meselâ bir sahil şehrinde yapılan turizm
içerikli sosyo-kültürel bir proje, tarım ile iştigal eden bir Anadolu
kasabasında yapılmamalıdır. Yani yapılacak sosyo-kültürel projeler şehrin yerel
kimliğine ve dokusuna uygun olmalıdır. Ya da şehrin bir kimlik kazanmasına
matuf olarak icra edilmelidir.
Türkiye’nin
temel problemlerinden biri de, hiç şüphesiz üretken bir zihne sahip olmamaktır.
Belki de eğitim sistemimiz bizi üretken bir zihne sahip olmaktan alıkoyuyor. Bu
problem belediyelerde kültür ve sosyal işler bünyesinde çalışan personel için
de geçerli. Bu nedenle özgün projeler yerine taklidî projeler yaygınlaşıyor. “Filan belediye yapıyor, biz de yapalım”
anlayışı ile sürdürülen faaliyetlerden amaçlanan faydalar da maalesef
sağlanamıyor.
Sosyal
ve kültürel belediyeciliğin gelinen noktada yapması gereken hususlardan biri,
köklü projelere yönelmek gereğidir. Mevcût hâli “gelinen en doğru evre” olarak
görmek yerine, kendi medeniyetimize ve yerel kültürümüze doğru evrilecek
faaliyetler ve projeler gerçekleştirmek daha doğru olacaktır.
Özellikle
tarihî dokusu bulunan şehirlerimizin geçmişi ile yeniden bağ kurması ve tarihî
mîrası yeniden hayata geçirmesi gerekmektedir.
Kültür
belediyeciliğinin handikaplarından biri de mimarinin ve şehir plâncılığının
fikrî arka plândan azâde olduğuna dair inançtır. Pek çok mimar ve şehir plâncısı,
kanunlar gereği, mevcût mevzuat dâhilinde hareket ediyor ve yaptığı işin fikrî
arka plânına dair bir bilince sahip olmadığı izlenimi veriyor.
Meselâ
Türkiye’nin her yerinde yaygın olan apartman ve dairelerin plân yapısının
inanç, kültür ve sosyal hayat ile ilintisi üzerinde hiç düşünülmüyor. Hâlbuki
bu yapılar bizi hem Batılı bir hayata mahkûm ediyor, hem de kültürümüzü
şekillendiriyor. Bu nedenle sosyo-kültürel belediyecilik yapanların bu hususta
kafa yormaları gerekiyor. Biz köklü bir medeniyet ve binlerce yıllık tecrübî
birikime sahibiz. Bunun farkına vararak, oradan aldığımız ilhamla, “öze dönüş” şeklinde
isimlendirilebilecek bir projelendirmeye yönelmeliyiz.
Meselâ,
modernleşmenin bir gereği olarak görülen “çekirdek aile”nin Türkiye’de
yerleştirilmesi maksadıyla yaygınlaştırılan apartman daireleri yerine, “köklü
aile” olarak isimlendirilebilecek dede-nene, oğul-gelin ve çocuklardan
müteşekkil bir aile yapısının hayat bulması için yeni mesken tipleri
geliştirmeliyiz.
Bizim
medeniyetimize ait kadim sanat dallarının canlandırılması ve geliştirilmesi,
sosyo-kültürel belediyeciliğin temel görevlerinden biri olarak görülmelidir.
Hat, minyatür, ebru, tezhip, sanat ve tasavvuf mûsikîsinin yeniden
canlandırılması, yapılabilecek en güzel hizmetlerden olacaktır.
Ancak
burada dikkat edilmesi gereken husus, sadece eskinin tekrar edilmesi değil,
bilakis geliştirilmesi ve dış dünyanın hayranlığını kazanabilecek düzeye
getirilmesi olmalıdır. Çünkü insanı sükûn ve huzura götüren bu sanat dalları,
Batılılaşma sevdâsına terk edilmiş ve âdeta yok sayılmıştır.
Belediyeler, “sosyo-kültürel belediyecilik ilkesi” gereği hemşerileri arasında herhangi bir hususta öne çıkmış kişilerin yanında yer alıp, yeni öncülerin yetişmesine hep destek olmalıdır. Özellikle genç, girişimci ve sanatsever insanlara hem maddî, hem de mânevî destek vererek şehirlerinin belirgin olmasına katkıda bulunmaları gerekir. “Şehir” kelimesi, zaten kök itibari ile “bilinen, meşhur olan yer” anlamına gelmektedir. Şehirler ya sınaî, ya ticârî, ya mimarî ya da kültürel alanda meşhur olmakla dikkatleri üzerine çekebilmektedir. Belediyeler, bu dallardan herhangi birinde öne çıkabilecek kişilere destek vermek sûretiyle hem şehirlerinin kimlik kazanmasına, hem de şöhret bulmasına katkıda bulunurlar.