
TÜRKİYE’de belediyeler,
merkezî hükûmetin yerel işlerini görmek üzere ihdas edilmiş kurumlardır. Bu
nedenle ilçe yönetim şemasında belediye başkanlığı, kaymakamlığın bir birimi
olarak yerleştirilmiştir.
Altyapı,
yol, kaldırım, park-bahçe ve temizlik gibi işler belediye uhdesine
bırakılmıştır. Eğitim, kültür ve sosyal işler ise bakanlık seviyesinde genel
yönetime verilmiştir.
Millî
Eğitim Bakanlığı, Kültür (ve Turizm) Bakanlığı, Aile ve Sosyal Politikalar
Bakanlığı’nın varlığı ise kültür ve sosyal hizmetlerin belediyelere
bırakılmayacak kadar mühim olduğunu
göstermektedir!
Kuruluş
yıllarında kabaca “Batılılaşmak” olarak isimlendirilen bir ideolojisi bulunan
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni yönetenler bunun ancak merkezî otorite ile
sağlanabileceğini düşündüklerinden, yerel yönetimlere sosyal ve kültürel alanda
herhangi bir yetki vermemişlerdir.
İmparatorluklar
sonrasına tekabül eden ulus devletler döneminde ise katı bir devletçilik her
yanı sarmış ve âdeta cemiyetlere sivil bir alan bırakılmamıştır. Lâkin bunun
ilânihâye devam etmesi pek mümkün olmadığından, başta Avrupa’da olmak üzere
yerel yönetimlere daha geniş yetkiler verilmiştir. Bu sayede daha sivil
inisiyatiflerin hayat bulması sağlanmış ve fertler yönetime iştirak etmede daha
etkin roller almışlardır.
Bülent
Ecevit döneminin İstanbul Belediye Başkanı Ahmet İsvan’ın tarifiyle bir dönem
Türkiye’de belediyecilik “çöp toplamaktan ibâret” görülmüş; hoş, o da doğru
dürüst yapılamamıştır.
Köyden
şehre göç teşvik edilmesine rağmen, şehirlerde gerekli plânlama ve altyapı
hizmetleri verilemediği için gecekondulaşma almış başını gitmiştir. Gerek sağ,
gerekse sol hükûmetler kendileri için oy tabanı olarak gördükleri gecekondu
bölgelerinin hızla yayılmasına zemin hazırlamaktan başka bir iş yapmamışlardır.
Türkiye’de
gerek mevzuatın el vermemesi, gerekse zihinlerin müsait olmaması nedeniyle sosyal
ve kültürel belediyecilik, (rahmetli) Erbakan Hareketinin birkaç belediyenin
yönetime gelmesine kadar gecikmiştir.
Refah
Partisi ile başlayan sosyal belediyecilik, AK Partili belediyelerce daha da
geliştirilmiş ve Hükûmet tarafından gerekli mevzuat düzenlemeleri yapılarak
sosyal belediyeciliğin yaygınlaşmasının önü açılmıştır.
Bugün
“sosyal belediyecilik” olarak isimlendirilen uygulama yaygınlaşmış, belediyeler
hemşerilerinin sosyal ve kültürel hayatını ilgilendiren konularda hizmet
üretmek için âdeta birbirleri ile yarışır hâle gelmişlerdir.
Belediyeden
belediyeye farklılık arz eden sosyal belediyecilik, çok geniş bir yelpazeyi
içine almaktadır. Bu nedenle çok dağınık konularda üretilen hizmetler,
şehirlerin kimlik kazanmasına hizmet etmemekte, birbiri ile bağlantısız bir
yığın faaliyetin ortaya çıkmasına sebep olmaktadır. Birbiri ile ilintisi
olmayan sosyal ve kültürel faaliyetler, günübirlik görüntüler verip
kaybolmaktadırlar. “Komşuda var, biz de
alalım” mantığı ile yürütülen faaliyetler, kalıcı bir şehir algısına
yeterince hizmet etmemektedir.
Gelinen
bu noktadan sonra sosyo-kültürel belediyecilikte bir adım daha atarak ilkesel
ve vizyoner bir döneme geçilmesi gerekmektedir.
Şehirleri
yöneten belediye başkanları, öncelikle kendi şehri ile ilgili vizyoner bir ufka
sahip olmalı, yapacağı her faaliyet ve hizmeti bu vizyona uygun olarak
gerçekleştirmelidir. Bu sayede, yürütülen faaliyet ve projeler günübirlik
olmaktan kurtulup bir bütün içinde anlamlı parçalar olarak işe yarayabilirler.
Uç
uca eklendiğinde birbirleri ile insicamlı olan ve aralarında bağlantı noktaları
bulunan projeler, kalıcı etki bırakabilirler. Aksi takdirde faydasız uğraşlar
ile vakit geçirilmiş olmaktan öte bir iş yapılmış olmaz.
(Devam edecek…)