Belediyecilikte sosyal ve kültürel dönem (1)

Birbiri ile ilintisi olmayan sosyal ve kültürel faaliyetler, günübirlik görüntüler verip kaybolmaktadırlar. “Komşuda var, biz de alalım” mantığı ile yürütülen faaliyetler, kalıcı bir şehir algısına yeterince hizmet etmemektedir. Gelinen bu noktadan sonra sosyo-kültürel belediyecilikte bir adım daha atarak ilkesel ve vizyoner bir döneme geçilmesi gerekmektedir.

TÜRKİYE’de belediyeler, merkezî hükûmetin yerel işlerini görmek üzere ihdas edilmiş kurumlardır. Bu nedenle ilçe yönetim şemasında belediye başkanlığı, kaymakamlığın bir birimi olarak yerleştirilmiştir.

Altyapı, yol, kaldırım, park-bahçe ve temizlik gibi işler belediye uhdesine bırakılmıştır. Eğitim, kültür ve sosyal işler ise bakanlık seviyesinde genel yönetime verilmiştir.

Millî Eğitim Bakanlığı, Kültür (ve Turizm) Bakanlığı, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın varlığı ise kültür ve sosyal hizmetlerin belediyelere bırakılmayacak kadar  mühim olduğunu göstermektedir!

Kuruluş yıllarında kabaca “Batılılaşmak” olarak isimlendirilen bir ideolojisi bulunan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni yönetenler bunun ancak merkezî otorite ile sağlanabileceğini düşündüklerinden, yerel yönetimlere sosyal ve kültürel alanda herhangi bir yetki vermemişlerdir.

İmparatorluklar sonrasına tekabül eden ulus devletler döneminde ise katı bir devletçilik her yanı sarmış ve âdeta cemiyetlere sivil bir alan bırakılmamıştır. Lâkin bunun ilânihâye devam etmesi pek mümkün olmadığından, başta Avrupa’da olmak üzere yerel yönetimlere daha geniş yetkiler verilmiştir. Bu sayede daha sivil inisiyatiflerin hayat bulması sağlanmış ve fertler yönetime iştirak etmede daha etkin roller almışlardır.

Bülent Ecevit döneminin İstanbul Belediye Başkanı Ahmet İsvan’ın tarifiyle bir dönem Türkiye’de belediyecilik “çöp toplamaktan ibâret” görülmüş; hoş, o da doğru dürüst yapılamamıştır.

Köyden şehre göç teşvik edilmesine rağmen, şehirlerde gerekli plânlama ve altyapı hizmetleri verilemediği için gecekondulaşma almış başını gitmiştir. Gerek sağ, gerekse sol hükûmetler kendileri için oy tabanı olarak gördükleri gecekondu bölgelerinin hızla yayılmasına zemin hazırlamaktan başka bir iş yapmamışlardır.

Türkiye’de gerek mevzuatın el vermemesi, gerekse zihinlerin müsait olmaması nedeniyle sosyal ve kültürel belediyecilik, (rahmetli) Erbakan Hareketinin birkaç belediyenin yönetime gelmesine kadar gecikmiştir.

Refah Partisi ile başlayan sosyal belediyecilik, AK Partili belediyelerce daha da geliştirilmiş ve Hükûmet tarafından gerekli mevzuat düzenlemeleri yapılarak sosyal belediyeciliğin yaygınlaşmasının önü açılmıştır.

Bugün “sosyal belediyecilik” olarak isimlendirilen uygulama yaygınlaşmış, belediyeler hemşerilerinin sosyal ve kültürel hayatını ilgilendiren konularda hizmet üretmek için âdeta birbirleri ile yarışır hâle gelmişlerdir.

Belediyeden belediyeye farklılık arz eden sosyal belediyecilik, çok geniş bir yelpazeyi içine almaktadır. Bu nedenle çok dağınık konularda üretilen hizmetler, şehirlerin kimlik kazanmasına hizmet etmemekte, birbiri ile bağlantısız bir yığın faaliyetin ortaya çıkmasına sebep olmaktadır. Birbiri ile ilintisi olmayan sosyal ve kültürel faaliyetler, günübirlik görüntüler verip kaybolmaktadırlar. “Komşuda var, biz de alalım” mantığı ile yürütülen faaliyetler, kalıcı bir şehir algısına yeterince hizmet etmemektedir.

Gelinen bu noktadan sonra sosyo-kültürel belediyecilikte bir adım daha atarak ilkesel ve vizyoner bir döneme geçilmesi gerekmektedir.

Şehirleri yöneten belediye başkanları, öncelikle kendi şehri ile ilgili vizyoner bir ufka sahip olmalı, yapacağı her faaliyet ve hizmeti bu vizyona uygun olarak gerçekleştirmelidir. Bu sayede, yürütülen faaliyet ve projeler günübirlik olmaktan kurtulup bir bütün içinde anlamlı parçalar olarak işe yarayabilirler.

Uç uca eklendiğinde birbirleri ile insicamlı olan ve aralarında bağlantı noktaları bulunan projeler, kalıcı etki bırakabilirler. Aksi takdirde faydasız uğraşlar ile vakit geçirilmiş olmaktan öte bir iş yapılmış olmaz.

(Devam edecek…)