
İSMAİL Toprak’ın Büyüyen Ay Yayınları arasından çıkan “Bektâşî Hikâyeleri” adlı eserden birkaçına beraber bakalım.
Bektaşî fukarasından biri, bir yelkenli kayık ile seyahat ediyor imiş. Denizde şiddetli bir fırtına zuhur ederek hücum eden dalgalar arasında kayık çalkalanmaya başlamış. Diğer yolcular toplanarak korkup telaş etmeye, salavat getirmeye, tevbe ve istiğfara, dua ve niyaza başlamışlar.
O sırada Baba bir köşede oturmuş, çubuğunu içmekle meşgul imiş.
Nihayet fırtına geçmiş ve kayık da gideceği iskeleye vâsıl olarak yolcular sâhil-i selâmete çıkmışlar. Fırtına esnasında herkesin telaş ve dua eyledikleri sırada Bektâşî’nin hiçbir korku eseri ve telaş göstermeyerek çubuğuyla meşgul olduğundan hayret eden biri sormuş: “Baba, fırtınada hepimiz korktuk. Telaş eyledik. Sen hiçbir şey yapmayarak oturup çubuk içtin. Korkmadın mı?”
-Neden korkayım evlat?
-Neden olacak? Görmediniz mi, o sırada ölümle aramızda bir tahta vardı.
-Evet, fakat karada o da yok ya!
*
Hamam ücretinin bir kuruş olduğu zamanlarda Bektâşî fukarasından biri hamama gitmiş. Soyunup yıkandıktan ve çıkıp elbisesini giyindikten sonra elini cebine sokarak mâlik olduğu yegâne kuruşu aramış ise de bulamamış. Kendi kendine, “Hay Allah cezasını versin. Dün akşam kuruşu meyhaneye vermiş idim. Şimdi ne yapmalı? Hamamcı parayı almadan bırakmaz. Bir rezalet çıkarır” diye düşünür, bir taraftan da, “Ya Rabbi! Ya bana bir kuruş gönder yahut şu kubbeyi yık!” diye dua edermiş.
O sırada zuhur eden şiddetli bir deprem bütün binayı sarsmaya başlayınca herkes gibi Bektâşî de kendini sokağa atmış. Tam o anda kubbe de paldır küldür yıkılmış.
Duasının bu kadar çabuk kabul edilmesinden hayrete düşen Bektâşî, biraz ötede bir değirmenin yanındaki çayırlıkta bir adamın namaz kılıp dua ile meşgul olduğunu görünce yavaş yavaş yanına yaklaşmış ve dinlemiş.
Herif, “Ya Rabbi, bana on bin kuruş ihsan et!” diye dua ediyormuş. Bektâşî, bir adım geri çekilerek herifin ensesine bir tokat aşk edip, “Kalk oradan be herif! Şimdi dünyayı yıktıracaksın. Bir kuruş için hamamı yıktı. Bugünlerde parası yoktur” diye bağırıp adamı dua etmekten men eylemiş.
*
Biri Kadirî, biri Nakşî, biri Bektâşî olmak üzere üç derviş, arkadaş olarak seyahate çıkmışlar. Yolda giderken Kadirî ve Nakşî dervişleri şeyhlerinin manevî kuvvetinin büyüklüğünden, kerâmetlerinden bahsederek birbirleriyle müsabaka ediyorlar, bu sırada Bektâşî de sükût ederek bunları dinliyormuş.
Akşam üzeri bir köye gelip misafir olmuşlar. Misafir odasında üç derviş bulunduğunu haber alan köylülerden her biri âdet veçhile hânesinden bir kap yemek getirmiş. Misafirlere ikram edilmiş. Taamın bitmek üzere olduğu sırada bir köylü de bir sahan un helvası getirmiş ise de karınlarını iyice doyurmuş oldukları cihetle helvayı ertesi gün yemek üzere kaldırmaya karar vermişler.
Biraz oturduktan sonra helvayı yalnız kendisine hasretmek için bir tedbir düşünmekte olan Kadirî, demiş: “Arkadaşlar, aklıma bir şey geldi. Şimdi yattığımız zaman istihare edelim. Yarın sabah her üçümüzün gördüğü rüyaları dinleriz. Hangi rüya mükemmel ve iyi ise onun sahibi mükâfat olarak helvayı yesin.”
Bu teklifi Nakşî ve Bektâşî de kabul etmiş. Yatıp uyumuşlar. Ertesi gün birinci olarak Kadirî rüyasını anlatmış:
“Hayırdır inşallah. Rüyamda Şeyh Efendi teşrif ettiler. ‘Gel derviş’ diyerek elimden tutup beni cennet-i a’lâya götürdüler. Bahçeleri, köşkleri, huri ve gılmanları hep gösterdiler. Taamlarından, meyvelerinden yedirdiler. Sonra uyandım, kendimi yatakta buldum.”
Arkadaşları bu rüyanın mükemmel olduğunu tasdikten sonra Nakşî söze başlayıp rüyasını anlatmış:
“Ben de gördüm ki, bizim Şeyh Efendi gelip beni göklere çıkardı. Orada meleklerle görüştük. Güneşi, ayı, yıldızları temaşa eyledik.”
Bu rüyanın da mükemmel olduğu tasdik olunmuş. Sıra Bektâşî’ye gelmiş ise de o ağzını açmadığından arkadaşları sormuşlar: “Sen rüya görmedin mi?”
-Gördüm.
-Niçin nakletmiyorsun?
-Sizin rüyalarınıza nazaran nakle lâyık değil de onun için.
-Böyle olmaz, her hâlde söylemelisin.
-Ben de gördüm ki, Şeyhim geldi. “Derviş Muhammed! Kadirî’yi şeyhi cennete götürdü. Tatlılar meyveler yedirdi. Köşklerde bahçelerde gezdirdi. Nakşî’yi, şeyhi göklere çıkarıp meleklerle konuşturdu. Benim elimden böyle şeyler gelmez, bari sen de kalk, helvayı ye” dedi. Ben de kalktım, helvayı yedim.
*
Bektâşî’nin biri, pek süflî meşrep olduğundan üstü başı ve sarığı kirli olarak gezer imiş. Bir gün buna demişler ki, “Baba, niçin sarığını yıkamıyorsun?”.
-Yine kirlenecek.
-Yine yıkarsın.
-Yine kirlenecek.
-Yine yıkarsın, temizlersin.
-Peki ama, ben dünyaya sarık yıkamak için gelmedim ya!
*
Bektâşî fukarasından biri heybesini omuzlamış, piyade olarak seyahate çıkmış. Sıcak bir gün olduğundan, biraz yol aldıktan sonra yorulup bir ağacın gölgesinde oturmuş.
O sırada süvari bir haydut gelmiş. Dervişi görünce sormuş: “Derviş, nereye gidiyorsun?”
-Seyahate çıktım.
-Heybende ne var?
-Biraz ekmek ve peynir ile birkaç eski çamaşır.
-İnanmam. Mutlaka para vardır.
-İster inan, ister inanma. O senin bileceğin şey.
-Haydi öyle olsun. Sana şimdi bir şey soracağım, eğer bana doğru cevap verir isen sana ilişmem. Yoksa kafanı keserim.
-Sor bakalım. Elimizden gelir ise cevabını veririz.
-Şimdi Allah Teâlâ ne yapıyor?
-Ooo! Bu sual çok mühim. Buna böyle cevap verilmez.
-Neden verilmez?
-Sen at üstünde, ben yerde. Böyle büyük suale cevap veren adam herhâlde yüksekte, meselâ bir kürsüde olmalı.
-Burada kürsüyü nereden bulacağız?
-“Mutlaka kürsü” demedim, “Meselâ bir kürsü” dedim. Şimdi zaruret hâlinde beygir de o vazifeyi görür. Sen aşağıya in, ben bineyim. O vakit cevabını veririm. Sonra inerim, yine atına biner gidersin.
Haydut, dervişin bu teklifini muvafık görüp attan inmiş. Bektâşî beygire binip güzelce yerleştikten sonra, “Şu anda Allah Teâlâ seni indirdi, beni bindirdi" diyerek atı koşturmaya başlamış. Bir anda gözden kaybolup gitmiş.
Haydut ise bu suretle aldatılıp atının elinden alındığını görerek mahcup ve müteessir olmuş.
*
Süleymaniye civarında ikâmet etmekte olan bir Bektâşî dervişi, bir gün alessabah düğmecilerden geçiyormuş. Düğmeci bir Ermeni’nin dükkân kapısını açmak için uğraştığını görmekle seyre başlamış.
Düğmeci çalışıyor, çabalıyor, hiddet ediyor, kendi kendine söyleniyor, bir türlü anahtarı döndürüp kilidi açamıyor.
O sırada başı sarıklı fakat kendi cahil bir talebe oradan geçmekteyken Ermeni bunu tutarak der: “Aman hoca! Dükkânı açamıyorum. Sizin kitapta her şey var derler. Bunu açmak için bir çare var mı?”
-Hay hay! Vardır.
-Rica ederim söyle, nedir?
Talebe, Arapça bir kelime söyler. Düğmeci:
-Peki hocam… Fakat ben bunun mânâsını anlamam, ne demektir?
-Anahtara tükür, açılır demektir.
Ermeni anahtara tükürerek kilide sokup çevirince tesadüfen kapı açılmış. Bunu gören düğmeci, talebeye, “Hoca efendi, ben inandım. Sizin dininiz doğru imiş. Bana söyle de İslâm olayım” demekle talebe buna Kelime-i Şehadeti telkin etmiş ve herif İslâm olmuş.
Bu hâli gören Bektâşî başını sallayarak, “Ya Rabbi! Bu düğmeci Ermeni’yi Müslüman edecek imişsin. Fakat şu talebeyi kâfir etmekte ne maʼnâ vardı? Bunun ne kabahati vardı?” diyerek yoluna devam eder.
*
Bir yelken gemisiyle seyahat edenler meyanında bir Bektâşî dervişi mevcut imiş. Birdenbire zuhur eden şiddetli fırtınadan deniz kabardıkça kabarıp gemi bir oyuncak gibi dalgaların üstünde oynamaya, dalıp çıkmaya başlayınca, Derviş Baba fenâ hâlde korkarak telaşlanır. Onun bu hâlini gören yolculardan biri yanına sokulup “Baba Can, korkup telaş etme. Allah Kerim’dir” deyince, Bektâşî, “Ben O’nun Kerim olduğundan korkuyorum. Kemâl-i kereminden balıklara acır ve bizi onlara ziyafet çekerse?” cevabını verir.
*
Süleymaniye Cami-i Şerifi yakınındaki sıra kahvelerden birinin önünde oturmakta olan bir Bektâşî dervişine biri sorar: “Acaba ezan okundu mu?”
-Kulağıma bir ses geldi fakat ezan mıydı, değil miydi, bilemem. Erbabına sor.
-Namaz kıldılar mı?
-Toplandılardı. Elbette kılmışlardır.
-Sen de kıldın mı?
-El kılar da sen durur musun imanım?
*
Bektâşî fukarasından biri, nasılsa bir Ramazan günü oruç tutar. Bayramda bir mecliste otururken orada bulunanlardan biri kemâl-i teessüf ve teessürle “Bu sene Ramazan’dan bir gün kaçırdım” deyince, Baba, “Esef etme imanım, o senin kaçırdığın orucu biz tutuverdik, yabana gitmedi” cevabını verir.