BU sefer de bilimkurgu yapalım istiyoruz. Bilimkurgumuzdaki
en önemli vurgu, bedenlerin değişebilirliği, yani “Benim bedenim senin olsun, senin
bedenin de benim olsun” fikri üzerine. “Bu kurgu aslında çok senaryonun
üretilebileceği bir konuyla ilgili” dersek yalan olmaz. Yalan olmayacak bir
husus da sanırım gerçeğin ta kendisi oluşu. Zira doğduğumuzdan beri aynı
bedende miyiz ki?
Kurgumuza göre bir bilim insanı olan Elif Hanım, kendi
kendine şu soruyu sorar: “Bedenlerimizi neden değiştiremeyelim?” Böyle bir
soru, iki arkadaşın gözlüklerini, kıyafetlerini, çantalarını değiştirmesi gibi
gözlemlerle sonunda aklına gelir Elif Hanım’ın. Düşündükçe düşünür ve aslında
insanlığın bu konuda epey ilerlediğini fark eder. İnsanlar böbrek, ciğer, kalp,
yüz gibi birçok organı karşısındakinden alıp kullanmaktadırlar. Yani değişim
olmuştur zaten.
Elif Hanım’ın değiştireceği ise toptan bir değişim
olacaktır. Siz bir başka insanın bedenini alıp kullanacak, başkaları da sizin
bedeninizi. Burada organ naklinde olduğu gibi, acaba kimse aldığı bedeni geri vermeyecek
midir, yoksa belli bir süre kullanıp sonra geri mi verecektir? Belki daha iyisi,
her iki seçeneğin de olmasıdır.
İnsanlar aralarındaki anlaşmaya göre, ister bedenlerini
karşılıklı olarak değiştirebilme yahut birbirlerinin bedenlerini ödünç alıp
verebilme imkânı vardır. Aslında biraz da karışık bir durumdur bu. Düşünsenize,
karşınızdakiyle vücutlarınızı değiştiniz ama ya geri vermezse ne olacak? Eski
püskü vücudu size bıraktı, nasıl geri alacaksınız?
Bunları düşünürken birden kendi bedenine baktı. Değiştiği
kişi de bedenine rahat rahat bakacaktı. Ayıp olacaktı belki, eğri büğrü yerler
de olmasa daha iyi olurdu ama neyse. Alınan vücudun geri verilmemesi durumunda
nelerin yapılacağı da hukukçuların işiydi ve bilimde de utanma veya ayıp
kavramları olmadığı için sorun yoktu. Yola devam...
Fakat değişecek olanlar farklı cinsten olursa bir
karışıklık çıkmaz mıydı? “Hele ilerleyelim de ona göre onları da çözeriz” diye
düşündü ve çalışma masasına oturdu. Cevabı aranacak soruları şu şekilde
sıraladı: “Değişecek ve sabit kalacak olan nedir? Eğer Elif, Ayşe Hanım’a
bedenini verdi ve karşılığında da Ayşe Hanım’ın bedenini aldıysa, o zaman
kendisi kimdir, Ayşe Hanım kim? Elif ve Ayşe Hanım, bedenlerinin neresindeler
acaba? Elif yahut Ayşe Hanım’ın bilgileri, hatıraları, hatta kabiliyetleri
kendilerinden bir parça mıdır, yoksa bedenlerine mi aittir? Nitekim kestaneli
pilav yapma becerisinin de Ayşe Hanım’a mı geçeceği, yoksa kendisinde mi
kalacağı Elif Hanım için önemlidir. Onca bilgi ve yetenek ne olacaktır?
Düşünsenize, Ayşe Hanım beş lisan biliyor ve iyi de ud çalıyor. Bunlar Elif
Hanım’a, Elif Hanım’daki bilimsel bilgiler de Ayşe Hanım’a mı geçecek yani?
Bu değişim ameliyat gibi bir operasyonla mı, yoksa
dijital veri aktarma gibi bilincin, hafızanın ve birtakım yeteneklerin
aktarılması şeklinde mi olacak? Elif veya Ayşe Hanım vücutlarının yalnızca bir
yerindeyse, diğer vücuda aktarım nasıl olacak?
Bu değişim sonunda beden ve kişinin ne gibi
adaptasyonları sağlaması gerekecek? Yeni vücuda göre elbise, yeni vücuda göre
ayakkabı bulması gerekecek mesela. Yeni vücudun şekeri, kolestrolü, miyop veya
hipermetrobu varsa ona göre bir planlama yapması gerekecek. İlişkiler de buna
göre şekillenecek. Ödünç veya sürekli alınan bedenleri yakınları nasıl
karşılayacak? Eşler, çocuklar, arkadaşlar memnuniyetle karşılayacak mı bunu?
Hep değişmiyor muyuz?
Çalışkan bir bilim insanı olan Elif Hanım amacını
gerçekleştirir. Nasılını ve süreçte yaşananları sizin hayal gücünüze bırakıyorum.
Bu arada ben de “gerçeğin ta kendisi”, yani sahip olduğumuz bedenlerimizin
aslında sürekli bir değişim içinde oluşu ve sadece bedenimizin değil, bizlerin
de sürekli bir değişim, bir başka ifadeyle gelişim veya gerileme içinde
oluşumuz hakkında bir iki şey söylemek istiyorum.
Sizi bilmem ama ben, şimdiye kadar farklı bedenlerde
hayatımı sürdürdüm. Bebekliğimi düşünüyorum mesela, sonra çocukluğum, sonra da
gençliğimi; eğer ayna kullanmasak ve birileri de söylemese, o çocukluk
resimlerinin bize ait olduğunu bilemeyiz bile. Bilebileceklerini iddia edenlere
sözüm şu: “Madem bilebiliyorsunuz, teknoloji olmaksızın bir yaşlılık resminizi
yapın bakalım.”
Böylece bedenlerimizi değiştiriyoruz da bedenimizdeki biz
de değişiyor muyuz dersiniz? Evet değişiyoruz. Eğitim ve toplumsal kültür
dediğiniz şeyler hep bu değişim operasyonlarını yapma araçları. Bedeninizdeki
sizi yeri gelir tanıyamazsınız bile. Bedenimizdeki biz, ne kadar biziz acaba? Sınavda
kopya çeken genç ne kadar kendisidir acaba? Yere düşen ekmeği öpüp başına koyan
delikanlı, kırmızı ışıktan geçerken de aynı kişi mi sizce? Çocuğuna yemeyip
yediren anne, kaynanasının çocuğuna düşkünlüğüne kızan aynı kişi midir, ne
dersiniz?
Ya kendinden güçsüze dayılanan, kendinden güçlüye yayılan
kişi için ne demeli? Önümüzdeki yaz tatili için şimdiden takside girip sonsuz
hayatı için zerre hazırlık yapmamak da aynı kişinin işi olabiliyor veya biz
aynı kişi zannediyoruz. “İnsan yedisinde neyse, yetmişinde odur” derler, gel de
külahıma anlat!
Belki şöyle de diyebiliriz: “Bir insanın değişmezliği veya aynı kişi oluşu, değerleriyledir.” Aynı bedende bile değişebilen insanlara da “Değerlerinin olmayışıyla ne idüğü belirsizdirler” denebilir mi? Ama bence yine de bu değişimin bilimkurgusunu görmekte fayda var. Bunun filminin çekilip çekilmediğini bilmiyorum. Çekilmemiş bile olsa, o filmi hayal edip neden izleyemeyelim ki? O filmi üretenler de senin benim gibi biri değil mi sanki?