Bedenini arayan ruh: 15 Temmuz

15 Temmuz’un birinci yılında “mumyalanmış zafer” gösterileri olur da ruhsuz analizler devreye girer ve üç ahtapot hayalet görünür kılınmazsa, o zaman millî irade 2019’da tekrar devreye girecektir. Ancak bu sefer kendi demokratik ve sivil gücünü kullanarak hayaletleri kendi imkânlarıyla görünür kılacaktır.

Hayalet ve ruh savaşı

15 Temmuz gecesinde yaşadığımız Türkiye’yi işgal saldırısında milyonlarca şahit, yüzlerce şehit, binlerce gazimiz oldu. Millî irade bu saldırıya canıyla, kanıyla engel oldu.

Saldırıyı gerçekleştiren, ölüm kusan uşak ve ruhsuz hainler, yirmi dört saat geçmeden yakalandılar ve cezaevlerine gönderildiler. Şimdilerde mahkemelerde yalan, iftira ve sulandırma amaçlı savunmalarla zaman kazanmaya çalışıyorlar. Ancak her şey o kadar net ve suçüstü belgelerle tespit edildi ki hak ettikleri cezalara çarptırılacaklar. Bu konuda “şüphe” ve “geç gelen adalet” söz konusu olmayacak.

Ancak FETÖ ile mücadele kapsamında yapılan tutuklamalar, memurluktan atmalar, açığa almalar ve en önemlisi de “FETÖ” damgasını yiyenlerin sayısının yüz binleri bulması, beraberinde önemli bir sorunu da tetikledi: Hayaletler!

Evet, ancak “hayalet” betimlemesi ile izah edilebilecek olaylar zinciri, kafa karıştıran operasyonlar, kamuoyunu meşgul eden ve çelişkilerle dolu “sanık listesi” süreci, beklenen “hayalet”i davet etti: “Kontrollü darbe”!

Milyonların sadece gözü önünde değil, bizzat içinde tanık olduğu ve failleri belli, saldırı şekli belgeli bir “darbe” ortada iken, millî iradeyi “birlik” ve “dirlik” içinde tutmayı hedefleyen ve “Yenikapı ruhu” olarak tanımlanan dayanışma mitingine katılan ana muhalefet partisi CHP’nin lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun neredeyse AK Parti’yi darbe yapmakla suçladığı “kontrollü darbe” (kara) propagandasının gündem oluşturma gayreti bize bir tuzağı hatırlatıyor: 15 Temmuz ruhuna suikast!

Bu, şu demek: “FETÖ aktif!”

Peki, FETÖ nasıl aktifleşebiliyor?

Bizce bunun cevabı net: Hayaletlerle… Hayaletlerin en büyük hedefleri de “15 Temmuz ruhuna suikast” düzenlemek. O zaman bizim 15 Temmuz ruhunu doğru tanımlamamız ve tanımamız gerekiyor.

15 Temmuz ruhuna ilişkin “millî ve yerli ruh” gibi oldukça sofistike ve romantik söylemlerin haklı ve gerçekçi payı var; ancak bu ruh, “Rabia” olarak tanımlanan dört ana değerin “Tek millet, tek devlet, tek vatan ve tek bayrak!” şiarındaki ruhunu anlatmaktadır. Oysa 15 Temmuz ruhu, Rabia ruhu değil, sadece o geceye özgü ortaya konulan bir ruhtur: “Kurtuluş ruhu”…

Kurtuluş ruhu, millî ruhun kanat açmasıdır. “Ruh, kanatlarını açabildiği genişlikte beden ister ve ancak öyle bir bedende görkemli kanatlarını hareketlendirerek o bedeni kahramanlaştırır” ölçüsü gereği, 15 Temmuz ruhu da “kurtuluş ruhu” demektir. Çünkü millî ruh, bazen mimarideki estetik doktrini, bazen musikideki nağmeleri ve bazen de inançtaki kişilik sahnelemeleriyle kendini farklı bedenlerde gösterir. Yani millî ruhun çok farklı tecellileri vardır. Ancak millî ruhun en görkemli görünümü “kurtuluş hareketi”dir.

Kurtuluş hareketi genellikle kuşatma, kilitlenme, saldırı, işgal veya savaş durumlarında ruhun kanadı olarak açılır. Kuşkusuz bu kanat açılımı bazen özgürlük, bazen sadakat, bazen de varoluş için hareket hâlindedir. Peki, 15 Temmuz kurtuluş ruhu hangi kategoridedir? Bir başka ifadeyle sormak gerekirse nelerini kimlerden kurtarmak peşine düşmüştür ve kendisini kuşatmak, işgal etmek isteyen güçler kimlerdir?

İşte bu noktada hayaletler devreye girmektedir!

15 Temmuz ruhunun kanatlarının açılmasını engellemek için yerinde, yani içinde olduğu millî bedende (ki o Rabia ile ete kemiğe bürünmüştür) kanatları kırılmış ve bedeni ile iletişimi kesilmiş hâlde, ruhun “ruhsuz” işlevde olması için hayalet(lerle) saldırılar devreye girmiştir. Yani 15 Temmuz’da durdurulan uçak, tank ve silahlar yerine hayaletler saldırmaya başlamıştır.

Öyleyse 16 Temmuz’da saldırıya geçen hayaletler mevcuttur ve saldırılarını örgütlü şekilde arttırmaktadırlar. Peki, bu hayaletler nelerdir? Adlarıyla müsemma “hayaletler”, dediğimiz bu saldırı adreslerini acaba “görünür” kılabilir yahut bize bu konuda imkân sağlayabilirler mi?

Hatırlanacağı üzere “Hayalet Avcıları” isimli bir film serisi vardı. Filmin bir sahnesinde odada lambalar patlıyor, sandalyeler uçuşuyor ancak hayaletler görünmüyorlardı. Hayalet Avcıları’ndan bir ekip, hareket olan yere gaz sıkarak hareket ânını yakalamaya çalışıyor ve bunu başarabilirse işte o zaman görünmeyen hayalet, görünür hâle geliyordu. Ancak görünür hâle gelse de hayalet yapacağını yapmaya devam ediyordu. Ta ki Hayalet Avcıları içindeki ikinci bir ekip bu görünür hayaleti kafesleyene kadar…

Ancak 15 Temmuz sonrası onlarca farklı hareketlenme oldu, fakat o hareketleri ânında yakalayan ve onu yapan hayaleti görünür kılan “gaz” bulunamadığı için maalesef söz konusu hayaletler operasyonlarını sürdürebildiler. Kaldı ki, “küçük hayaletler”den bazıları görünür kılındığında ortaya çıkan isimlerin AK Parti kurmaylarından bazılarının aile fertleri olması da iyice can sıktı ve kafa karıştırdı. Oysa şu unutulmaktadır: Hayaletlerin hedefinde “ruh” vardır ve bu ruh, 15 Temmuz ruhu olan kurtuluş ruhudur. Bir başka ifadeyle söyleyecek olursak; hayaletleri avlayamıyoruz ama bu arada korumamız gereken ruhu nasıl koruyacağımız noktasında da aciziz.

Tam da bu noktada, “Kurtuluş ruhu nasıl korunabilir ve hayaletlerin bu ruha zarar vermemesi için ne tür tedbirler almak gerekir?” sorusunun cevabını 15 Temmuz’un birinci yıldönümünde iyice düşünüp hazırlıklar yapmak gerekir.

Başlamamış zafer

15 Temmuz darbe girişiminin durdurulduğu doğrudur. Ancak “Darbecilerin ve darbeci aklın sonlandırılması dolayısıyla bir ‘zaferden’ bahsedilebilir mi?” diye düşündüğümüzde, bu cevaba sanırım milyonlar “Hayır” diyecektir. Çünkü savaş devam etmektedir. Eski savaşların tecrübesiyle söylenirse, “sahada kazanıp masada kaybetmek” diye vurgulanan aşamalar söz konusudur. Bu noktada FETÖ ile mücadelede “sahada kazanmak” diyebileceğimiz bir sonucun bile alındığından emin değiliz. Çünkü yüz binleri bulan yargılama süreci devam ederken “FETÖ’nün siyasî ayağı” başlığı altındaki beklentilere karşılık verilmemesi ve CHP’nin “kontrollü darbe” (kara) propagandasında aldığı mesafe hepimizi tedirgin etmektedir. Peki, ne kadar ve hangi alanlarda tedirginliğimizde haklılık payı vardır?

FETÖ ile mücadele, kuşkusuz çok yönlü olmak durumundadır. Siyasî, askerî, kültürel, dinî, bürokratik ve iktisadî birçok yönü içerdiği gibi, tüm bu yönlerin “bütünleşik” olması zorunludur. Ancak bu bütünleşik mücadelede zafiyetler söz konusudur. Çünkü mücadele, “FETÖ’yü devletten temizlemek” formunda sürdürülmek isteniyor. Oysa FETÖ’nün girilecek ini devletin içi değildir. Aksine devlet FETÖ için “in” değil, “ova” hükmündedir. Dolayısıyla ovadaki av süreğenliği sonuç vermeyecektir. Tıpkı PKK ile mücadeledeki stratejik hatalar sebebiyle kırk yıldır aynı sürünceme durumunda kalınması gibi… Çünkü PKK ile mücadele de ovada sürdürülmek istenmiştir.

Oysa PKK, kendi inlerinde yıllarca rahatlıkla besleniyor, hazırlık yapıyor ve istediği zaman sahaya inip operasyon yapıyordu. Hatta öyle bir aşamaya geldi ki, ovada kendine insan kaynağı da bulabildi. Siyasal ve kültürel örgütlenmelerle öyle başak verdi ki, Türkiye Cumhuriyeti, “Çözüm Süreci” başlığı altında bu insan kaynağını kontrol etmek durumunda kaldı. PKK ile mücadelede gösterilen zaaflar gösteriyor ki, FETÖ ile mücadele de aynı şekilde yürütülüyor. Bu zaaflar görülmedikçe 15 Temmuz zaferinden bahsedilemez. Peki, nedir bu zaaflar?


İstihbarat ve istirahat

Bugün FETÖ’nün uluslararası bir “istihbarat örgütlenmesi” olduğu anlaşıldı. Oysa 17 Aralık’tan önce iktidarın en önemli destek verdiği oluşumlardan biriydi. Demek ki, iktidarın fark etmekte gecikmesi sorunu bir gerçeğe işaret eder: FETÖ istihbaratta, MİT istirahatte!

MİT’in “istirahat” döneminden bahsetmek mümkün mü? Mümkün! Çünkü FETÖ, vardiya ve nöbet usulü bekçilik yapan askerî bir muhafızlık gibi “paralel MİT” diyebileceğimiz bir güce erişmişti. Nitekim Hakan Fidan’ı sorgulamak amacıyla yaptıkları operasyonlar da bu güç ve cesarete erdiklerini göstermektedir. O zaman kilit sorulardan ilki şudur: 15 Temmuz’dan bu yana MİT ne aşamadadır?

Görülen o ki, yavaş da olsa MİT kendi paralel dokusunu tespit etmektedir ve böylece tasfiye süreci devam etmektedir. Ancak FETÖ MİT’ten vuruşarak çekilse de, farklı ülkelerin istihbaratlarına taşeronluk yapan “tetikçi örgüt” aşamasını aktifleştirmiştir. Bu bağlamda MİT, FETÖ’ye uluslararası alanlarda operasyon yapmak durumundadır.

Örneğin FETÖ’nün üst düzey yetkilileri içinde bazı isimlerin, bulundukları ülkeden derdest edilip getirilme örneklerine rastlanmaması, FETÖ’yü bulundukları ülkenin istihbaratları tarafından korunduğunun hem delilidir, hem de MİT’in millîleşmesinde gerekli olan zaman ve eforun devam ettiğine işaret etmektedir. Dolayısıyla mücadele edilen ilk hayalet “istihbaratlardır”.

Kuşkusuz FETÖ istihbarat ile yüksek performans içinde iken uyanık olması gerekenlerin istirahat hâlinde oldukları anlaşılmıştır. Hatta betimleme olarak söylersek eğer, bizzat FETÖ’nün masraflarını üstlendiği “tatiller” havasında kalınmıştır.

Tam da bu bağlamda, FETÖ ile mücadelede MİT’in kendi istihbaratı üzerinden elde ettiği “örgüt” listesi ve özelde ByLock kullanımından yola çıkılarak elde edilen on binlerce “potansiyel FETÖ’cü” isim datası önemli bir mesafedir. Bir anlamda “MİT arama motoru” verimli çalışmaya başlamıştır. Bu motorun aramasına takılan isimlerin genele yakını, gerçekten FETÖ üyesi olmak noktasında suçlular. Ancak MİT motoru dışında çalıştırılan ikinci bir arama motoru daha devreye sokulmuştur. İşte “hayaletler” de o zaman devreye girdiler!

Bu motor, “kamu motoru” diyebileceğimiz ve bürokrasi içinde oluşturulan “FETÖ tespit komisyonları”dır. Daha açık ifadeyle, hayaletleri kafeslerinden salan stratejik hata işte bu “kamu motoru” masalarıdır! Nitekim aylar içinde on binlerce insan FETÖ kapsamında açığa alındı, işten atıldı veya içeri girdi, fakat haftalar içinde yine binlerce kişi “Mağdur edilmiştir” kaşesiyle görevine iade edildi veya salındı. Bu, stratejik bir hata idi. Çünkü FETÖ bürokrasi içinde güçlü idi ve asıl görülmeyen zaaf, bürokraside FETÖ ile hiç ilgisi olmayan ama Erdoğan’ı sevmeyen tüm muhalif bürokratların “Fırsat, bu fırsat!” denilerek mağdurların sayısının köpürtülmesinde yaşandı.

Âdeta “FETÖ kapsamında kamu arama motoru” diyebileceğimiz masaların ortaya çıkardığı ortam, “At izi, it izine karıştı” ifadesiyle kabullenildi. Ancak FETÖ’nün “ahtapot hayalet” olarak tasvir edilmesi sebebiyle, kesilen kolların dışında farklı kolların ortaya çıkması “normal ve anlaşılır” görüldü. Bir başka ifadeyle, FETÖ bir kolunu göstermedikçe o kol tespit edilemiyordu. Buna bir de “vatandaşın çene motoru” diyebileceğimiz dedikodu kültürü eklenip özellikle sosyal medya üzerinden şişirilince, algı yönetiminde de zafiyetler artmaya başladı.

Bu ortama istihbaratların cirit atmasının yanında istirahatte olan teşkilatlar eklemlenince, “Darbe geliyor!”, “Suikast olacak!” haberleri konfeti gibi etrafa saçıldı.

İstihbarat hayaletlerini görünür kılacak ve kafesleyecek çalışmaların yine MİT tarafından yapılmak durumunda olduğu aşikârdır. Bu “ahtapot kolları”nın kaç koldan oluştuğu ve hangi adreslerle ilişkili olduğu konusu, MİT’in artık özel gündemi ve kişisel performansına bağlı çözümlenecektir. Allah’tan istirahatte olanlar çok olsa da, yerli ve millî istihbarat duyarlılığı taşıyan kahramanlar görev başındalar.

Ancak MİT’in çözemeyeceği dev hayalet ahtapot, varlığını sürdürmektedir: “Gülenizm”!

“Son Gülen” kim olacak?

Gülenizm, aslında “izm” ölçeğinde bir doktrin veya entelektüel bir akım derinliğinde değil. Ancak madem düşman “FETÖ” diye isimlendirilmiş, o zaman “FE” vurgusunun açılıma ihtiyacı var. Bizce bunun açılımı, “Gülenizm” diye tanımlayacağımız bir zihniyettir. Çünkü taraftarları, Gülen liderliğindeki süreci gerçekten “izm” tanımına uygun bir psikoloji ile anlamış, yaşamış ve sağa sola saldırmıştır. Peki, “izm” ekinin kodları neler? Gülen ölse bile onun bıraktığı bu zihniyet kodları neler?

Gülenizmin en önemli özelliği, “ruhsuz” ama “hayalet” gücüne sahip olmasıdır. Bu anlamda bir çeşit “münafık zihniyeti” diyebileceğimiz bir tarzı var. “Münafık” kavramı, “gizli İslâm düşmanı” olarak politize edilmiştir. Doğrudur, bu yönü de var münafıklığın. Ancak münafıklığın özünde “İslâm düşmanlığı” yoktur, “güce tapmak” vardır. Müslümanların güçlü olduğu ortamda çıkması da bundandır. Değilse, Müslümanların zayıf olduğu zamanlarda Müslümanların arasına girmiş ajanlardan bahsedemeyiz. Nifak sahibi münafık, “güce tapmak, güç için her yolu meşru görmek ve güçlü karşısında uşaklık etmek, gücü elde ettikçe gaddarlaşmak” gibi bir “final güç” özelliği taşımaktadır.

Gülenizm, toplumdaki tüm güç odaklarına asılmak ve güce karşı zaaf gösteren herkesi kullanmak gibi tüm kılcal damarlara nüfuz etmek noktasında oldukça becerikli davranmıştır. Dolayısıyla FETÖ ile mücadele, aslında toplumun nifak ve münafıklıkla yüzleşmesini zorunlu kılar. Yani FETÖ’nün güç temerküzünden beslenmesine müsaade eden zaaf, aslında toplumdaki güce karşı edilgenlik hâlleridir.


Unutmayalım, münafıklık bir “zihniyet hayaleti”dir. Gülenizm ise bu hayaletin uluslararası kolları olan bir dev ahtapot hâlidir. Nitekim FETÖ’nün siyasî ayağındaki direnç tam da bu zaafın aktif olmasındandır. “Adalet fakire mi? Peki ya güçlüye?” sitemini haklı çıkaracak birçok olayın gerçekleşme sebebi de işte bu “nifak” hayaletinin işbaşında olmasındandır. Üstelik nifakın en önemli yeteneklerinden biri, suç ortaklarından birini kurban seçmesi ve geride kalanları bu kurban üzerinden aklamasıdır.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, “Acırsak, acınacak hâle geliriz!” şeklindeki uyarısı bu nifaka işaret ediyor olsa gerektir. Ancak unutulan bir şey var: Nifak, imanın benzeri olmayı görüntü ile verebilmek gibi bir yeteneğe sahiptir. Nitekim FETÖ’yü deşifre edecek en önemli örgütlenme şeması askerî, siyasî ve bürokratik hiyerarşiler değil, para trafiğidir. Çünkü münafıklığın kuluçkası “para”dır.

Görüldüğü üzere FETÖ, para sayesinde direnebiliyor ve uluslararası birçok adresi satın alıp tetikçilik yaptırabiliyor. 17 Aralık öncesi kurulan ilişkilerde “para dünürlüğü” diyebileceğimiz ağa takılmış isimlerin “Sıra bana da gelecek!” panik atağı içinde, özellikle para ilişkileri deşifre olmasın diye birçok FETÖ’cüye “kefaletle serbest bırakmak” yolunu kullanması ve hatta küçük çapta da olsa “yargı borsası” oluşturulması, hep bu nifakın benzini olan “para” ile ilişkilidir. Çünkü gücün başkalarını maşa olarak kullanabilmesinin en “parmak izi bırakmayan” metodu parasal ilişkiler kurmaktır. Çünkü para, “elin kiri” gibi ironik bir marifete sahiptir.

O zaman şunu söyleyebiliriz: İstihbarat hayaletinden sonra ikinci büyük ve çok kollu hayalet, “para ahtapotu”dur ve Gülenizmin bir “iktisat ahlâkı” (!) geliştirdiğine işaret etmektedir.

Son olarak üçüncü çok kollu büyük ahtapot ise “medya”dır. FETÖ’nün gündem oluşturma gücü, medyayı kullanabilme ve konuşlandırabilme becerisidir. Nitekim FETÖ’nün ulusal ve uluslararası medya gücü hâlâ kendini güncelleyebilmektedir. Peki, bir hayalet olan medya ahtapotunun kollarıyla sarıp öldürücü olabildiği en kuvvetli yönü nedir? Bizce söz konusu “ruhsuzlaştırma” becerisidir. Tam da bu noktada 15 Temmuz ruhuna saldıran asıl ahtapot bu hayalettir!

Nitekim 15 Temmuz ruhuna saldırarak bu ruhu hissizleştirme gayretleri, ulusal ve uluslararası medya adreslerinde ciddî mesafe almıştır. Maalesef 15 Temmuz sonrası 15 Temmuz ruhunu yaşatacak medya rolleri FETÖ’ye kaptırılmıştır. Çünkü 15 Temmuz “zafer” edası ve erken başlatılmış kahramanlık hikâyeleriyle kısa sürede tüketilmiş, âdeta ruh bedene girmeden beden mumyalanmıştır. Bu beden, üstelik “zafer müzesi naaşı” gibi çoktan sergilenmiştir.

Oysa en basitinden, 15 Temmuz şehitlerinin yakınları bile, bekledikleri destek konusunda ve gündem oluşturma enerjisinin kaybedilmesinden sitemkâr şekilde bahsetmeye başlamışlardır. Aslında kastedilen, “hainlerin cezalandırılması” değil, “şehitlerin onurlandırılmasıdır”. Bu onurlandırmadan kasıtsa “özlük hakları” değil, 15 Temmuz ruhunun canlı tutulmasıdır. Yani hayalet ahtapotların saldırdığı o ruhtur. Peki, bu ruh ve onun kanatları nelerdir? Hatta kaç kanatlıdır?

Bu noktada sadece bir kanat kıpırtısı hatırlatmasıyla yetinelim. Çünkü uzun yıllar bunu konuşmaya şimdiden mahkûmuz!

Dondurulmuş ruh

15 Temmuz ruhunun varlığı kuşkusuz “millî irade”dir, milletin iradesidir. Dolayısıyla milleti millet yapan değerler etrafında, millet aidiyetinde yabancılaşmamış toplumun her kesiminin katılımıdır. Ancak kısa sürede bu irade odak noktasından ve hatta ana enerji olmaktan çıkarılmış ve yerine “devlet aklı” konulmuştur. “Devlet hâllediyor” propagandası işletilmiş ve âdeta “Ey millet! Demokrasi nöbetleri bitti, siz eve gidin. Artık iş devlette” denilmiştir. Ancak kısa sürede devletin işi yüzüne gözüne bulaştırdığı propagandası kafa karıştırmış, hatta ciddî taraftar bulmuştur. Bizce bu rol kaymasını üç hayalet (uluslararası istihbarat ve yerli işbirlikçileri, Gülenizm -yani güç nifakı esirleri- ve medya) gerçekleştirmiştir.

Özellikle 15 Temmuz ruhunda odaklanması gereken medyanın kısa sürede alıştığı “Erdoğan’da odaklandırma” huyu devreye girmiş ve 15 Temmuz’un kilit rolü, millî iradeden Erdoğan’a kaydırılmıştır. Ancak bu da bir FETÖ tuzağı idi ve nitekim kısa sürede “Darbe’yi Erdoğan plânladı” içeriğindeki “kontrollü darbe” algısı devreye sokuldu. Oysa “kontrollü darbe” iddiası bizzat halka saldırmak ve halkı suçlamaktır. Ancak halk bile “kontrollü darbe” lâfından işkillenmiş ve “Şehitler bir kumpasa kurban gitmiş olamaz!” dip dalgasına kapılabilmiştir.

Kuşkusuz halk FETÖ’yü deşifre etmiştir ve “kontrollü darbe” hezeyanına prim verecek değildir. Ancak odada lâmba patlatan veya sandalye uçuran hayaletin görünür kılınmasını ve ardından kafeslenmesini de istemektedir. Bu beklenti, “fay hattı kırılması” gibi bir enerjiye de dönüşmektedir. Bu enerji 2019’da kırılacaktır. Ama ay veya günü belli değil.

Özetle, 15 Temmuz’un birinci yılında “mumyalanmış zafer” gösterileri olur da ruhsuz analizler devreye girer ve üç ahtapot hayalet görünür kılınmazsa, o zaman millî irade 2019’da tekrar devreye girecektir. Ancak bu sefer kendi demokratik ve sivil gücünü kullanarak hayaletleri kendi imkânlarıyla görünür kılacaktır.

Unutmayalım, halk gaza gelirse hayalet avcısı olur! Ancak halkın eline tutuşturulan gaz, sadece bazı hayaletleri görünür kılabilme özelliğine sahip olabilir. Ve bizzat halkın gaza gelip gaz vermesiyle asıl üç ana büyük ahtapot, hayâli varlığını sürdürmeye devam edebilir.

Hayaletler savaşının devam ettiği bir süreçte “zafer”den bahsedilemez. Çünkü başlamamış zaferi kutlayanlara neler olduğu noktasında tarih ibretlik tablolarla doludur.