MALÛM, “tedhiş”
kelimesinin sözlükteki anlamı epey bir zamandan beri “terör” hâlini almış
durumda. Ondan önce “anarşi” olarak ifade edilmekteydi. Bu yazımızda tedhişin
“anarşi” anlamının sahip olduğu alanda dolaşacağız. Ama anarşinin terör olmayan
gerçek mânâsından hareket ederek oluşturacağız makaleyi.
Öncelikle anarşinin ne olduğuna bir bakalım.
Kelime, Yunanca “archos” ve “an” kök ve ekinden türetilmiş ve “yöneticisiz”
mânâsını içermekte. Türkçedeki tam karşılığına “başsızlık” ya da ‘başıbozukluk’
da denilebilir. Kelimenin terim olarak
anlamı ise başsızlığın sosyoloji ile temasından türemiş ve bu mânâda yakın bir
tarif bulmuş kendisine. Yani anarşizm, toplumsal disiplini ve kamu otoritesini,
hiyerarşiyi ve düzene dair her şeyi ret ve berhava eden sosyofelsefik bir fikrî
akım olarak bilinmekte.
Anarşizm hareketi, politikanın ve ona
bağlı olarak yönetimin merkeziyetçi hâlini reddeden, özyönetim ve otonomiyi
savunan fikirleriyle ilgi çekmekte. Özgür fertlerin gönüllü etkileşimine
dayalı, bireyin ve toplumun etkilendiği ölçüde söz sahibi olmasını savunan anarşizm,
birtakım kurallara ve bu kurallara uymayı mecbur eden kurumlara, içtimaî
birliktelik içerisinde boyun eğme gereğine ve disiplinli hiyerarşiye temelden
karşı olan bir akım. Peki, karşı çıkmadığı nedir anarşizmin? Söz konusu akım
her yerde, her durumda ve her zamanda “gönüllülüğe dayanan toplum” yapısını
önerir. Yani tek karşı çıkmadığı sosyolojik duruş budur.
Anarşizmin çeşitliliği
Tabiî atlamadan geçmeyelim ki,
anarşizmin yukarıdaki tarihle sınırlı tek bir hareketi ifade etmediğini söylemek
lazım. Bu felsefe, bir hareketler demetidir. Yani anarşizm, kendi kavramı
içinde dahi anarşiye meyyal bir anlayış sayılabilir. Anarşistlerin farklı
alanlarda, birbirine benzemeyen, hatta taban tabana zıt görüşleri
bulunabilmekte. Örnek vermek gerekirse, anarşist komünizmin yanında anarşist liberalizm,
hatta anarşist Hıristiyanlık’tan bile söz etmek mümkün.
Denildiği gibi en bilinen hâliyle
anarşizm, gelenekçi siyasete karşı duruşuyla meşhur bir felsefik alan olarak
yer tutmakta kavramlar sözlüğünde. Bu anlamda, “Devletsizlik, bu akımın olmazsa
olmazıdır” dense yeridir. Bunun yanı sıra iddia o ki, (ilginçtir fakat) “şiddetsizlik”
de bu felsefenin temel ilkelerinden biri olarak bilinmekte. Nasıl olacaksa?
Anarşizm, aslında bir “anarşizmler
yumağı”dır. Bunlardan biri “Zerzan anarşizmi” olarak yer tutmakta zihinlerde.
Ve bu akım, insanoğlunun “medeniyet” adı altında bulup ettiği her şeyi, kültür
müktesabatını ve hatta teknolojiyi dahi yok etmeyi önermesiyle ünlü. Öyle ki, insanlığın
geriye gitmesi, Taş Devri’ne dönerek Neandertalizm noktasında kendisini
dondurması önerilmekte bu akımın disiplini içerisinde. “Bir bakıma her şey
sıfır noktasında donmalı” diyebilmekte.
Bunun dışında Anarko-komüncüler,
Malatestacılar, Dadaistler, Liberterler, hatta Genel Grevistler çeşitli
dönemlerde felsefeyi temsil etmişlerdi. Çeşitli konularda çok çeşitli
felsefeciler de “anarşik felsefeye” katkı sağlamışlardı: Stirner, Bakunin,
Kropotkin, Godwin, Rothbard vs.
Anarşizmin genel çeşitlerinden biri de
“Bireyci Anarşizm” başlığı altında toplanabilir. Bu türde askerlik, polis ve
benzeri kurumlar reddedilmekte. Hatta bu anlayışta devlet yoktur ve buna bağlı
olarak herhangi bir genel kanundan da söz edilemez. En sonunda, “bir toplum
bile yoktur bu anlayışta”. Nasıl olacaksa?
Anarşistlerde genel kanı şöyledir: Yönetimsizliği
ana ilke kabul eden anarşizm, düzenin sağlanmasını doğal hâle bırakmakta. Buradan
hareketle kendi kendine işleyen bir ahlâk düzeni, dayatmaları kaldırılabilir.
Bu isim altında önerilenin örneği, insana göre bir alt canlı türü olan
hayvanlar arasında, özellikle ormansal yaşamda gözlemlenebilir.
Anarşizm hareketleri içerisinde biri vardır
ki, bizce en ilginci bu olsa gerektir. Mevzubahis tür sadece “Anarşizm” olarak
adlandırılmakta. Onun Komünist Anarşizm ya da Kolektivist, Mutualist, Bireyci,
Anarko, Sendikalist veya Yeşil gibi sıfatları bulunmamakta. Yani bu anlayış,
söz konusu felsefî akımın sıfatsız formu olarak bilinmekte. Tarihçi Esenwein’in
ortaya attığı bu akım, tüm anarşist ekollerin bir arada bulunduğu, ortak bir
dünya öngörüsü ya da arzusuna dayanmakta. Yani dünyanın bir yerinde Yeşil
Anarşizm varken, bir başka yerinde Sendikalist Anarşizm veya Malatesta’nın
şiddet özgürlüğünü savunan anarşizmi, bunlarla birlikte Evrimci Anarşizm, hatta
Ghandi’de olduğu gibi Boykotçu Anarşizm, Proudhon Kooperatifizmine dayanan
Cemaatçi Anarşizm neden olmasın?
Evet, özet olarak Anarşizm bu!
Batı’nın zihin cinayeti
Dünya hâkimiyeti ve buna bağlı olarak
medeniyet olgusu Doğu’dan Batı’ya geçtikten ve adaletli cengâver Türkler
1699’da, Viyana önünde yenildikten sonra olan oldu, ölen öldü. “Meluniyet
dönemi” denilebilecek çöküş devri başlatıldı. Zaten derin tedhişin sistematik
olarak mobilize edilmesi de aynı döneme rastladı.
Gerek yukarıda saydığımız anarşizm
çeşitlerinin kolektif cariyeti olarak sıfatsız (ya da topyekûn) başlıksızlık
anlamında Malatestocu Anarşizm ve gerekse aynı kasada bulunan Esenwein’in
“Terörcü Anarşizm” anlamında olabilecek tüm melunik menfiyat “meluniyet dönemi”
içerisinde yer buldu, yaşandı/yaşanmakta.
Dünyanın bildiği ve “devletlerin
karşılıklı anarşisi” diyebileceğimiz savaş hâline, insanlık Habil ve Kabil
olayından itibaren dövüş ve kavga ölçeğinde başlamıştı. Zamanla bu hususa devletlerarası
komplolar dâhil oldu. Ve en sonunda da kapıda beslenen köpek tayfası
mânâsındaki terör örgütleri davet edildi sahaya. Ve bu yeni harp türüne “vekâlet
savaşları” etiketi yapıştırılarak topyekûn ya da Kolektif Esenweinizm masumlaştırıldı.
Bu paragrafın hülâsası olarak Doğulular, sadece resmî ordular arasındaki harbi
bilirken “gerilla tipi harp” de denilen teknik onlara yabancıydı.
Ancak doğal olarak Doğu’da da zaman
zaman toplumu ve bireyi ifsat etme girişimleri olmuştu. Evet, olmuştu ama hemen
söyleyelim ki bu girişimler, lokâl atraksiyonlar olarak kalmış ve
sistemleştirilmemişlerdi. Batılılar ise klasik savaşı dahi bir sisteme
bağlayarak, insanın insanla, toplumun toplumla ve devletin devletle
cedelleşmesini önce “husumet” çizgisine çevirmişlerdi. Böylece husumeti masum
kuşaklara dahi yaydıkları görüldü. Batı’nın her şehrinde birkaç tanesine rastlanma
imkânı olan filozoflar eliyle sistemleştirildi bu. Uzun tartışmalar sonunda
felsefesini üretti ve “loji”sini bilim müktesebatına dahi soktular. Bu
minvalden olmak üzere, yukarıda uzun uzun anlattığımız konuyla beraber anarşizm
ve onun içinde bir sayfa tutan terörün bile adı başka: “Terörizm”…
Bütün bunlar tarih katmanlarında yaşana
yaşana geldi ve muvazi olarak yazıldı, çizildi ve analizi yapıldı. Bu hususu
tekrarlamak niyetinde değiliz. Bu yazının konusu daha içrek bir anarşi uzantısı
olarak “beden iklimi anarşizmi” anlamını da içeren “derin tedhiş”.
Nice zamandan beri aklımızda bir başka
makale başlığı var: “İnsan Kâinat”… İnşallah ileride yazarız. Orada diyeceğimiz
o ki, “Biz insanlar ‘birey ambalajı’ içerisinde toplum taşıyan şahsiyetleriz ve
hepimiz devlet taşımakta olan birer evreniz. Biz insanlar kendimize bakar bakar
da bir basit kişi mi sanırız baktığımızı? Oysa içimizde ne âlemler saklıdır,
bir bilsek… Meâlen, söylemi büyüten kişi Hz. Ali. O, bizim ambalaj içinde
gördüğümüz en büyük hâl olarak evreni büyüttükçe büyütüyor ve ‘aaklı âlemler’
şeklinde çoğaltıyor”.
Dememiz o ki, “topyekûn anarşizm”in uyguladığı sistematik ve ilmi oluşturan meluniyet birikimini toplumlarda ve devletlerde denemesi bir hakikat olur da hedef tahtasında birey/fert olmaz mı?
Anarşist eğitim
“Eğitim” deyince aklımıza eski karşılığı
olarak “terbiye” gelmekte ve bu minvaldeki her türlü etkinliği olumlarız doğal
olarak. Yani en kısa şekli ile “Eğitim, olumlu/müspet bir edinimdir” diye tarif
edilebilir. Oysa kötülükler de bir eğitim sürecinin sonucu değil midir? Meselâ
bireye -ta küçükken başlamak kaydıyla- hırsızlık ve benzeri tüm kötülükleri
öğretme işi de bir eğitim devinimidir. Ve ona, yani öğrenciye bütün bu anti-hasletleri
sindirten usta hırsız da bir muallim/öğretmen ya da öğretici sayılır.
Teşbihteki gibi bir çocuk ya da yetişkin için ahlâk nedir? Elbette bir muallim aracılığıyla öğretilen her türlü kötü menhiyat, bu örnekte de ahlâk yerine geçer. Onca suça karşı ne yaparsanız yapın, söz konusu fert, kendi ahlâksızlık anlayışının karşısında evrensel ahlâkı kabullenemez. Hemen söyleyelim ki, elbette Doğulular da bireyin ahlâksızlaştırılması konusunda asla sabıkasız değildirler. Lâkin söz konusu muallim gözetiminde ahlâksızlığın ahlâk diye öğretildiği kişinin yetişmesinde Batı tekniğinden farklı olarak hırsızlığın ahlâk dışı bir eylem olduğunun bilincinde yetiştirir hırsızlarını. Yani Doğu’da hırsızlık, hırsızlıktır ve suçtur, günahtır, ahlâk dışıdır. Buna rağmen hırsız çalar. Oysa Batı tekniği böyle değildir. Söz konusu mentalite içerisinde Doğuluların anlayamayacağı bir “kötülük ahlâkı” sistemleştirilmiş durumdadır. Yani biraz abartarak söylemek gerekirse, hırsızlık da mesleklerden bir meslektir. Onu suç hâline getirense, toplumun ya da kamunun koyduğu kurallardır sadece.
Söz konusu bu ölümde kullanılmış olan cinayet ya da intihar aletleri anlamında testere, bıçak ve satır kabilinden silah olarak elde var “anarşizm”! Batı aklı sayesinde kotarılmış olan bu silah “kalp ve beyin bağlantısını koparalı çok yıllar olmuş” durumda: 300 sene!
İşte üç yüz küsur yıldır “anarşi medeniyeti”
diyebileceğimiz Batı hâkimiyeti, birey üzerinde çalışmaktaydı ve ne yazık ki bu
arzusuna erişmiş durumda. Yani insanın beyninin işletim koduna anarşizmin zerki,
başarılı (!) bir sonuç vermiş durumda. Böylece birey için de yeni bir ahlâk anlayışı
doğmuş denilebilir. Buna “anti-ahlâk anlayışı” adını koymakta da bir mahsur
bulunmamakta kanaatimizce. Bu tür ahlâk anlayışının kanunlar karşısında bir
yaptırımı olmasına rağmen bireyin anlayışı içerisinde herhangi bir yaptırımın
yeri yoktur. Yani aslında söz konusu yaptırımlara da bir başka ahlâksızlık
olarak inanılmakta bu düzlemde ve kendini “ahlâklı” olarak algılamış olan
egemenlerin ahlâksızlıklarından söz edilmekte burada. Anarşizm böyle öğretiyor anlamsızlaşmış
“pürüten ahlâk” ya da “seküler Ahlâk” denilebilecek anlayışı elinin altındaki
bireylere bir “bilimolojik disiplin” olarak. Ve anarşistler de birer muallim
olarak yer tutmakta söz konusu düzlem içerisinde.
Mevzubahis bilimoloji ve onun
muallimlerinin lügatlerinden sildiği kavramlarda var ya da olmalı eşyanın
tabiatı gereği. Nedir sözlüklerde artık yer tutmayan bu kavramlar? Vicdan, onu
takiben şefkat ve merhamet kabilinden Doğululara has birtakım hasretler ya da
kelimeler...
Ne yazık ki “insan evreninin polisi”
olan vicdan, Doğu’dan Batı’ya geçerken ya da kendi coğrafyasında nice zaman
önce faili belli bir cinayete kurban gitmiş durumda (veya “intihara zorlanmış”
dense yeridir). Söz konusu bu ölümde kullanılmış olan cinayet ya da intihar
aletleri anlamında testere, bıçak ve satır kabilinden silah olarak elde var “anarşizm”!
Batı aklı sayesinde kotarılmış olan bu silah “kalp ve beyin bağlantısını
koparalı çok yıllar olmuş” durumda: 300 sene!
İşte insanoğlunun son devir buhranının
temel argümanı bu: “Kalp ve mantık anti-kontağı”…
Peki, çare ne bu derin tedhişe panzehir
mahiyetinde? Yukarıda sözü edilen “sevgi, merhamet ve şefkat” kavramlarının
lügate yeniden yazılması, vicdanın uyandırılması, gönül-beyin bağlantısının
kurulması… Bütün bunların ustası ise Kur’an! Var ya şu ünlü motto: “Kurtuluş
İslâm’da!”