ÇOK da zorlamamak
lâzım; Saygı Öztürk’ten bir Uğur Dündar, Emin Çölaşan, Yılmaz Özdil veya Bekir
Coşkun çıkmaz. Aman yanlış anlaşılmasın lütfen, saydığım isimlerin kalitesiyle
ilgili bir güzelleme yapmıyorum. Sadece onlar kadar popüler olma şansını
görmediğimi ifade etmek istedim.
Rahmi
Turan’ın emeklilik öncesi son bir reyting aradığı “Saraydaki CHP’li” yazısına
kıyasla daha az ses getirmesi gereken bir yazıydı aslında “Trabzon Böyle Bir Yükseliş Görmedi” başlıklı yazı. Zira siyasetin
içinde çokça rastlanan bir yükseliş hikâyesi, biraz çirkinleşmiş özel hayat îmâları
ve iddia boyutunu aşmayan bir son, çok da üzerinde durulmaya değmeyebilirdi.
Ancak
Süleyman Soylu’nun, gerek Trabzonluluk damarı, gerekse bir hanım vekile karşı
yapılan terbiyesiz îmâlar karşısındaki “Namussuz!”
çıkışı, Öztürk’ü muhalif cephede saygın bir noktaya taşıdı bir anda.
Üstüne
Kılıçdaroğlu da grup toplantısına kendisini konu edince, Öztürk’ün önlenemez
yükselişi zirve yaptı. Meclis’teki bu sahiplenme olmasa, konunun benim için de
yazılacak değeri olmayacaktı muhtemelen.
Dedim
ya, aslında çok da özel bir yazı değildi bu. Çok kısa, yerel iddialarla
süslenmiş, çok çarpıcı cümleler kurulmamış, “Bu da olur mu?” dedirtecek bir
içerik yok… Belki yazarı bile “Acaba?”
demiş olabilir konuyu işlerken. Ve öyle zannediyorum ki, kendisi bile bu kadar
gündem olacağını düşünmemiştir böyle basit bir konuyla. Dolayısıyla
Kılıçdaroğlu’nun talep ettiği gibi, Bakan Soylu’nun özür dilemesini bırakın bir
kenara, bence Öztürk’ün bir teşekkür borcu var Soylu’ya. Hürriyet ve Sabah
yazarıyken yakalayamadığı bir ün kazandı geçici de olsa.
Önlenemez
yükselişi yaşayan kim?
Gelelim
içerikteki “önlenemez yükseliş” hikâyesine…
Trabzon
Milletvekili Bahar Ayvazoğlu, eşinin yükselişiyle ilgili iddialara çok net, tek
tek ve tarih tarih cevap vererek o iddiaları çürüttü.
“Liyâkat”
dediğimiz kriterde bile birtakım öncelikler olabilir, hattâ olmalıdır. Aynı
teknik ve akademik yeterliliğe sahip kişiler arasında fikir birliği içinde
olduğunuz kişiyi tercih etmenizden daha normal bir davranış olamaz. Ki Ali
Ayvazoğlu’nun aldığı görevler, devlet yönetimi gibi kritik noktalarda da
olmadığına göre (varsa) küçük ayrıcalıklar göz ardı edilebilir.
Bu
ayrıcalıkları muhalefet eleştirir, iktidar normalleştirir. Siyasetin tabiatında
vardır bunlar.
Peki,
ya siyaseten yükselişi önlenemeyenlere ne demeli? Ya da “Namus sözü” verilerek
işleri garanti edilen belediye işçilerinin işten çıkarılmalarına?
Adım
adım, okul bitirip, sınav kazanıp seneler içinde bir mevki kazanan
Ayvazoğlu’nun durumu mu daha anlaşılabilir bir durumdur, yoksa Kemal
Kılıçdaroğlu’nun siyasete girdiğinin sekizinci senesinde 90 yıllık partiye
genel başkan olması mı?
Zaten
asıl komik olan, “Ben kefilim, yazdığı
her haber doğrudur!” diyerek haber içeriğini sahiplenen ve Saygı Öztürk’e
kol kanat geren Kılıçdaroğlu’nun kendi yükseliş hikâyesidir. Önce, kendi genel
müdürlük kariyerindeki liyâkat kriterlerini nasıl aştığını, daha sonra da hangi
siyâsî altyapısıyla CHP Genel Başkanlığına “atandığını” anlatabilmelidir.
Tunç
Soyer konuşmaya değer mi?
“İzmir
parası, İzmir bayrağı” gibi konularla gündeme gelen İzmir Büyükşehir Belediye
Başkanı Soyer de gereksiz parlatılan isimlerden biri oldu bu hafta.
Başkan,
ne kendi zannettiği kadar iyi dans ediyor, ne de konuşmasını biliyor. O,
seçimin kazanılacağının garanti olduğu yerde, koltuğa asılmış bir ceket!
Siyaseten
muhalefeti taşıma, yön verme becerisi aramayacağınız, dolayısıyla hedef
göstermenize değmeyecek biri!
Darbe
cellâdının oğlu olarak CHP’de kabûl görmüş, İzmir’e hiçbir katkı sunmayan
önceki CHP’li başkanlar arasında en sıkıcı olanı belki de…
Para
ve bayrak konusundaki bizim tarafın feryâdını çok doğru bulmadığımı ifade etmek
isterim. Biz CHP gibi muhalefet yaparsak, onlarla aramızdaki farkı nasıl
anlatabiliriz ki?
O
konuşmanın tamamı dinlendiğinde, iddia edildiği gibi ne İzmir’in özerkliğini,
ne özel para basmayı, ne de İzmir bayrağı talep ettiğini anlarız Soyer’in. Para
ve bayrağın tarihsel altyapısı üzerinden konunun içine çekilmeye çalışılsa da o
topa girmiyor. Ama bizden birileri tam da CHP taktiği ile videoyu kırpıp
Soyer’e söylemediklerini söylüyor gibi yaptırınca, bize de böyle birini
savunmak düşüyor maalesef.
Yapmayın,
etmeyin, kural dışı dövüşüp bizi zorda bırakmayın lütfen!
Bence
Soyer’in konunun içindeki tek hatâsı, “Bunu burada konuşursak yanlış anlaşılır”
diyerek, sanki “Niyetim var ama
konuşulacak yer burası değil” der gibi bir algıya sebep olmasıdır.
Ama
dedik ya, dansı kadar hitabeti de kötü olunca böyle hatâlar oluyor bazen.
Bu
ceketler yama tutmaz, bir sonraki seçimde yenisini koyarlar önümüze, merak
etmeyin!
Ne yapalım, İzmirli olarak bizim de kaderimiz, hizmetsiz bir kentte yaşamakmış…