Bazılarına gereksiz şöhret kazandırıyoruz

Adım adım, okul bitirip, sınav kazanıp seneler içinde bir mevki kazanan Ayvazoğlu’nun durumu mu daha anlaşılabilir bir durumdur, yoksa Kemal Kılıçdaroğlu’nun siyasete girdiğinin sekizinci senesinde 90 yıllık partiye genel başkan olması mı?

ÇOK da zorlamamak lâzım; Saygı Öztürk’ten bir Uğur Dündar, Emin Çölaşan, Yılmaz Özdil veya Bekir Coşkun çıkmaz. Aman yanlış anlaşılmasın lütfen, saydığım isimlerin kalitesiyle ilgili bir güzelleme yapmıyorum. Sadece onlar kadar popüler olma şansını görmediğimi ifade etmek istedim.

Rahmi Turan’ın emeklilik öncesi son bir reyting aradığı “Saraydaki CHP’li” yazısına kıyasla daha az ses getirmesi gereken bir yazıydı aslında “Trabzon Böyle Bir Yükseliş Görmedi” başlıklı yazı. Zira siyasetin içinde çokça rastlanan bir yükseliş hikâyesi, biraz çirkinleşmiş özel hayat îmâları ve iddia boyutunu aşmayan bir son, çok da üzerinde durulmaya değmeyebilirdi.

Ancak Süleyman Soylu’nun, gerek Trabzonluluk damarı, gerekse bir hanım vekile karşı yapılan terbiyesiz îmâlar karşısındaki “Namussuz!” çıkışı, Öztürk’ü muhalif cephede saygın bir noktaya taşıdı bir anda.

Üstüne Kılıçdaroğlu da grup toplantısına kendisini konu edince, Öztürk’ün önlenemez yükselişi zirve yaptı. Meclis’teki bu sahiplenme olmasa, konunun benim için de yazılacak değeri olmayacaktı muhtemelen.

Dedim ya, aslında çok da özel bir yazı değildi bu. Çok kısa, yerel iddialarla süslenmiş, çok çarpıcı cümleler kurulmamış, “Bu da olur mu?” dedirtecek bir içerik yok… Belki yazarı bile “Acaba?” demiş olabilir konuyu işlerken. Ve öyle zannediyorum ki, kendisi bile bu kadar gündem olacağını düşünmemiştir böyle basit bir konuyla. Dolayısıyla Kılıçdaroğlu’nun talep ettiği gibi, Bakan Soylu’nun özür dilemesini bırakın bir kenara, bence Öztürk’ün bir teşekkür borcu var Soylu’ya. Hürriyet ve Sabah yazarıyken yakalayamadığı bir ün kazandı geçici de olsa.

Önlenemez yükselişi yaşayan kim?

Gelelim içerikteki “önlenemez yükseliş” hikâyesine…

Trabzon Milletvekili Bahar Ayvazoğlu, eşinin yükselişiyle ilgili iddialara çok net, tek tek ve tarih tarih cevap vererek o iddiaları çürüttü.

“Liyâkat” dediğimiz kriterde bile birtakım öncelikler olabilir, hattâ olmalıdır. Aynı teknik ve akademik yeterliliğe sahip kişiler arasında fikir birliği içinde olduğunuz kişiyi tercih etmenizden daha normal bir davranış olamaz. Ki Ali Ayvazoğlu’nun aldığı görevler, devlet yönetimi gibi kritik noktalarda da olmadığına göre (varsa) küçük ayrıcalıklar göz ardı edilebilir.

Bu ayrıcalıkları muhalefet eleştirir, iktidar normalleştirir. Siyasetin tabiatında vardır bunlar.

Peki, ya siyaseten yükselişi önlenemeyenlere ne demeli? Ya da “Namus sözü” verilerek işleri garanti edilen belediye işçilerinin işten çıkarılmalarına?

Adım adım, okul bitirip, sınav kazanıp seneler içinde bir mevki kazanan Ayvazoğlu’nun durumu mu daha anlaşılabilir bir durumdur, yoksa Kemal Kılıçdaroğlu’nun siyasete girdiğinin sekizinci senesinde 90 yıllık partiye genel başkan olması mı?

Zaten asıl komik olan, “Ben kefilim, yazdığı her haber doğrudur!” diyerek haber içeriğini sahiplenen ve Saygı Öztürk’e kol kanat geren Kılıçdaroğlu’nun kendi yükseliş hikâyesidir. Önce, kendi genel müdürlük kariyerindeki liyâkat kriterlerini nasıl aştığını, daha sonra da hangi siyâsî altyapısıyla CHP Genel Başkanlığına “atandığını” anlatabilmelidir.

Tunç Soyer konuşmaya değer mi?

“İzmir parası, İzmir bayrağı” gibi konularla gündeme gelen İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Soyer de gereksiz parlatılan isimlerden biri oldu bu hafta.

Başkan, ne kendi zannettiği kadar iyi dans ediyor, ne de konuşmasını biliyor. O, seçimin kazanılacağının garanti olduğu yerde, koltuğa asılmış bir ceket!

Siyaseten muhalefeti taşıma, yön verme becerisi aramayacağınız, dolayısıyla hedef göstermenize değmeyecek biri!

Darbe cellâdının oğlu olarak CHP’de kabûl görmüş, İzmir’e hiçbir katkı sunmayan önceki CHP’li başkanlar arasında en sıkıcı olanı belki de…

Para ve bayrak konusundaki bizim tarafın feryâdını çok doğru bulmadığımı ifade etmek isterim. Biz CHP gibi muhalefet yaparsak, onlarla aramızdaki farkı nasıl anlatabiliriz ki?

O konuşmanın tamamı dinlendiğinde, iddia edildiği gibi ne İzmir’in özerkliğini, ne özel para basmayı, ne de İzmir bayrağı talep ettiğini anlarız Soyer’in. Para ve bayrağın tarihsel altyapısı üzerinden konunun içine çekilmeye çalışılsa da o topa girmiyor. Ama bizden birileri tam da CHP taktiği ile videoyu kırpıp Soyer’e söylemediklerini söylüyor gibi yaptırınca, bize de böyle birini savunmak düşüyor maalesef.

Yapmayın, etmeyin, kural dışı dövüşüp bizi zorda bırakmayın lütfen!

Bence Soyer’in konunun içindeki tek hatâsı, “Bunu burada konuşursak yanlış anlaşılır” diyerek, sanki “Niyetim var ama konuşulacak yer burası değil” der gibi bir algıya sebep olmasıdır.

Ama dedik ya, dansı kadar hitabeti de kötü olunca böyle hatâlar oluyor bazen.

Bu ceketler yama tutmaz, bir sonraki seçimde yenisini koyarlar önümüze, merak etmeyin!

Ne yapalım, İzmirli olarak bizim de kaderimiz, hizmetsiz bir kentte yaşamakmış…