DÜNYANIN neresinde olursa
olsun, “Hey Erol!” şeklinde bir seslenme duyduğum an dönüp bakıyor, bana
seslenildiğini sanıyorum. Çünkü 14-15 yaşına kadar yaşadığım ortamlarda adı
Erol olan tek kişiydim. Köyümde benden başka bu ismi taşıyan kimse yoktu.
İstanbul’a
geldim, hafızlık yaparken de Kur’an kursunda benim dışında bu isme sahip kimse
yoktu. Hatta lisedeyken kalabalık sınıfımızda bile “Erol” ismini taşıyan tek
kişiydim. Onun için “Erol, bakar mısın?” diye bir ses duysam durup bakıyorum. Alışkanlık,
işte böyle güçlü bir ezberdir!
İsim
vermek
Doğan
çocuğumuza isim aramak, onlarca isimden birini seçmek, bir ömür boyu o isimle
çocuğumuza seslenmek… Bütün bunları gözümüzün önünden geçirdiğimizde isim
vermeyi, insanın doğumundan sonra yeniden tanımlanması olarak düşünebiliriz.
İsim verdiğimiz çocuğa adeta “Sen
şusun, şöyle olmalısın” diyoruz.
İsim vermek dinamik ve heyecanlı bir iş. Bu sürecin içinde din, kültür, duygu,
gelenek gibi etkenler var. İsim vermek her kültürde, dinde, medeniyette önemli
bir ritüel. İslam’da ise ailenin dinî sorumluluklarından biri.
İsim
vermenin duygu, sevgi, aşk boyutu da güçlü. Çünkü sevdiğimize isim seçiyoruz.
Sevdiğimize sevdiğimizden bir işaret koyuyoruz. “İsim”, toplumun eğilim, inanç
ve hassasiyetlerine dair analiz imkânları da sunan önemli bir gösterge…
İlginç
bir ad verme hikâyesi
İsmimin
veriliş hikâyesi ilginç! Büyüklerimden dinlediğime göre uzun süre isimsiz
kalmışım. Kaç gün, kaç hafta bilmiyorum ama bir hayli sürmüş ismimin ne
olacağına dair tartışma. Babaannem “Ahmet Muhammed” olsun demiş. Babam ise “Ahmet Muhammed, Peygamberimizin ismi;
burası köy yeri, yarın büyüyünce ben ona dağda bayırda nasıl bağıracağım”
diye razı olmamış. Babamı ikna edememişler. Osman, Mustafa, İsmail, Ahmet, Mehmet
gibi ailemizin çok sevdiği isimler akrabalarımızda çokça bulunduğu için o
isimlerden birini verememişler. İsimsiz bir bebek olarak kundakta yatarken
babamın amcaoğlu Mehmet Amcam, “Erol
verelim ismini” demiş. Bizimkiler “Erol mu, niye?” diye sorunca, Kara
Mehmet lakaplı Amcam, “Askerde bir
arkadaşım vardı, adı Erol; çok iyi, çok temiz, düzgün biriydi. Onun ismini
verelim” diyerek önerisinin gerekçesini de anlatmış. Böylece kulağıma ismim
“Erol” diye seslenilmiş.
Sonraki
yıllarda “Erol iyi bir isim değilmiş,
İslamî bir anlamı yok. Ona daha iyi bir isim vermeliyiz” gibi aile içi
konuşmalar da olmadı değil. Hatta nüfusa geçmeyen ikinci bir ismim bile oldu. Evet,
Erol ismi İslam tarihinde olmayan ya da Kur’an’da yer almayan bir isim ama
anlamı güzel.
Çocukluğumdan
beri isimler konusuna ilgi duyuşum, bu ilginç isim verilme hikâyemden
kaynaklanıyor olmalı. Yeni doğan bebeklere isim verilmesi, isimlerin anlamları,
hangi isimden kaç kişide olduğu gibi konulara meraklıyımdır.
Bir
ara “Yaşayan nüfus içinde Türkiye’deki insanların ne kadarı Peygamberimizin
isim ve lakapları ile akrabalarının isimlerini taşıyor?” sorusunun peşine
düşmüş, ilginç sayılarla karşılaşmıştım.
İsimlerde Peygamber sevgisi
Peygamberimizle
ilgili en çok verilen isim “Fatma”. “Fatma” ismi farklı versiyonlarıyla Türkiye’de
yaklaşık 1 milyon 650 bin kişiye ad olmuş. “Mehmet” ismine ise farklı
yazılışlarıyla birlikte 1 milyon 500 bin kişide rastlıyoruz. “Ayşe” ismi ise 1
milyonu aşıyor.
O
dönem bu konuyla ilgili uzun bir makale yayınlamıştım ve gördüğüm şuydu: Nüfusumuzun
dörtte birine yakın kısmı Peygamberimizin ya da akrabalarının ad ve lakaplarını
isim olarak seçmiş. Ne harika bir şey, değil mi?! Sevdiğimize sevdiğimizden bir
işaret koymanın adı “isim vermek” demiştim yukarıda, gerçekten de öyle!
Bayramlarımız
adımız olmuş
Ramazan
ayını ihya ederken, bu defa Ramazan ve Kurban ile ilgili kelimelerin
toplumumuzda kaç kişiye ad olarak verildiğini merak ettim. “Bayram” kelimesi, 2015 yılı itibariyle
yaşayan nüfus içinde yaklaşık 140 bin kişiye ad olmuş. Aslı Farsça olan bayram, “sevinç ve eğlence günü” demek. Kelimenin
hadislerde de geçen Arapça aslı ise “ıyd” olup, “geleneksel hale gelecek
şekilde sevinç veya keder sebebiyle bir araya gelme” anlamı taşımakta.
Müslümanların haftalık bayramı olan Cuma günü de isim olarak
verilmektedir. Şu an ülkemizde yaklaşık 50 bin kişi “Cuma” ismine sahip görünmektedir.
Kurban Bayramı’ndan bir önceki güne “Arife” denilmektedir.
Zamanla Ramazan Bayramı’nın önceki gününe de ad olan bu kelimeyi isim olarak
taşıyan 60 binden fazla insanımız var. İsimlerde çoğunlukla “Arife” şeklinde
yazılan bu kelime, bazen “Arefe” olarak da yazılmaktadır. “Kurban” kelimesi ise
2 bin 300 kişiye ad olmuş.
“Arife” ve “bayram” kelimelerine dair verilerden sonra Ramazan’la
ilgili diğer kelimelerin isim olarak verilme sayılarını da merak ettim. İşte
elde ettiğim bilgiler! Ramazan 390 bin, Oruç 4 bin 70, Kadir 207 bin, Kadri 15
bin, Kadriye 130 bin…
Listeyi oluşturunca ilginç bulduğum bazı verilerle de
karşılaştım. Mesela “sahur” ve “iftar” kelimelerinin isim olarak verileceğini
tahmin etmezdim. Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü’nün verilerine
göre 4 kişi “Sahur” ismini, 646 kişi de “İftar” ismini taşıyor.
Bir de yazım hataları veya farklı yazımdan kaynaklı sayıca az
olan isimlere rastladım. Gadir 89, Oruc 9, Ramadan 4 bin 800…
İsmi
hak etmek
İnsanın
ciğerparesine isim vermesinin tarihî serüveninde ilginç detaylar var. Genellikle çocuğun adı ile alın yazısı arasında bir bağ olduğuna
inanıldığı için, isim koyma işi her toplum tarafından önemsenmiş, ad koyma ile
ilgili gelenekler oluşmuş ve isim vermek, sıradan bir iş değil, törensel bir gösteri
olarak kabul edilmiş.
Dede
Korkut öykülerinde anlatılanı çoğumuz duymuşuzdur. Orada anlatılanlara göre
bebek doğduğunda ana ve babanın verdiği isim gerçek ad değil, geçici addır.
Çocuk, gerçek ismini avda veya savaşta bir kahramanlık gösterdikten sonra alır.
Mesela Dirse Han oğlu, karşısına çıkan bir boğayı öldürdükten sonra “Boğaç” adını
almıştır. Bamsı Beyrek de bezirgânların malını soygunculardan kurtarması
üzerine adını alabilmiştir.
O
zamanki Türk âdetlerine göre ad koyarken çocuğun yaptığı kahramanlığın, isim
almasını hak ettirecek şekilde bir yiğitlik olup olmadığının herkesçe kabul
edilmesi gerekirdi.
Vakte
doğmak
İsim
seçiminde birçok gerekçe rol oynuyor; bunlardan biri de doğulan vakit. İslam
kültüründe vakte verilen önem, isim vermede de kendini gösteriyor.
Kadir
Gecesi’nde doğan bebeğe erkekse “Kadir”, kız ise “Kadriye” isminin verilmesi kadim
bir gelenek. O kadar güçlü bir gelenek ki, adeta “Onun ismini Allah verdi”
inancı içinde veriliyor bu isimler. Bunun için Kadir ve Kadriye ismine sahip
olanların çoğunluğunun Kadir Gecesi’nde doğduğunu tahmin edebiliriz. Aynı
şekilde, Kurban Bayramı’nda doğanlara Kurban, Arife günü doğanlara Arife (Arefe),
Ramazan ayı içinde doğanlara Ramazan veya Oruç adının verildiğini de görüyoruz.
Şimdi
sayıca azalmakla birlikte Recep ve Şaban isimleri de vakte doğmakla ilgili
verilen isimlerdendir. “Seher” isminin de seher vaktinde doğan çocuklara
verildiğini biliyorum.
Modern
dönemlerde bebeğe, doğduğu vakte göre isim verilmesi geleneği sürüyor. Hepsi
olmamakla birlikte Eylül, Kasım, Nisan, Bahar, Yaz isimlerini de bu kategoriye
dâhil edebiliriz.
Bir
çocuğa Ramazan, Kadir, Bayram, Arife, Oruç ismini vermek, çocuğun yakasına
asılmış bir dua gibi. Mesela çocuğuna Ramazan ismini veren anne ve baba, “Çocuğum mübarek bir Ramazan günü doğdu.
Ramazan gibi bereketli, asil, temiz olsun” niyazıyla bu ismi yavrucağının
kulağına okuyor. “Ramazan” diye her seslenildiğinde, kelimenin o güzel anlamının,
çocuğunun ruhunda yeniden yankılandığını düşünüyor.
İsmi güzel olanların ruhu ve ameli de güzel olsun. Ruhu ve ameli güzel olanların ismi insanlara güzel gelsin. Şüphesiz en güzel isimler Allah’a aittir. “Ve lillâhil esmâul husnâ fed’ûhu bihâ…”