Bayramımın adı “İnci”

Evlendiğinizde, nasıl bir eş olmak isteyebileceğinizi düşünmek ve geleceğinize her şekilde muazzam katkılar sağlayacak bir yatırım yapmak elinizde. Okuyarak, eğitim alarak, üstünde kafa yorarak sadece gelişiminize, bilinçlenmenize katkı sağlamış olmayacak, aynı zamanda bir ailenin, bir ülkenin geleceğini güzelleştireceksiniz.

BİR ağacın bayramı, köklerinden aldığı besinler, tenine dokunan güneş, canına can katan su değildir. Bunlar zaten ailesidir ağacın.

Ağacın bayramı, uzaklardan kopup gelen, içinde nice hediyeler getiren, diyar diyar gezdiği toprakların hikâyesini paylaşan bir rüzgârdır. Ağacın bayramı farklı bir hikâye ile tanışabilmektir.

Ben de bu yazımda farklı bir hikâyeden, bambaşka bir dünyadan bahsetmek istiyorum; eşimden…

Bulabildiğim tüm övgü ve güzel sözleri yazmak, eş kavramının bendeki yerini ifade etmek doğru bir yöntem olamayacaktır. Öncelikle yuva için bir şeyler söylemek istiyorum. Yuva, yörüngesine takılı kaldığım, başıma gelen en güzel şeydir. Bu yörüngeye bağlı olmak beni dengede tutan en önemli etkendi. Eşim için söylemek istediğim ilk şey, neredeyse yok denecek kadar az ortak noktamız olması ve birçok konuda farklı düşünce yapısına sahip olmamız. Onun hayata bakışı ile benimki çok farklı. Bu şuna benziyor: Aynı ev içinde siyah beyaz bir hayat… İşte tam da bu yüzden birbirimize çok bağlıyız, birbirimiz için çok değerliyiz ve çok iyi anlaşıyoruz.

Eşim harika bir insan ama başka birisi sonuçta. Tabiî ona göre ben de başka birisiyim. Dolayısıyla bambaşka dünyaların buluşması kolay olmuyor.

Çevremdeki birçok evlilikte gördüğüm bir şeyi biz zaman içinde çözdüğümüz için harika şeyler kazandık. Genelde aile içi iletişimde bazı hatalar yapılıyordu ve bu hatalar büyük bedeller ödenmesine yol açıyordu. Farklılıklar, paylaşmak, dengelenmek ve gelişmek yerine cephe açmakta kullanılıyordu bu hatalar.

Bir yuvada yapılabilecek en büyük hata, birey olarak rol almaya çalışmaktı. Birey olarak rol almak ne tür sonuçlar doğurur? Bakış açınıza uygun söz ve davranışlar beklersiniz. Zaman size göre işliyordur ve sizin zaman programınıza başkasının programının müdahalesi çatışma konusu oluşturur. Fikir ayrılıklarında haklılığınızı sonuna kadar korumak istersiniz. Bir sofranın bile kendi zevkinize göre ayarlanması bekler, beklentileriniz karşılanmadığında haklı olursunuz; haklılığınız karşı tarafı suçlu yapar. Karşı taraf konu ne olursa olsun çoğu zaman zaten hatalı ve yanlış davranışların sahibidir. Karşı taraf, bir türlü istediğiniz gibi biri olamadığı için zamanla aradaki mesafenin açılmasına sebep olan taraf olur.

Şurada size hemen söyleyeyim ki, çoğu zaman kendinizi hep haklı, anlaşılması gereken, görüşlerine ve yaşamak istediklerine müdahale edilen taraf olarak görüyorsanız, başınıza gelebilecek en acı olaylardan biri gelmiş demektir. Meselâ gün boyu dışarıda emir altında çalışmış, yorulmuş, stresli ortamlarda zihinsel olarak yıpranmış olan taraf, eve gelince hak ettiği huzuru, dinlenme ve uykuya kadarki kısmı gönlünce ve hesapsızca harcama yetkisini kazanmıştır. Dolayısıyla karşı tarafın gün boyu ne yaşadığı, nasıl bir ruh hâlinde olduğu ve karşı taraftan beklentilerinin ne olduğunun hiçbir önemi yoktur. Çünkü eve birey olarak gelen taraf, anlayışla hizmet bekleyen istediği huzur ve beklentilerinin karşılanması gereken taraftır. Kendiniz olmaktan vazgeçemediğiniz müddetçe sağlıklı bir yuvanın sahibi olmanız mümkün değildir.

Bu yazıyı okuyorsanız ve böyle bir durumdaysanız, ne yapın edin, kendinizi bir köşeye çekin ve kendiniz üzerinde çalışmaya başlayın. Nedenine hemen geleceğim…

Birey olarak rol alırsanız, yolculuklarınız çıkmaz sokaklarda biter. Ev içinde, okulda, iş yerinde, sporda, yolculukta, mutfakta işlerin düşündüğünüz şekliyle yolunda gitmesini beklersiniz. Böyle bir şey imkânsız olduğu için birçok noktada tıkanıklık yaşanır ve düşündüğünüz gibi gitmemesine neden olan tüm olay ve kişileri haksız ve suçlu ilân eder, araya mesafe koyarsınız. Bu, bile bile yalnız ve mutsuz bir dünya inşâ etmenin diğer adıdır. Sadece size göre bir hayatta başkalarının sadece seslerini duyar, görüntülerini görür ve davranışlarını kendinizce değerlendirirsiniz. Lâkin onların kalplerini duyamaz, davranışlarının aslında ne anlatmak istediğini göremezsiniz. Sağlıklı bir iletişim asla sağlanamaz. Mutlu geçirilen anlar bile kısa ömürlü olur. Çünkü birlikte güzel vakitler geçirmek için şartların oluşması gerekir. O şartlar kalktığında mesafeler ve çatışmalar yerini alır.

İşte bu tür durumların farkına vararak ve üzerinde uzun süre düşünüp kendi üzerimde çalıştım yıllarca. Onlarca kitap okudum, destek aldım. Hiç kolay değildi insanın kendini değiştirebilmesi. Biraz da olsa başarabildim diye düşünüyorum. Yanlış anlaşılmasın, “Ben dünyanın en iyi eşi, en iyi babası ve toplumun en iyi bireyi olmaya başladım” demek değil tüm bunlar! Burada ifade etmeye çalıştığım şey, aile olabilmek, millet olabilmek için insanın kendi içinde kendisiyle zorlu bir mücadeleye girmesi gerektiğidir. Paylaşmak tek taraflı olmaz. Kendindekini başkasıyla, başkasındakini kendine kabul etmekle dengeye gelir insan, aile ve toplum.

Tek başınıza yaşamayın şu hayatı lütfen!

İçimde zorlu bir savaşın, sonunda engelli bir birey de olsam yavaş yavaş dengeye geldiğim bir dönemin arefesinde geldi benim bayramım. Bayramımın adı, “İnci”...

Rabbim bana eşimi vermekle sadece bir yuva kazandırmadı, aynı zamanda önemli bir de kapı açmış oldu. Bu kapıdan geçerek edindiğim ders ve kazanımları başka yoldan edinemezdim. Eşim İnci sayesinde o kadar güzel şeyler öğrendim ki bunlardan birkaçını anlatmak isterim.

İlk defa bir kavramı kendimden öteye taşımayı, benim düşünce ve duygularımın önünde tutmayı başarmayı öğreniyordum. Eşimle aramızda geçen durumlar sırasında düşünce ve duygu olarak nelerle karşılaşırsak karşılaşalım olayın boyutunun içinde rol aldığımız kutsal aile çatısı kavramının sorumluluk ve ehemmiyeti içinde eritmeye çalışıyorduk. Acı tatlı hiçbir olay ve söz, aile kurumundan daha önemli olamazdı.

Birey olarak eksikliklerimiz kaçınılmaz muhakkak, ama şu çoğu zaman bize göre olması gerekenler yok mu, işte hayatı zorlaştıran bunlardır. Özellikle de ne kadar iyi anlaşmış olduğunuz eşiniz bile olsa sık sık özgürlük sınırlarının yıkılmak zorunda olduğu dar ev ortamında ister istemez çatışmalar yaşanacaktır. Taraflardan birinin bile bu anlarda yapacağı bilinçli davranışlar, durumu çok çabuk kontrol altına alacaktır.

Aile ortamı ve eşim sayesinde öğrendiğim diğer önemli konu ise eğitim. Eğitimin ömür boyu sürmesi gerektiğini hayat farklı şekillerde öğretiyordu. Bir yuvanın sorumluluğunu gerçekten üstlenmek istiyorsanız, yuvanın sağlam, sağlıklı ve gelişen bir yapısının olması için, içinde rol alan bireylerin donanımlarını arttırmaları gerektiğini kabul etmek zorundasınız.

Yuvada ebeveyn olmak sadece para kazanmak, faturaları ödemek, alışverişleri yapmak, beslenme, temizlik ve mutfak işlerini organize etmek, çocuk varsa ihtiyaçlarını gidermek değildir. Yuva kavramı bir ülkenin, bir milletin çekirdek yapısı olarak çok fazla şeyin temsil edildiği yerdir. Aile çatısının sağlamlığı, donanımı, içindeki bireylerin bilinç düzeylerini, bilinç düzeyleri toplumu, toplum ise bir milletin geleceğini inşâ eder. Henüz evlenmemiş genç kardeşlerime buradan acilen seslenmek isterim ki, inşallah, bir gün yuva sahibi olacak ve bu sayede anne ve baba olacaksınız; anne ve baba adayı olarak yuva kurulmadan önce bazı hazırlıklar yapmanız iyi olmaz mı sizce?

Evlendiğinizde, nasıl bir eş olmak isteyebileceğinizi düşünmek ve geleceğinize her şekilde muazzam katkılar sağlayacak bir yatırım yapmak elinizde. Okuyarak, eğitim alarak, üstünde kafa yorarak sadece gelişiminize, bilinçlenmenize katkı sağlamış olmayacak, aynı zamanda bir ailenin, bir ülkenin geleceğini güzelleştireceksiniz.

Eşim ev hanımı. Haftanın yedi günü evde. Bir ev hanımının günlük uğraşlarına tek tek değinmeme gerek yok ama çalışan hanımlardan farklı olarak şunu gördüğümden, içim biraz burkuluyor: Her ne kadar bazı akşam vakitlerinde, hafta sonu veya tatillerde evden biraz uzaklaşma imkânı bulabilse de, yine de senenin büyük bir kısmını sınırlı ve hep aynı ortamda geçirmek zorunda. Birbirine benzeyen iş ve uğraşlarla gününü tamamlamakta…

Kim olursa olsun, bir insanın çok uzun sürelerde aynı ortam ve durumlara maruz kalmasının fiziksel, psikolojik ve zihinsel anlamda yıpratıcı ve olumsuz etkilerini yaşar, bu kaçınılmazdır. Farkında olsun olmasın, böyle bir duruma maruz kalan eşimin zaman zaman fikir ve düşüncelerini ifade etme şekli bazen bana zor gelse de, haklı bile olsam, aile saadetini öncelik almak ve şartların eşim üzerindeki etkilerini dikkate almak ve değerlendirmek zorunda olduğumu düşünürüm.

Eşim her şeye rağmen hayat dolu bir insan. Ben yüksek sesle gülemeyen biriyim. Eşimin kahkahaları bana en iyi gelen şeylerden biridir. Eşim birçok insana göre çocuksu bir neşeye sahiptir. Gülmek ona çok yakışıyor ve ufacık şeyler bile onu mutlu edebiliyor. Ufacık şeylerin bir insanı mutlu edebilmesinin ne kadar değerli olduğunu ve özellikle son dönemlerde ne kadar nadir bulunan bir şey olduğunu takdir edersiniz. “Her şey zıddı ile kaimdir” derler. Doya doya güldüğü kadar, doya doya sinirlenebilen ve sinirliyken söylediklerine dikkat edemediği için çok kolay kalp kırabilen biridir. Benim kalbim de çok çabuk kırılan bir kalptir. Eşim sayesinde öğrendiğim şeylerden biri de duygu durumlarımı ayarlayabilmek bu yüzden. Yaşanan ne olursa olsun, anlık olarak değerlendirilmemeli. Her zaman bir adım geriye çekilip bütünü görmeye çalışmak bana çok şey kazandırdı.

Üç erkek kardeş olarak büyüdüğüm aile ortamında, aile içi yaşanan bazı durumlarda -bu, babaya karşı daha çok olurdu- küsmek hayatımızın bir parçasıydı. Eşimle ise böyle bir şey imkânsızdır. Ben biraz da küsmeye olan özlemle çekilmek istesem de eşim asla buna izin vermez. Bir anlık patlar, eser, gürler ve hemen söner. Çoğu durumda haklı bile olsa biraz sert çıkıştığı için en çok da kendi üzülür.

“Küstün mü?” der en masumane şekliyle. Onu öyle söylerken görseniz, neden küs kalamayacağınızı anlardınız.

Yaşadığımız zaman, kiracısı olduğumuz daire, imkânlarımız ve imkânsızlıklarımızla bir peri masalı değil bizimkisi elbette. Diğer yandan paylaşmanın, değer vermenin, birinin diğerini kendinden önde tutmasının, varlığı da, darlığı da el ele karşılamanın, birbirine ve çocuklarına kendini adamanın en güzel örneklerinin yaşandığı bir sevgi okulu bizimkisi.


Yuva için gelişmek

Yuvamın saadeti için giriştiğim en büyük çaba, kendimi geliştirmeye devam etmek. Daha donanımlı bir eş ve baba olarak onların yarınlarına Rabbimin de izniyle güzel sürprizler hazırlamak istiyorum.

Benim bayramımın adı, “İnci”... Onunla başladı birçok güzel şey ve onunla devam edecek inşallah. Fiziksel ve ruhsal anlamda yaşadığım karanlık bir zamana doğdu o. Görücü usulü tanıştık 4 Ekim 2010’da. Ertesi gün ailesinden istedik. Hemen haftasına, 9 Ekim 2010’da nişanlandık ve iki ay sonra, 12 Aralık 2010’da da evlendik. Nişanlandıktan sonra öğrendik aramızda bir sene olsa aynı ay ve günde doğduğumuzu.

Eşimle tanıştığımda işitme ve denge rahatsızlığımızın zor dönemlerindeydim. İvedik Organize Sanayiinde bir işçiydim ve gelirim azdı. Eşimin karşısına çıktığımda işitme cihazlı ve düşük maaşlı, geleceği belirsiz biri olarak pek de parlak bir duruşum yoktu. Ona söylediğim ve bir şeylere karar vermeden bilmesini istediğim ilk şey, iki kulağımdan da engelli olduğumdu. O bunlara hiç takılmadı. Oysa bu sebeplerden reddedilmiştim birçoğu tarafından. Bana iki şeyi sordu sadece: Sigara kullanıyor muydum ve futbola ilgim var mıydı?

O konuda şanslıydım. Kendini bulmak ve kendini geliştirmek adına bir çaba sahibi olarak hiç işimin olmadığı alanlardı bunlar ve bu, eşim için yeterliydi.

Düğünümüz kışın en sert döneminde gerçekleşti ama sonrası sımsıcaktı. Mucizeler ardı ardına geldi. Önce oğlum Arif Enes geldi dünyamıza. Yuvamızı ışıl ışıl etti. Peşine üzücü bir işten çıkma olayının ardından 2012’de ilk engelli memur sınavı ile Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı’na memur olmam, yuvamız için ayrı bir mucize olmuştu. Sonra diğer mucize geldi. Kızım Ebru katıldı yuvamıza, hayatımıza. Dört kişi olmuştuk. Daha da sıkılaşmıştı birlikteliğimiz ve saadetimiz. Oğlumun hediyesi memurluk, kızımın hediyesi de görevde yükselme ve unvan sınavı ile kazandığım şef unvanı oldu.

Aslında tüm bunlar Rabbimin bize lûtfuydu ve bize düşen, buna lâyık olabilmek adına yuvamıza sahip çıkmaya devam etmekti. Bu bilinçle üzerimize düşeni kusurlarıyla da olsa yapmaya çalıştıkça mucizeler devam etti.

Yaşamın kendisi zaten en güzel hediye ve mucize değil miydi? Bize düşen, bunu fark etmek ve ona göre davranmaktı.

Eşimin özel bir şey yapmasına ve söylemesine gerek yoktu. Varlığı varlığıma şifa oldu. Canı canıma yoldaş, hayat yolunda her daim yanımda oluşu en büyük destek bana.

Ebedî hediyem

Ömrümün bayramı İnci! Karşılıklı olarak hediyeleşmelerin olduğu günler olur hani, doğum günleri gibi, sen bana ömür boyu hiç hediye alma. Sen bana gelen en güzel hediyeydin ama bununla da kalmadın, iki tane de harika evlât verdin. Bunların ağırlığı bana ebedî yeter. Allah razı olsun senden.

İyi ki varsın! Hayatıma renk kattın, anlam kattın, neşe, bereket ve huzur getirdin. Aile kavramının ne kadar özel ve ne kadar güzel bir şey olduğunu senin sayende öğrendim. Her zaman yanımda oldun. Bana destek verdin. En önemlisi, bana hep inandın. Rabbimin izniyle, bana olan inancını boş çıkarmamak için elimden gelenin fazlasını yapmaya çalışacağım. Ayrıca, seni yetiştiren aileye en derin sevgi ve selâmlarımı sunuyorum. Sayende ikinci bir aile çevrem oldu. Etrafındaki insanların hepsi harikalardı. Beni aranıza kattığınız için hepinize minnettarım. Onlar da iyi ki varlar!

Bizim gibi, hatta bizden çok daha ötede sıcacık mutlu yuvalar olduğu gibi, tersi durumdaki yuvalar da olabilir. Onlara şunu ifade etmek isterim ki, dilerseniz, güzel bir aile yuvası, mucizelerle dolu bir yaşam sadece bir adım önünüzde sizi bekler. Yapmanız gereken tek şey, Rabbimden yardım isteyerek aklınıza, düşüncelerinize göre değil, değerlere ve gelişime dayalı bir yaşam tarzı oluşturmaya çalışmaktır.

Vakit ayırıp okuduğunuz için minnettarım…