Bayrama doğru

Ne ömrümüzün azalan süresinde, ne de geçip giden Ramazan ayında, bizi bu kayıplardan koruyacak işlerle yeterince donanamıyoruz. Her gelen günün daha iyi ve daha hayırlı şartlarla bizleri kuşatmasından çoğumuz mahrum durumdayız. Herkese idrak edeceğimiz Ramazan Bayramı’nın hayırlar getirmesini niyaz ederim.

“KADİR Gecesi”, hakkında aynı adı taşıyan bir sûrenin de olduğu bir gecedir. Dolayısı ile bu gece, Müslüman zihninde ve vicdanında tarih boyunca çok özel bir yere sahip olmuştur. “Kadir” kelimesinin kök anlamı ise “ölçü” demektir; kudret, güç yetirmek, kader, takdir, miktar, meblağ, hüküm ve kazâ, değer, kıymet, şeref ve azamet demektir. Gece hakkında yazılan ve söylenenleri anlamak bakımından bu kelime önemli bir işarettir.

Risaleti öncesinde Hazreti Muhammed, içinde yaşadığı Mekke toplumunun yapıp ettikleri hakkında ne yapacağını tayin edemez durumdaydı. Bu yüzden inzivaya çekilir, günlerce orada kalırdı. İşte onlardan birinde, bir Ramazan gecesinde ilk defa vahiyle muhatap oldu. Kendisine okuması emredilmiş (96/19), böylece insanlık için bambaşka bir gelecek vaat eden İslâmî tebliğ dönemi başlamıştı.

Oysa Hazreti Muhammed o sırada okuma yazması olmayan biriydi. Neyi nasıl okuyacaktı? İster istemez buradaki “Oku” emri, aslında evreni, yaratılmayı, insanı anlaması bakımından bir ikazdı.

Her akıl sahibinin evreni anlama çabasından hâsıl olacak sonuçlar vardır. Üstelik ilk ayetin devamında insanın yaratılışından, özelliklerinden, kalemden hatırlatmalar yapılmıştır. Yani Hazreti Muhammed’in evreni, insanı düşünüp anlamasının işaretleri verilmiştir. Bu aynı zamanda insana yol göstericiliği kadar, insana verilen değeri de göstermektedir.

Evreni, insanı, anlamak ve bilmek, çıkılacak risalet yolculuğu için bir başlangıç olmuştur. Hazreti Muhammed bu olaydan sonra artık bir daha inzivaya çekilmemiştir. Her ne kadar aşağılama ve düşmanlıklara maruz kalsa bile risaletini insanlara duyurmaya (tebliğ) çalışmıştır. Kadir Gecesi’nde duydukları ve öğrendikleri, O’nun için bir “Başla!” emri olmuştur. O da hayatının geri kalan kısmında bu emrin icabını yerine getirmiştir.

Bugün Kur’ân yeniden iniyor değildir. Ama ona muhatap olan insan için ilk defa uyarması, öğretmesi, yol göstermesi nedeniyledir ki onun insan için yeniden indiği gözüyle bakılabilir. Kur’ân’a muhatap olan, onu anlamaya, öğrenmeye çalışan bir insanın ne yaptığını bilemez durumda olması, hayatını yeme, içme, uyuma, gezme ve dünyalık haz ve kazançlar ile sınırlandırmasından daha büyük felâket ne olabilir?

İnsan kendi kendine en büyük iyiliği yapabileceği gibi, yine kendi kendisine en büyük kötülüğü de yapmaktadır. İnsanın kötü alışkanlıkları, en büyük kayıplarıdır. Alışkanlıklarının esiri olan bir insan için yapılacak bir şey kalmamış demektir.

Bizler elbette Hazreti Muhammed’in yaşadığı toplum hayatından ve şartlarından farklı bir şekilde yaşamaktayız. Ancak bu farklılıklar, Hazreti Muhammed’in hayatına odaklanan, vahiy anlatımlarını, hangi şartlar içinde olursak olalım bizler için yol göstericidir. Varlık sebebimizi anlamadan evreni, insanın evrendeki yerini kavramadan sorumluluklarımızın üstesinden gelmemiz zordur. Bunun için Kadir Gecesi’nin, Ramazan ayının her yıl yaşanması gibi İlâhî vahyin de belirli aralıklarla tekrarlanması, mümin bir insan için kaçınılmaz bir ihtiyaçtır.

İlâhî vahiy, Hazreti Muhammed’i inziva hâlinden çıkarmış, toplumun karşısına, “Durun, yanlış yoldasınız!” dedirtmiştir. Hem de bunu zenginliği, kardeşleri veya oğulları olmayan bir yetime yaptırmıştır. Onu, toplumun içinde ve toplumun işleyegeldiği, her türlü İslâm dışılığa karşı mücadele eden biri hâline getirmiştir. Bugün sabah akşam İlâhî vahyi okuyanlarda, hatta ezberleyenlerde neden benzeri bir hâl, mücadeleci bir ruh görülmemektedir? Kur’ân’ı çokça okuyup belki ezberledikleri hâlde hayatlarını onun rağmına yaşayanlarımızın ve hepimizin dönüp kendimize, okuduklarımıza bir daha bakmamız en acil ihtiyacımızdır: Nerede nasıl bir hata yapmaktayız? Okuduklarımızın üzerimizde neden bir işareti, esamesi yoktur? Nasıl bu kadar seyirci, korkak ve edilgen duruma gelmişizdir?

“Kadir Gecesi, bir karar gecesidir”. Hayatı, insanı, dünyayı değiştirecek bir çabanın kararıdır, başlangıcıdır. Bu geceyi nafile ibadetlerin hâsıl edeceği sevap miktarı ile ölçmek, geceyi aslî anlamından uzaklaştıracaktır. Kadir Gecesi’nin “bin aydan daha hayırlı” olduğu vurgusu, aynı zamanda önemli bir hatırlatmadır. Çoğunluğun ittifakı üzere bin ay vurgusu, ortalama 83 yıllık bir insan ömrünün işaretidir. Bu yüzden ömürlük bir gecedir. Sorumluluklarını unutanlar için bir hatırlatma, bir arınma gecesidir. İnsan ömrünün sonlu olduğunun, önünde sonunda bir gün biteceğinin habercisidir.

İnsana verilen sorumluluklar (yükümlülükler), insanın değerini arttırmıştır. Zaten insan en güzel şekilde yaratılmıştır (Tîn, 4). Dolayısı ile insan, evrenin en önemli, en onurlu varlığıdır. Bu değerine göre muamele görmelidir. Hiçbir siyâsî gerekçe veya felsefî mülâhaza, insanın onuru ve değeriyle bağdaşmayan bir muameleye maruz kalmasını meşru etmez. Aksine insanın onuru ve değeriyle mütenasip şartlarda yaşaması, inşâ edeceği eser ve verimliliğinin kalitesini yükseltecektir. Bu hâliyle aslında İslâm, bir insanlık mücadelesidir.

Oysa “İslam dünyası” denilen âlemin en çok geri/perişan olduğu konulardan biri bu konudur. İslâm dünyası, hem de pek çok yerde “İslâm” adı kullanılarak, insanın en fazla aşağılandığı, temel haklarının çiğnendiği dünyadır.

İnsanın cahilliği (Ahzab, 72) ve unutkanlığı (Taha, 115) değişmez baskın özelliğidir. “İnsan” adı bile nisyandan (unutkanlık) türemiştir. Bu yüzden Kadir Gecesi ve benzeri gün ve olayların her yıl tekrarlanması, bir fazlalık değil, insan tabiatının bir sonucudur. Hatırlatma insan cinsi için büyük bir imkândır. Ramazan’ın Kadir Gecesi’nin her yıl tekrarlanması, kaçırılmış bir fırsatın yenilenmesi, tekrarlanması gibidir. Ancak her fırsat ve her imkân, yerli yerinde kullanılması hâlinde, kullanan için bir kurtuluş ve bahtiyarlık sebebidir. Buna karşılık yerli yerinde kullanılmayan fırsatlar ve imkânlar insan için kayıp halkalarıdır.

Kadir Gecesi’ni Kur’ân’ın başlangıcı bilmek isabetli bir görüştür. Dolayısı ile insan ömrünün başlangıcını da, sonunu da vahiy ölçüleri içinde ele alıp sorumlulukların üstesinden gelmeye çalışmak için Kadir Gecesi öğreticidir. Hazreti Muhammed’in hayatı, bu öğreticiliğin odağında yer almıştır. Vahiyden uzak süren bir hayat için Kadir Gecesi, yeni bir başlangıç olmaz ise sorumsuzlukların nafile ibadetlerle örtülmesi, ibra edilmesi mümkün değildir.

Kadir Gecesi, herkesin kendi başına geçirdiği bir yılın muhasebesini yapması icap eden önemli bir zamandır. İnsan kendi yanlışını, eksiğini en iyi bilendir. Dolayısı ile nerede nasıl bir düzeltme yapılmasını anlayıp tayin edecek olan da doğrudan kişinin kendisidir.

Hazreti Muhammed aracılığı ile insan cinsine vahyin ulaşması, insan için en büyük armağan olmuştur. Çünkü onunla insan, bir pusula sahibi olmuş, nereden nasıl geldiği ve nereye gideceği hakkında bir malûmat sahibi olmuştur. Hayatını nasıl bir amaç için harcaması icap ettiğinin bilgisine ulaşmıştır.

Kadir Gecesi’nden birkaç gün sonra bayramın gelmesi de oldukça anlamlıdır. Sorumluluk sahiplerinin görevlerini vahiy ışığında yapmaları hâlinde ulaşacakları menzil bayramdır. Elbette bayram bir sonuçtur. Bayram gibi bir sonucu hak etmenin yolu yordamı vardır. İnsan durup dururken bayrama ulaşmaz. Ona ulaşmanın da bir bedeli olmalıdır. Kadir Gecesi’nin gecelerden herhangi bir gece olmaması gibi, bayram günü de günlerden herhangi bir gün değildir. Kadir Gecesi kişinin tek başına idrak edeceği, muhasebesini yapacağı bir gece iken, bayram ise asla tek başına yapılacak bir iş değildir. Ancak toplu hâlde, başkaları ile birlikte bayram yapılabilir. Başkaları ile ortak bir amacı, ortak bir sevinci, ortak bir çabası olmayanın başkaları ile bayram etmesi anlamsızdır. Bayramdan birkaç gün öncesine tekabül eden Kadir Gecesi, bizlere bütün bunları hatırlatan, öğreten bir işarettir.

Maalesef bayram sevincine pek çok gölge düşmüştür. Başta depremlerde kaybettiğimiz canlar olmak üzere, İslâm dünyasında işgaller ve zulümler nedeniyle yaşanan felâketler bayramın bayramlık özelliğini ortadan kaldırmıştır. Eskiden İslâm ülkesi “Darü’s-Selâm” (barış ve esenlik yurdu), buna karşılık İslâm’ın hâkim olmadığı ülkeler ise “Darü’l-Harb” (savaş, felâket diyarı) diye adlandırılmıştır. Maalesef günümüz dünyasında durum tersine dönmüş gibidir. İslâm ülkeleri, zalim tiranların tasallutu altında, iç savaşlar ile enkaza çevrilmiş vaziyette ya da işgal altındadır. İslâm ülkelerinde hiçbir barış ve esenlik işareti kalmamıştır. Bayram şartlarından ve ikliminden oldukça uzak bir durumdadır.

Kişisel sorumsuzluklarımız, ihmâllerimiz ve kusurlarımız da bir o kadar bizi bayram şartlarından uzaklaştırmaktadır. Hayatı bu dünya ile sınırlı kazançlar alanı gibi yaşamanın, yol açtığı kayıpların ve alışkanlıklarımızın tutsağı durumundayız.

Ne ömrümüzün azalan süresinde, ne de geçip giden Ramazan ayında, bizi bu kayıplardan koruyacak işlerle yeterince donanamıyoruz. Her gelen günün daha iyi ve daha hayırlı şartlarla bizleri kuşatmasından çoğumuz mahrum durumdayız. Herkese idrak edeceğimiz Ramazan Bayramı’nın hayırlar getirmesini niyaz ederim.