Bayram

Özgür seçimlerin başladığı tarih olan 14 Mayıs 1950, “cumhuriyet idaresi için bir başlangıçtır”. Çünkü doğrudan halkın kararı ile kansız ve hilesiz bir şekilde yönetim değişmiştir ve gerçek anlamda cumhuriyetin kurulduğu tarihtir 14 Mayıs. Cumhuriyet kutlamaları hâlâ bir parti faaliyeti (CHP) olarak gerçekleşmektedir. O partinin dışında kalan millet çoğunluğu ise bu kutlamalarda aşağılanmaya devam edilmektedir.

TÜRKÇEDE kullanılan “neşe, sevinç günü” anlamındaki “bayram”, şimdilerde adı pek duyulmayan bir tarikatın da (Bayramiye) adıdır.

Bayram bir kutlama, anma ve yâd etme günüdür. Dinî ve millî bayramlar diye iki ayrı grupta toplanmıştır. Elbette Ramazan ve Kurban gibi dinî bayramlar çok daha yaygın ve etkilidir. Buna karşılık millî bayramlar ise bir ülkeye, bir bölgeye ait olan bayramlardır.

Genel olarak Müslümanların bayramları Kurban (İdül-edha) ve Ramazan (İdül-fıtr) bayramları ile sınırlıdır.

Hazreti Muhammed’in doğumu ya da hicreti gibi tarihin dönüm noktası sayılacak olayların anılması ve kutlanması ya hiç yoktur ya da sonradan kutlanmaya başlanan ve bütün Müslümanların yeterince ilgi göstermediği durumlar da bayram örnekleridir.

Hicret öncesinde Medîne’de Mecusîlerin iki bayramı, baharın başlangıcı olan Mart 21’de Nev-ruz (yeni gün) ve Eylül’ün 16’sında Mihregan (son bahar) bayramı kutlanmıştır. Ancak bu iki bayram Hazreti Muhammed tarafından “Cahiliye âdeti” sayılmış ve yerine Kurban ile Ramazan Bayramlarının kutlanması sağlanmıştır. Ancak Abbasîler (750-1258) ve Fatımîler (909-1171) zamanında Cahiliye dönemi gelenekleri hortlatılmış, Mecusîlerin Nevruz ve Mihregan adlı bayramları da kutlanmıştır.

Büyük Selçuklular da Nevruz ve Mihregan’ı bayram olarak kutladıkları gibi, Melikşah döneminde (1072-1092) Uluğ Bey tarafından geliştirilen ve 21 Mart’ı başlangıç sayan  (1078’de) Celâlî Takvimi kullanılmaya başlanmıştır.

Osmanlı döneminde de (1299-1922) bayram, özellikle Kurban ve Ramazan Bayramları etrafında toplanmıştır. Sarayda ve saray dışındaki törenler bu iki bayram günlerinde yapılmıştır. Malazgirt Zaferi veya İstanbul’un Fethi günlerinin bayram olarak kutlandığını gösteren bir bilgiye sahip değiliz. Ne Büyük Selçukluların, ne de Osmanlıların kuruluş günleri gibi özel günler de kutlama konusu yapılmamış, ay ve gün olarak hangi olayın kuruluş için başlangıç sayılıp kutlandığı gibi örneklere ise rastlanmamıştır.

Buna karşılık Yeniçeri Ocağının kapatılması ile birlikte Mehter müziği de gözden düşmüştür. Bir özentinin sonucu olarak Batı’daki orkestralara benzeyen orkestra toplulukları kurdurulmuş ve başına da bir İtalyan olan Donizetti Paşa tayin edilmiştir. Abdülaziz zamanında, 1866’daki Kurban Bayramı’nda sarayda düzenlenen törende, saray orkestrası, konuk diplomatlar ve saray ileri gelenleri için Batı müziğinden örnekler çalmıştır. Böylece doğrudan dinî bayram olan Kurban Bayramı’nda bile Batılı geleneklere göre, onların çok sesli müzikleri ve orkestralarının yer aldığı törenler yapılmıştır.

1920’lerde Ankara’da Nevruz kutlamaları tantanalı törenlerle yapılmış, Cumhuriyet’in ilânından sonra birdenbire bundan vazgeçilmiş ve SSCB’nin dağılmasından sonra Türk cumhuriyetlerindeki Nevruz kutlamalarına ayak uydurmak için 1990’larda Nevruz kutlaması yeniden başlatılmıştır.

*** 

Ulaşım ve haberleşmenin yaygınlaşması ile birlikte son iki yüzyılda her topluluk kendisi için tartışılmaz önemde saydığı günleri “bayram günü” olarak kutlamaya başlamıştır. Uzun bir saltanat geçmişi olan Türklerde de Ramazan ve Kurban Bayramlarından başka bayram günleri oldukça sınırlıdır. Türklerin bazı dönemlerde Ergenekon ve Nevruz günlerine sahip çıktıkları ve bayram yaptıkları olmuştur. Ancak bu Ergenekon ve Nevruz kutlamalarında süreklilik olmadığı gibi, Türklerin aşırı derecede göçlerle dağılmış olmalarından dolayı da tamamını kapsayan bir kutlama örnekleri olmamıştır.

Bir bölgedekinin sahiplenerek kutladığı bayramı (Ergenekon/Nevruz gibi) diğer bölgelerdekiler sahiplenmemiş, ilgilenmemişlerdir.

Cumhuriyet’in ilânından sonra her konuda olduğu gibi bayramlarda da köklü değişiklikler olmuştur. Türklerin İslâmiyet’i kabul etmelerinden sonraki dönem Türk Tarih Tezi/Kemalist tarih tezi ile “Türkleri geri bırakan ve Arap kültürünün etkisinde kaldıkları bir dönem olarak kabul edildiği” için, Türklerin bin yıllık İslâmiyet dönemlerinden bayram olarak kabul edilen bir gün ve olay olmamıştır. Doğrudan İslâm’la ilgili olan her uygulama “Arap kültürü” sayılıp aşağılanmışken, buna karşılık sömürgeci Batılıların her âdeti ise “çağdaşlık” adıyla kutsanmıştır.

Cumhuriyet döneminde de Malazgirt Zaferi ve İstanbul’un Fethi gibi olaylar bayram niteliğinde ve kutlanmaya değer görülmemiştir. Günümüz Türkiye’sinin temeli sayılacak bu iki önemli olay hâlâ resmî bayram sayılmazken, Türk halkıyla hiç ilgisi olmayan 1 Mayıs günü ise resmî bayram durumuna getirilmiştir.

Her biri değişik zamanlarda kabul ve ilân edilen, ancak sonradan bir kanunla birleştirilen resmî bayramlar 23 Nisan, 19 Mayıs, 30 Ağustos ve 29 Ekim’in yanı sıra 1 Mayıs ile sınırlı tutulmuştur. Bunların dördü Kemal Paşa’nın iktidar mücadelesindeki dönüm noktalarıdır. Her nasılsa CHP’nin kuruluş günü bayram sayılmamış ama “İzmir’in Kurtuluş Günü” diye yapılan törenler ile CHP’nin kuruluş günü telâfi edilmeye çalışılmıştır.

Resmî bayramlara dikkat edilirse, tarihin akışı içinde oluşan doğal ve özel gün özelliği taşımazlar. Meselâ 16 Nisan 1919’da Kâzım Karabekir’in Trabzon’a gönderilmesi değil de ondan 33 gün sonra Kemal Paşa’nın 19 Mayıs 1919’da Samsun’a gönderilmiş olmasının bayram olarak neden seçildiği sorusunun, Kemal Paşa’nın ikbâlinden başka makul bir açıklaması yoktur.

Abdülhamid’e karşı yapılan askerî bir isyan/darbe sonunda 23 Temmuz 1908’de meşrutiyet yönetiminin ikinci defa ilân edilmiş olması da “Hürriyetin İlânı-Hürriyet Bayramı” diye adlandırılmıştır. Bu olaydan sonra memlekete ne kadar hürriyetin geldiği ise şüphelidir. Çünkü askerî darbeyi sevk ve idare eden İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne muhalefet eden bazı gazeteciler sokak ortasında öldürülmüştür. Buna rağmen 23 Temmuz’un her yıldönümü, Mondros Mütarekesi’ne kadar “Hürriyet Bayramı” diye anılıp kutlanmıştır. Teslim dilmelidir ki, o günü Hürriyet Bayramı diye kabul edenler azınlıktır. Nüfusun büyük bir kesimi askerî bir darbeyi ve ardından sökün edip gelen baskıları, savaş şartlarının zorlukları nedeniyle “makus bir gün” olarak bilmeye devam etmiştir.

***

Örneklerde görüldüğü gibi, Cumhuriyet dönemlerindeki bayramların sayısında her zaman bir artma ve azalma gözlenmiştir. Bunun örneklerinden birisi de “27 Mayıs Hürriyet ve Anayasa Bayramı”dır. Bugünden bakınca şaka gibi gelse de 27 Mayıs darbecileri, kendi kuklalarına hazırlattıkları anayasalarında, darbe gününü böyle adlandırıp resmî tatil ile 1961-1980 arasında her 27 Mayıs günü kutlama yaptırmışlardır.

27 Mayıs’ı milletin ezici çoğunluğu “bayram olarak” kabul etmemiştir. Ama o çoğunluğa rağmen 27 Mayıs günü bayram diye kutlanabilmiştir. 1980 Askerî Darbesi ve onun getirdiği 1982 Anayasası ile 27 Mayıs darbe günü, bayram olmaktan çıkarılmıştır.

Görüldüğü gibi, Cumhuriyet döneminde bayram olarak kabul edilen günlerin ortak özelliği, iktidar mücadelelerine sahne olmasıdır. Doğrudan millet hayatı ve ilerlemesiyle bir ilgileri yoktur. Bu yüzden milletin çoğunluğu tarafından asla bayram olarak benimsenmemişlerdir. Bir iktidar mücadelesine sahne olan söz konusu günlerin millet hayatında yol açtığı sıkıntıların/sorunların dışında başka bir tarafları yoktur.

Cumhuriyet dönemindeki bayramların bir diğer ortak özelliği ise askerî birliklere yaptırılan geçit töreniyle halka karşı sergilenen askerî malzemedir. O malzemenin dış düşmana karşı sergilendiği düşünülse bile, dış düşmanın görmediği bir askerî ya da benzeri bir malzemeye sahip olunmasından dolayı korkması mümkün değildir.

Cumhuriyet’in bayram günlerinde millet çoğunluğu tehdit edilerek sindirilme seansları gibi söylemler tekrarlanmaktadır. Tören alanları millet çoğunluğuna ve onun değerlerine karşı bir intikam alma zamanı ve bir fırsat gibi görülmektedir.

Cumhuriyet dönemi bayramlarının bir diğer ortak özelliği de, devrilen önceki iktidarlara karşı düşmanca bir dilin kullanılmasıdır. Devrilen iktidarların daima düşmanla işbirliği yaptığı, halkın zararına çalıştığı, halkı cahil, aç ve sefil bıraktığı vurgularının yapılmasıdır. Bu vurgular nedeniyledir ki, devrilen iktidarlar iç düşman olarak takdim edilmektedirler. Devrilen iktidarlarsa yine çoğunlukla seçimle gelen iktidarlardır. Bu yüzden seçilmiş olmak, meşruiyet için bayram törenlerindeki vurgularda yeterli görülmez. Millet çoğunluğu tarafından seçilmiş olanların her an düşmanla işbirliği yapabilecekleri vurgusu zaten “Gençliğe Hitabe” başlığı ile bütün resmî duvarlara asılmıştır.

***

Türkiye’deki resmî bayramlar millet çoğunluğunu kuşatan ve bir sevincin paylaşılarak çoğaldığı bayram özelliği taşımazlar. Millet sorunlarının çözüldüğü, küslerin barıştığı, gam ve kasavetin dağıldığı, bir sevincin paylaşıldığı günler değildirler. Bir iktidar mücadelesinin yıldönümü olmanın dışında anlamları da yoktur.

Türkiye’de resmî bayram sayılan günlerden birisi olan 29 Ekim 1923’te bir cumhuriyet idaresinin kurulduğunu gösteren bir işaret, adının dışında yoktur. Çünkü seçme ve seçilme hakkının olmadığı, muhalefetin ve özgür basının bulunmadığı, tek partinin ve tek adamın her konuda yetkili kabul edildiği bir dönemin cumhuriyetin anlamı ile uzak yakın bir ilgisi yoktur.

Buna karşılık, özgür seçimlerin başladığı tarih olan 14 Mayıs 1950, “cumhuriyet idaresi için bir başlangıçtır”. Çünkü doğrudan halkın kararı ile kansız ve hilesiz bir şekilde yönetim değişmiştir ve gerçek anlamda cumhuriyetin kurulduğu tarihtir 14 Mayıs. Cumhuriyet kutlamaları hâlâ bir parti faaliyeti (CHP) olarak gerçekleşmektedir. O partinin dışında kalan millet çoğunluğu ise bu kutlamalarda aşağılanmaya devam edilmektedir.

Oysa millete ait bayramlar, Yahya Kemal Beyatlı’nın dediği gibi olmalıdır:

“Ulu mabedde karıştım vatanın birliğine.

Çok şükür Tanrı’ya, gördüm bu saatlerde yine

Yaşayanlarla beraber bulunan ervahı…

Doludur gönlüm ışıklarla bu bayram sabahı.”