TÜRKÇEDE kullanılan “neşe,
sevinç günü” anlamındaki “bayram”, şimdilerde adı pek duyulmayan bir tarikatın
da (Bayramiye) adıdır.
Bayram bir kutlama, anma ve yâd etme günüdür. Dinî ve millî bayramlar diye
iki ayrı grupta toplanmıştır. Elbette Ramazan ve Kurban gibi dinî bayramlar çok
daha yaygın ve etkilidir. Buna karşılık millî bayramlar ise bir ülkeye, bir
bölgeye ait olan bayramlardır.
Genel olarak Müslümanların bayramları Kurban (İdül-edha) ve Ramazan (İdül-fıtr)
bayramları ile sınırlıdır.
Hazreti Muhammed’in doğumu ya da hicreti gibi tarihin dönüm noktası
sayılacak olayların anılması ve kutlanması ya hiç yoktur ya da sonradan
kutlanmaya başlanan ve bütün Müslümanların yeterince ilgi göstermediği durumlar
da bayram örnekleridir.
Hicret öncesinde Medîne’de Mecusîlerin iki bayramı, baharın başlangıcı olan
Mart 21’de Nev-ruz (yeni gün) ve Eylül’ün 16’sında Mihregan (son bahar) bayramı
kutlanmıştır. Ancak bu iki bayram Hazreti Muhammed tarafından “Cahiliye âdeti”
sayılmış ve yerine Kurban ile Ramazan Bayramlarının kutlanması sağlanmıştır.
Ancak Abbasîler (750-1258) ve Fatımîler (909-1171) zamanında Cahiliye dönemi gelenekleri
hortlatılmış, Mecusîlerin Nevruz ve Mihregan adlı bayramları da kutlanmıştır.
Büyük Selçuklular da Nevruz ve Mihregan’ı bayram olarak kutladıkları gibi,
Melikşah döneminde (1072-1092) Uluğ Bey tarafından geliştirilen ve 21 Mart’ı başlangıç
sayan (1078’de) Celâlî Takvimi kullanılmaya başlanmıştır.
Osmanlı döneminde de (1299-1922) bayram, özellikle Kurban ve Ramazan Bayramları
etrafında toplanmıştır. Sarayda ve saray dışındaki törenler bu iki bayram
günlerinde yapılmıştır. Malazgirt Zaferi veya İstanbul’un Fethi günlerinin
bayram olarak kutlandığını gösteren bir bilgiye sahip değiliz. Ne Büyük
Selçukluların, ne de Osmanlıların kuruluş günleri gibi özel günler de kutlama
konusu yapılmamış, ay ve gün olarak hangi olayın kuruluş için başlangıç sayılıp
kutlandığı gibi örneklere ise rastlanmamıştır.
Buna karşılık Yeniçeri Ocağının kapatılması ile birlikte Mehter müziği de
gözden düşmüştür. Bir özentinin sonucu olarak Batı’daki orkestralara benzeyen
orkestra toplulukları kurdurulmuş ve başına da bir İtalyan olan Donizetti Paşa
tayin edilmiştir. Abdülaziz zamanında, 1866’daki Kurban Bayramı’nda sarayda
düzenlenen törende, saray orkestrası, konuk diplomatlar ve saray ileri
gelenleri için Batı müziğinden örnekler çalmıştır. Böylece doğrudan dinî bayram
olan Kurban Bayramı’nda bile Batılı geleneklere göre, onların çok sesli
müzikleri ve orkestralarının yer aldığı törenler yapılmıştır.
1920’lerde Ankara’da Nevruz kutlamaları tantanalı törenlerle yapılmış, Cumhuriyet’in
ilânından sonra birdenbire bundan vazgeçilmiş ve SSCB’nin dağılmasından sonra
Türk cumhuriyetlerindeki Nevruz kutlamalarına ayak uydurmak için 1990’larda
Nevruz kutlaması yeniden başlatılmıştır.
***
Ulaşım ve haberleşmenin yaygınlaşması ile birlikte son iki yüzyılda her
topluluk kendisi için tartışılmaz önemde saydığı günleri “bayram günü” olarak
kutlamaya başlamıştır. Uzun bir saltanat geçmişi olan Türklerde de Ramazan ve
Kurban Bayramlarından başka bayram günleri oldukça sınırlıdır. Türklerin bazı
dönemlerde Ergenekon ve Nevruz günlerine sahip çıktıkları ve bayram yaptıkları
olmuştur. Ancak bu Ergenekon ve Nevruz kutlamalarında süreklilik olmadığı gibi,
Türklerin aşırı derecede göçlerle dağılmış olmalarından dolayı da tamamını
kapsayan bir kutlama örnekleri olmamıştır.
Bir bölgedekinin sahiplenerek kutladığı bayramı (Ergenekon/Nevruz gibi)
diğer bölgelerdekiler sahiplenmemiş, ilgilenmemişlerdir.
Cumhuriyet’in ilânından sonra her konuda olduğu gibi bayramlarda da köklü
değişiklikler olmuştur. Türklerin İslâmiyet’i kabul etmelerinden sonraki dönem Türk
Tarih Tezi/Kemalist tarih tezi ile “Türkleri geri bırakan ve Arap kültürünün
etkisinde kaldıkları bir dönem olarak kabul edildiği” için, Türklerin bin
yıllık İslâmiyet dönemlerinden bayram olarak kabul edilen bir gün ve olay
olmamıştır. Doğrudan İslâm’la ilgili olan her uygulama “Arap kültürü” sayılıp
aşağılanmışken, buna karşılık sömürgeci Batılıların her âdeti ise “çağdaşlık”
adıyla kutsanmıştır.
Cumhuriyet döneminde de Malazgirt Zaferi ve İstanbul’un Fethi gibi olaylar
bayram niteliğinde ve kutlanmaya değer görülmemiştir. Günümüz Türkiye’sinin
temeli sayılacak bu iki önemli olay hâlâ resmî bayram sayılmazken, Türk halkıyla
hiç ilgisi olmayan 1 Mayıs günü ise resmî bayram durumuna getirilmiştir.
Her biri değişik zamanlarda kabul ve ilân edilen, ancak sonradan bir
kanunla birleştirilen resmî bayramlar 23 Nisan, 19 Mayıs, 30 Ağustos ve 29
Ekim’in yanı sıra 1 Mayıs ile sınırlı tutulmuştur. Bunların dördü Kemal
Paşa’nın iktidar mücadelesindeki dönüm noktalarıdır. Her nasılsa CHP’nin
kuruluş günü bayram sayılmamış ama “İzmir’in Kurtuluş Günü” diye yapılan törenler
ile CHP’nin kuruluş günü telâfi edilmeye çalışılmıştır.
Resmî bayramlara dikkat edilirse, tarihin akışı içinde oluşan doğal ve özel
gün özelliği taşımazlar. Meselâ 16 Nisan 1919’da Kâzım Karabekir’in Trabzon’a
gönderilmesi değil de ondan 33 gün sonra Kemal Paşa’nın 19 Mayıs 1919’da
Samsun’a gönderilmiş olmasının bayram olarak neden seçildiği sorusunun, Kemal
Paşa’nın ikbâlinden başka makul bir açıklaması yoktur.
Abdülhamid’e karşı yapılan askerî bir isyan/darbe sonunda 23 Temmuz 1908’de
meşrutiyet yönetiminin ikinci defa ilân edilmiş olması da “Hürriyetin İlânı-Hürriyet
Bayramı” diye adlandırılmıştır. Bu olaydan sonra memlekete ne kadar hürriyetin
geldiği ise şüphelidir. Çünkü askerî darbeyi sevk ve idare eden İttihat ve
Terakki Cemiyeti’ne muhalefet eden bazı gazeteciler sokak ortasında
öldürülmüştür. Buna rağmen 23 Temmuz’un her yıldönümü, Mondros Mütarekesi’ne
kadar “Hürriyet Bayramı” diye anılıp kutlanmıştır. Teslim dilmelidir ki, o günü
Hürriyet Bayramı diye kabul edenler azınlıktır. Nüfusun büyük bir kesimi askerî
bir darbeyi ve ardından sökün edip gelen baskıları, savaş şartlarının
zorlukları nedeniyle “makus bir gün” olarak bilmeye devam etmiştir.
***
Örneklerde görüldüğü gibi, Cumhuriyet dönemlerindeki bayramların sayısında
her zaman bir artma ve azalma gözlenmiştir. Bunun örneklerinden birisi de “27
Mayıs Hürriyet ve Anayasa Bayramı”dır. Bugünden bakınca şaka gibi gelse de 27
Mayıs darbecileri, kendi kuklalarına hazırlattıkları anayasalarında, darbe
gününü böyle adlandırıp resmî tatil ile 1961-1980 arasında her 27 Mayıs günü
kutlama yaptırmışlardır.
27 Mayıs’ı milletin ezici çoğunluğu “bayram olarak” kabul etmemiştir. Ama o
çoğunluğa rağmen 27 Mayıs günü bayram diye kutlanabilmiştir. 1980 Askerî
Darbesi ve onun getirdiği 1982 Anayasası ile 27 Mayıs darbe günü, bayram
olmaktan çıkarılmıştır.
Görüldüğü gibi, Cumhuriyet döneminde bayram olarak kabul edilen günlerin
ortak özelliği, iktidar mücadelelerine sahne olmasıdır. Doğrudan millet hayatı
ve ilerlemesiyle bir ilgileri yoktur. Bu yüzden milletin çoğunluğu tarafından asla
bayram olarak benimsenmemişlerdir. Bir iktidar mücadelesine sahne olan söz
konusu günlerin millet hayatında yol açtığı sıkıntıların/sorunların dışında
başka bir tarafları yoktur.
Cumhuriyet dönemindeki bayramların bir diğer ortak özelliği ise askerî
birliklere yaptırılan geçit töreniyle halka karşı sergilenen askerî malzemedir.
O malzemenin dış düşmana karşı sergilendiği düşünülse bile, dış düşmanın
görmediği bir askerî ya da benzeri bir malzemeye sahip olunmasından dolayı
korkması mümkün değildir.
Cumhuriyet’in bayram günlerinde millet çoğunluğu tehdit edilerek sindirilme
seansları gibi söylemler tekrarlanmaktadır. Tören alanları millet çoğunluğuna
ve onun değerlerine karşı bir intikam alma zamanı ve bir fırsat gibi
görülmektedir.
Cumhuriyet dönemi bayramlarının bir diğer ortak özelliği de, devrilen
önceki iktidarlara karşı düşmanca bir dilin kullanılmasıdır. Devrilen
iktidarların daima düşmanla işbirliği yaptığı, halkın zararına çalıştığı, halkı
cahil, aç ve sefil bıraktığı vurgularının yapılmasıdır. Bu vurgular
nedeniyledir ki, devrilen iktidarlar iç düşman olarak takdim edilmektedirler.
Devrilen iktidarlarsa yine çoğunlukla seçimle gelen iktidarlardır. Bu yüzden
seçilmiş olmak, meşruiyet için bayram törenlerindeki vurgularda yeterli
görülmez. Millet çoğunluğu tarafından seçilmiş olanların her an düşmanla
işbirliği yapabilecekleri vurgusu zaten “Gençliğe Hitabe” başlığı ile bütün
resmî duvarlara asılmıştır.
***
Türkiye’deki resmî bayramlar millet çoğunluğunu kuşatan ve bir sevincin
paylaşılarak çoğaldığı bayram özelliği taşımazlar. Millet sorunlarının
çözüldüğü, küslerin barıştığı, gam ve kasavetin dağıldığı, bir sevincin
paylaşıldığı günler değildirler. Bir iktidar mücadelesinin yıldönümü olmanın
dışında anlamları da yoktur.
Türkiye’de resmî bayram sayılan günlerden birisi olan 29 Ekim 1923’te bir
cumhuriyet idaresinin kurulduğunu gösteren bir işaret, adının dışında yoktur.
Çünkü seçme ve seçilme hakkının olmadığı, muhalefetin ve özgür basının
bulunmadığı, tek partinin ve tek adamın her konuda yetkili kabul edildiği bir
dönemin cumhuriyetin anlamı ile uzak yakın bir ilgisi yoktur.
Buna karşılık, özgür seçimlerin başladığı tarih olan 14 Mayıs 1950, “cumhuriyet
idaresi için bir başlangıçtır”. Çünkü doğrudan halkın kararı ile kansız ve
hilesiz bir şekilde yönetim değişmiştir ve gerçek anlamda cumhuriyetin
kurulduğu tarihtir 14 Mayıs. Cumhuriyet kutlamaları hâlâ bir parti faaliyeti
(CHP) olarak gerçekleşmektedir. O partinin dışında kalan millet çoğunluğu ise
bu kutlamalarda aşağılanmaya devam edilmektedir.
Oysa millete ait bayramlar, Yahya Kemal Beyatlı’nın dediği gibi olmalıdır:
“Ulu mabedde karıştım
vatanın birliğine.
Çok şükür Tanrı’ya,
gördüm bu saatlerde yine
Yaşayanlarla beraber
bulunan ervahı…
Doludur gönlüm
ışıklarla bu bayram sabahı.”