BUGÜNLERDE
gökte Ay, tepsi gibi... Âdeti üzere, günden güne incelecek ve bir süre sonra
hilâl olacak. Hilâl olduğunda seyri başka güzel! Hele yanına bir yıldız
yaklaşınca…
BM toplantıları ve başka uluslararası toplantıların sonunda
sıra aile fotoğrafı çektirmeye geldiğinde, hangi liderin nerede duracağını
belli etmek ve karışıklık doğmasına mâni olmak için zemine bayrak koyuyorlar.
Her lider, kendi ülkesine ait bayrağın olduğu yerde
dikiliyor.
Teknik olarak, mantıklı bir uygulama…
Gel gör ki, işin mânevî tarafı var.
O toplantılara katılan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan,
her seferinde eğilip yerdeki küçük bayrağı alıyor.
Özenle katlıyor.
Cebine koyuyor.
Kalbinin üstüne…
Başbakan olduğu dönemde de böyleydi.
Cumhurbaşkanı olduğunda da…
Zâten böyle bir tavır, mâkâmla mevkiyle değişmez.
İlkokul çağındaki çocukları görüyoruz zaman zaman haberlerde.
“Yerdeki
bayrağı kaldırdı” diyorlar, duygulanıyoruz.
Güvenlik kamerasının kayıtlarından evimizdeki ekrana kadar
ulaşıyor.
Bazen iki çocuk, çöpe atılmış ay yıldızlı bayrağımızı
çıkartıyor, yüksek bir yere asıyor.
Bazen gece vakti, kimsenin olmadığı saatte tek başına yürüyen
bir delikanlı veya beş yaşında bir çocuk, nazlıca salınan bayrağın yanından
geçerken durup öpüyor ve yoluna devam ediyor.
Kimseye gösteriş yapmak gibi bir derdi yok hiçbirinin.
Aklından bile geçmediği belli!
Sadece bayrak sevgisi…
Zira o bayrak, hürriyetimizin, bağımsızlığımızın,
varlığımızın sembolü.
İstiklâlimizin ve istikbâlimizin ifâdesi…
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da yere bırakılmış o bayrağı
itinayla alıp cebine koyarken, kesinlikle eminim ki, içinden geçen hareket önce
öpmek, başına koymaktır.
Neden öyle davranmadığını tahmin etmek zor değil.
Gösteriş yaptığı düşünülür.
Malûm, bu kadarı bile diğer liderler tarafından bir türlü
anlaşılamıyor.
Anlaşılmasını da beklemiyoruz tabiî.
Sadece anlamaya çalışsalar yeter!
Çok bile...
Fakat ona da kafası basmaz çoğunun.
Hak vermek gerekir.
Doğrusu onların bayrakları çoğunlukla flâmaya veya spor
kulübü formasına benziyor.
Birkaç renk bir araya gelmiş, kiminde iki renkli şerit,
kiminde üç renkli…
Bir anlamı vardır her birinin ama o anlamın bizdeki gibi
derin olma ihtimâli yok.
Ekranlarda çokça yayınlanan bir toplantı sonrası aile
fotoğrafı çekimi öncesinde, bizim Reis, yine yerdeki bayrağı aldı, güzelce
ikiye katladı ve ceketinin sol cebine emanet etti.
O bayrağın yakışacağı en güzel cep, orasıdır!
Bilirsiniz…
Yukarıda söyledik ya, kalbinin üstü…
O yüzden…
Hemen ön çaprazında bir hatun kişi vardı. Hangi devletin
nesidir, bilmem. “Ne oluyor?” diye
baktı göz ucuyla.
Öyle ya, koskoca adam, Türkiye Cumhuriyeti Lideri, yere
eğilmiş.
Olur şey değil. (Daha önce rastlamadığı belli.)
Acaba neden?
Sonraki hareketler birkaç saniye içinde tamamlandı.
O hatun kişi, elleri önde bağlı vaziyette, omuzlarını hafifçe
sallayarak bir kıkırdadı.
Çenesini de biraz yukarı kaldırarak, kendi kendine “Haa…”
anlamına gelen bir ağız hareketi yaptı.
Kasıtlı bir hareket değildi onun öyle davranması.
Kendiliğinden oldu ve bitti hepsi birkaç saniyede.
Ancak, bir küçümseme vardı.
Bir tepeden bakma isteği gizliydi.
Yerden bayrak almak da neydi?
Alıp katlamak neyin nesiydi?
Alıp katladıktan sonra cebine saklamak hangi anlama
geliyordu?
Bunlar aklından geçmiş olmalı.
Geçerken de gereksiz buldu zâhir…
Bendeniz o görüntüyü defalarca izledim. Belki kırk defa,
belki elli defa…
(Bilseydim bu konuda yazacağımı, üşenmez sayardım ve size net
bilgi verirdim.)
Kadıncağız, her defasında aynı şekilde kıkırdadı. Yahut
kikirdedi.
Omuzlarını sallamasaydı iyiydi ya, neyse…
Sonra bir soylu edâsıyla başını çevirdi. Evet, her seferinde
öyle yaptı.
Nereden bilsin bizim için bayrağımızın ne anlama geldiğini?
Şehidimizin kanı olduğunu nasıl idrak etsin?
Sorsak “Şehit nedir?”, onu bile anlamakta zorlanır.
“Ülkesi için ölmek” der en fazla…
El-hak, yanlış değil, ama noksan!
Ötesini anlatmak da gereksiz zâten.
Hilâl nedir, yıldız ne demektir, nasıl idrak edecek?
Reisimiz, bayrağımızı yerde bırakmaz, biliriz. Bunu bilmek de
bize yeter!
*
Romanyalı bir sokak sanatçısı...
Almanya’nın kalabalık meydanlarında yere bir çember çiziyor.
Çemberin içine de ülkelerin bayraklarını resmediyor elindeki
boyalarla.
Yirmi otuz ülkenin bayrağı…
Gelip geçenlerin verdiği paralarla hem geçimini temin ediyor,
hem de ameliyat için birikim yapıyor.
Çizdiği bayraklar da alelâde değil. Ölçüp biçip özenle
yapıyor çizimini ve boyama işini.
Bir tek bizim bayrağımızı çizmiyor.
Sebebini sorduklarında açıklıyor: “Türkler, ülkelerinin bayrağını yere çizmemi istemiyorlar.”
Yere çizilmiş yirmi otuz bayrak arasında bizim bayrağımız
yok…
Fakat onların yanında dalgalanan bir bayrağımız var.
Gerçek bir bayrak.
Nazlı nazlı dalgalanıyor Avrupa rüzgârında.
Hilâli ve yıldızıyla, al rengiyle…
Elin kıkırdak lideri bilmiyor ama Romen sokak sanatçısı
öğrenmiş Türk bayrağının yere çizilmeyeceğini, ancak ve ancak nazlı nazlı
dalgalandırılabileceğini…
Haberde bahşiş miktarından söz edilmiyordu ama öyle tahmin
ediyorum ki, en fazla bahşişi orada yaşayan ve orada turist olarak bulunan Türklerden
topluyordur.
Toplasın, hakkıdır!
Helâl olsun!