"Bay Bay Kemal"

Bu seçimin galibi yine Recep Tayyip Erdoğan olacak ve demokrasi târihinde seçimle işbaşına gelen bir lider olarak rekor kıracak. Bir iki istisnâ dışında rakiplerinin tamamı da siyâset sahnesinden silinecek. Durum bunu gösteriyor.

SAYIN Cumhurbaşkanı’nın yıllardan beri, biraz da istihzâî (alaycı) bir üslûpla Kemal Kılıçdaroğlu’na taktığı “Bay” sıfatı, son zamanlarda bu sıfatın Kılıçdaroğlu tarafından da benimsenmesiyle birlikte tedâvülden kalktı ve yerine yeni bir sıfat ikâme edildi: “Bay Bay”. Bu sûretle “Bay Kemal” oldu “Bay Bay Kemal”.

Aslında bu son sıfatın mucidi, “Ömer Faruk Arlı” adında “şair-yazar” bir dostumuz idi. Zâten kendisi de bunu bir makale başlığı olarak bir yazısında kullanmıştı (Haber Ajanda Net). Bu kullanımdan sonra Sayın Cumhurbaşkanı’nın da bu sıfatı kullandığını gördük. Sayın Cumhurbaşkanı muhtemelen bu başlıktan ilham almıştı. Belli ki bu sıfat birileri tarafından kendisine ulaştırılmıştı. Eğer bu doğruysa Sayın Cumhurbaşkanı’nın ilgili tarafa (Ö. M. Arlı’ya) hak-hukuk-adâlet gereği telif hakkını ödemesi gerekir. Hele de Sayın Kılıçdaroğlu seçimi kaybedip siyâset sahnesinden silinirse, o zaman bu sıfat (Bay Bay) daha da anlamlı hâle gelecektir. Kim bilir, belki de telif hakkı iki katına çıkacaktır(!).

“Bye bye” kavramı İngilizcede “güle güle” demektir. Türkçeye de aynı anlamda galat olmuş şekliyle “bay bay” olarak geçmiştir.

İlginç bir tesadüf müdür, tevâfuk mudur nedir, Sayın Muharrem İnce de ev sahibi olarak Kemal Kılıçdaroğlu ile yaptığı görüşmeden sonra kendisini uğurlarken “Hoş geldin, güle güle” demişti.

Sayın Kılıçdaroğlu, siyâseten farklı kulvarlarda koşan ve görünüşte farklı siyâsî görüş ve düşüncede olan parti liderlerini ve taraftarlarını (aslında birbirlerinden pek de farkları yokmuş) bir araya getirme becerisi göstererek göreceli bir başarı elde etmişti. Belki de bu başarının (proje) perde arkasındaki asıl mimar bir “üst akıl”dı.

Kim bilir, kimi zaman bu üst akıl “Okyanus ötesi” diye tâbir edilen ve üç büyük harften oluşan bir ülkenin bir eyâletinde kocaman bir mâlikânede ikâmet eden ve kendisine “Kâinat İmamı” da denilen bir zât olabileceği gibi, zâtını da içine alan bu üç harfli devletin ve yine üç harfli olan çok önemli bir kurumu da olabilir.

Hatta bu üst akıl, dünyada “ince siyâset” denildiğinde ilk olarak akla gelen ve bu mânâda gerçekten de dünya siyâsî tarihine damgasını vurmuş olan İngilizler de olabilir. Öyle ki, bu kavim karda yürüyüp izini belli etmediği gibi, saman altından su yürütüp sonra da üste çıkarak vaaz etmeyi çok iyi becerir. Dolayısıyla bu proje, İngiliz ince aklının rehberliğinde mezkûr yapıların ortak bir senaryosu ve yapımı da olabilir.

Ancak bu tiyatro, senaristi, yapımcısı ve rejisi (yönetmeni) tarafından öyle başarılı bir şekilde sahneye sürülmüştü ki kalb gözü açık olanların dışında gerçeği görmek asla mümkün olamazdı. Basîret ve firâset sahibi olmayan taraftarlar, seyirciler, destekçiler ve mensuplar, mankurtlaştırılmış, meyyitleştirilmiş, uyutulmuş ve afyonlanmış olarak bu tiyatroyu hayran hayran ve mahmur bir hâlde izlemekten başka bir şey yapamazlardı, nitekim de yapamadılar. Tâ ki atı alanın Üsküdar’ı geçinceye ve gaflet uykusundan uyanıncaya kadar…

Peki, sahnelenen bu tiyatronun tutmasında ve uzun süre sahnede kalarak seyirci rekoru kırmasında karşı tarafın hiç mi suçu yoktu? Olmaz olur muydu? Tabiî ki vardı. Otoriter bir anlayış, üstenci bir yaklaşım, kibirli bir tavır, düşünen beyinlere tahammülsüzlük, eleştiriye kapalılık, hoşgörü eksikliği, aşırı tarafgirlik, ehliyetsiz ve liyakatsiz insanlara kadroların peşkeş çekilmesi, birilerine ve yedi sülâlerine ulûfe dağıtımı, dini dar olanlara alabildiğine imkân sağlanması, dini bütün olanlara da meydanların dar edilmesi gibi unsurlar bu minvâl üzeredir.

Ama gelinen noktada meselenin rengi öyle değişti ve öyle ciddiyet kazandı ki mevzû tamamen bir memleket ve bekâ meselesi hâline geldi. Onun için ve her şeye rağmen, meseleyi çok dikkat ve hassasiyetle değerlendirmenin istiklâl ve istikbâlimiz açısından çok büyük faydaları olacağı kanaatini şahsen taşımak durumundayım. Çünkü mesele artık sen, ben, parti pırtı kavgası olmaktan çıkmıştır. Maalesef ki hakikat budur.

Evet, Sayın Kılıçdaroğlu göreceli bir başarı sergileyerek ABD, İngiltere, Almanya, Fransa başta olmak üzere tüm Batılı ülkelerin, hatta İsrail’in, FETÖ ve Kandil’in desteğini arkasına aldı ama (zâten onlar menfaatleri gereği gönüllü destek verdiler) fiiliyatta bu destek ters tepti. Çünkü şapka düştü, kel göründü. Artık her şey apaçık ortaya çıktı ve herkesin gerçek niyeti net biçimde belli oldu. Gizli kapaklı hiçbir şey kalmadı. Zâten herkes kartlarını açık açık oynamaya başladı.

Aslında ABD ve özellikle kendinde güç vehmeden PKK’nın Kemal Kılıçdaroğlu ve avenesine (Altılı veya Yedili Masa) açık destek vermesi stratejik bir hataydı. Üst akıl burada yanılmıştı. Kim bilir, belki de bu üst aklın üstünde olan ve bütün akılları ihâta ederek kuşatan mutlak ve faâl bir akıl, onların eliyle bu strateji tuzağını bozmuştu.

Mâmâfih her şeye rağmen bu millet vatanına, bayrağına, dinine, imanına, istiklâl ve istikbâline göz dikenleri ve ihânet içinde olanları pek sevmezdi. Onun için iş tersine döndü. Bir de buna çekirdekten yetişme siyâset uzmanı ve ustası Recep Tayyip Erdoğan’ın son bir aydaki hizmet ve eser odaklı siyâsî atakları eklenince, olumsuz gidişat hepten lehe döndü. Hem de büyük bir deprem ve ekonomik sıkıntıların yıkıcı etkilerine rağmen…

Dolayısıyla bu seçimin galibi yine Recep Tayyip Erdoğan olacak ve demokrasi târihinde seçimle işbaşına gelen bir lider olarak rekor kıracak. Bir iki istisnâ dışında rakiplerinin tamamı da siyâset sahnesinden silinecek. Durum bunu gösteriyor.

Diğer ilginç bir nokta da taşların yerinden oynaması ya da oynatılmasıydı. Kim inanırdı ki Hulki Cevizoğlu ve DSP Genel Başkanı gibi Solcu ve Atatürkçü şahsiyetlerin “İslâmcı” olarak bilinen veya böyle olduğu iddia edilen bir partide saf tutmaları ve milletvekili adayı olmalarına? Yine kim inanırdı ki FETÖ’cü, İslâmcı, Cumhuriyet ve Atatürk düşmanı olarak bilinen veya böyle lanse edilenlerin de “Cumhuriyetçi ve Atatürkçü” bir partide yer almaları ve aday olmalarına?

Bu bakımdan, bu seçim çok ilginç olacak ve sonuçları itibariyle uzun süre hâfızalardan silinmeyecek. Ama her ne olursa olsun, sonuçlar memleketimiz için hayırlı olsun! Önemli olan da bu değil midir?