“MEDENİYET” ve “uygarlık”
kavramı, çoğu zaman aynı anlamda kullanılır. Fakat bazı sosyal bilimciler “uygarlık”
kavramının daha kapsayıcı, “medeniyet” kavramının ise daha dar bir kavram
olduğunu söylerler. Yani bazı sosyal bilimciler medeniyeti belli bir coğrafyaya
özgü bir kavram iken, uygarlığı çok daha geniş bir coğrafyayı içine alarak
anlatırlar. Bu ayrımı kabul etsek bile, dünyanın küresel bir köy hâline geldiği
ve her türlü etkileşimin en üst noktaya ulaştığı günümüzde böyle bir ayrım,
artık geçerli olmasa gerektir.
Kavramın
kökenine baktığımızda, medeniyetin “medîne” yani “şehir” kelimesinden ortaya
çıktığını görürüz. “Medenî” kelimesi ise “şehirli” anlamına gelmektedir. Yani
medeniyet kavramının kökeni, “medîne” yani “şehir” kelimesine dayanmaktadır.
Şehir ise “devlet” kavramı ile ilgilidir. Çünkü Yunanca “polis” kelimesi,
“şehir devleti” anlamına gelmektedir. Yani medeniyet kavramı, şehir ve devlet
kavramıyla çok yakından ilişkilidir.
Şehirli olmak demek, esas itibariyle kültür, sanat, etik, estetik, mimar, insan hakları, eşitlik ve demokrasi gibi kavramlar ve bu kavramların ihata ettiği tüm paradigma ile ilişki içerisinde olmak demektir. Tüm bu kavramlar ve bunların kuşattığı her şey, insan merkezli kavramlardır.
Bu
bağlamda medeniyet veya uygarlık kavramını ele aldığımızda, Batı dünyası
günümüzde medeniyeti kendilerinin temsil ettiğini, medenî değerlere ve
medeniyet ölçülerine sahip olarak sadece kendilerinin olduğunu iddia ederler. Kendileri
dışında kalan toplumları ise medenî değerlerden uzak toplumlar olarak
tanımlarlar. Bu iddialarının kanıtı olarak da Batı toplumlarındaki yaşam
standartlarının en üst düzeyde olmasını gösterirler. Ayrıca Batı kültürünün tüm
dünyaya hâkim olduğunu, dünyanın her yerinde Batı kültürünün bir yaşam biçimi
hâline geldiğini söylerler. Aynı şekilde Batı sanatı ve mimarisinin köklü bir
mimari ve sanat olduğunu, kendini güncelleyerek varlığını devam ettirdiğini,
diğer kültürlere ait sanat ve mimari paradigmanın ya hiç olmadığını ya da
kendini güncelleyemeyerek yok olduğunu ifade edip, demokrasi ve insan hakları
gibi temel değerlerin kendi toplumlarında hâkim olduğunu, diğer toplumlarda bu
değerlerin ya hiç olmadığını ya da yeterli olgunluğa ulaşmadığını söylerler.
Tüm
bunlar ilk bakışta ikna edici kanıtlar olarak görünmektedir. Çünkü savaş, kaos,
sınıfsal ve ekonomik eşitsizlik, Batı toplumları dışındaki toplumlarda daha fazla
hissedilmektedir. Demokratik standartlar Batı toplumlarında daha yerleşiktir. Bugün
medya aracılığıyla Batı, kendi inşâ ettiği hemen hemen tüm kültürel öğeleri
kendi dışındaki toplumlara ihraç etmektedir. Ekonomik eşitsizlikler Batı
toplumlarında daha azdır. Gelir dağılımı daha dengelidir. Ortalama insan ömrü daha
yüksektir. Hatta bazı ülkelere nispetle iki katına sahiptir. İnsan hakları
ihlâlleri görece daha azdır. Tüm bunların kendi içerisinde bir iç tutarlılığı
ve doğruluğu vardır. Ama medeniyet ve uygarlığın en önemli göstergesi, hiçbir
ayrım gözetmeksizin insan vicdanını medeniyetin merkezine almaktır. Yani
medeniyet iddiası taşımak demek, en temelde hiçbir koşula bağlı olmaksızın
insanlık vicdanını temsil etmek demektir.
Bu
bağlamda Batı medeniyetine baktığımızda, onun öne sürdüğü tüm medeniyet
göstergelerinin mutlak değil, bağıl göstergeler olduğunu görürüz. Evet, Batı
ekonomik eşitsizliğin en az olduğu coğrafyadır, ama bunu, kendi dışında kalan
toplumları tarihî serüven içerisinde sömürerek elde etmiştir. Hâlen bu sömürüyü
devam etmektedir. Demokratik standartların gelişmişliği, sadece kendi gibi
düşünen ve kendi gibi olanlara uygulanır.
Batı
toplumsal kaosun en az olduğu coğrafyadır ama en fazla intihar ve uyuşturucu
olayının baş gösterdiği coğrafyadır aynı zamanda. Temel insanî değerlerin en
yerleşik olduğu yerdir ama bu değerler sadece kendileri söz konusu olduğu zaman
geçerlidir. Göçmenlere karşı uygulanan insanlık dışı yöntem ve tecritler, zulüm
ve gözyaşının olduğu Arakan ve Filistin gibi bölgeler hakkında sessiz kalmaları
bunun en açık göstergesidir.
Teknolojik,
sosyal ve siyasal gelişmişliğin en önde olduğu toplumdur Batı, ancak bunların
meyvesini kendi dışındakilerle paylaşma noktasında hiçbir şekilde gönüllü
olmadığı gibi, acımasız bir tavır takınmaktadır. Batı toplumu kendi içinde bile
paylaşma duygusundan yoksundur.
Batı
dünyası, günümüz sanat ve estetik gibi alanları domine etmektedir. Ama bu
alanlar başkası söz konusu olduğunda hiç de kendilerine yansıdığı gibi yansımamaktadır.
Yani medeniyeti kendinin temsil ettiği iddiasındaki Batı, kendi söz konusu
olmadığında üç maymunu oynamakta, demokrasi ve insan hakları gibi değerleri görmezlikten
gelmektedir.
Batı’nın
en önemli temsilcisi olan Amerika, her fırsatta ülkemizi insan hakları
konusunda olur olmaz iddialarla suçlarken, kendi çıkarları söz konusu olduğunda
terör guruplarına destek vermekten çekinmemekte, müttefiki olarak görüp de
demokrasinin ve insan haklarının olmadığını düşündüğü ülkelerle işbirliğinde
medeniyete aykırı yön görmemektedir. Cemal Kaşıkçı cinayetinde, Suudilerle olan
milyar dolarlık anlaşmaları bahane ederek cinayetlere ses çıkarmamakta, cinayetin
en önemli zanlılarını görmezlikten gelmeyi seçmektedir.
ABD,
“Irak’a demokrasi getireceğim” diye ülkeyi savaş alanına döndürürken, İran’ı
demokratik bir ülke olmamakla suçlayıp ağır ekonomik ambargolara maruz
bırakırken, demokrasi kültürünün hiç olmadığı ama müttefik saydığı ülkelerin
cinayetlerini yok saymaktadır. Yani demokrasi ve insan hakları gibi değerleri
kendi çıkarları için bir meşruiyet aracı olarak kullanmakta ya da kendi
dışındaki ülkeler için baskı aracı olarak kullanmaktadır.
Gezi
olaylarının olduğu dönemde, olayların kontrol altına alınması için yapılan
müdahaleleri insanlık dışı olarak niteleyip bunu ülkemiz üzerinde bir baskı
aracı olarak kullanmak isteyenler, söz konusu “Sarı Yelekliler” olduğunda ise insan
haklarından dem vurmayı bir kenara bırakmaktalar.
En
başa dönecek olursak, medeniyet, şehir ve devlet ile çok yakından ilgilidir.
Çünkü medeniyet göstergesi olan tüm parametreler şehir ortamında doğar, gelişir
ve serpilirken, devlet de bunları himaye eder ve gelişmesi için gerekli ortamı oluşturur.
Batılı devletler her ne kadar medeniyet göstergesi olan parametreleri domine
ediyor görünseler de insanlığın vicdanını temsil etmemektedirler. Çünkü Batılı
devletler, kendileri dışında kalanlara bu değerleri lâyık dahi görmemekte, bu
değerleri kendileri dışında kalan ülkelerin üzerinde birer baskı ve kendi
çıkarlarının birer meşruiyet aracı olarak ele almaktadırlar. Yani bunları kendi
hegemonyalarının birer aracı olarak kullanmaktadırlar.
Bunun için dünyanın ve insanlığın vicdanını temsil edecek yeni bir medeniyete ihtiyaç vardır. Geçmişte insanlığının vicdanı olmuş bir mirasın üzerinde duran bizler, bunun için var gücümüzle çalışmalıyız. Ne kadar yol alırsak, o kadar insanlık vicdanını tesis etmiş ve gelecek nesillerin işini kolaylaştırmış oluruz.