Batılı gezginin hayreti

Kimlerin İngiliz mandasından yana olduğu, kimlerin Amerikan mandası istediğine bakılınca, üzücü bir tablo ortaya çıkar. Burada tek tek isim saymayalım da haberdar olmayanların uykusunu bölmeyelim. Tarihe mal olmuş bir konuda hayaller yıkılmasın, rüyalar yarım kalmasın.

BİR Ramazan’a daha erdik. Kavuşturana şükürler olsun. Mübarek Ramazan, her zaman olduğu gibi bu sene de on gün erken geldi. Nasrettin Hoca’nın sözünü hatırlarsak, bizden memnun oluşundan kaynaklanıyor olsa gerek. Biz kavuştuk ama yakın-uzak çevremizden vefat edenler oldu. Hepsine rahmet dileriz.

Şark âlemini merak eden Batılı gezginler, eline bastonunu alıp yola çıkmış, ülkemize gelerek gördüklerini defterlerine kaydetmişlerdir. Sonradan kitap hâlinde yayınlanan pek çok gezi notları vardır. Geçmiş asırlarda Batı toplumları ile aramızda çok fark vardı. Hayata bakıştan günlük yaşayışa kadar…

Bir tanesi Ramazan ayında gelmiş. Bakmış ki gördüğü kişiler yeme içmeden uzak duruyor. “Nedir bunun sebebi?” diye merak edip sormuş. 

“Oruçluyuz” demişler. 

“Hiçbir şey yemez misiniz?” 

“Yemeyiz.”

“Kahve de mi içmezsiniz?” 

“İçmeyiz.”

“Su bile mi?” 

“Su bile.” 

“Ne kadar zaman?” 

“Bütün gün.”

Kafası almamış. “Bütün gün bir şey yemeden içmeden durulur mu?”

Gülmüş bizimkiler “Ohoo” demişler, “Bu senin sandığın gibi bir günlük bir şey değil, otuz gün sürecek.”

Gezginin ağzı açık kalmış. “Otuz gün mü? Dayanamazsınız…” demiş. 

Güneş batıp ezan okununca bizimkiler sofraya oturmuşlar. Adam sofrayı ve etrafında oruç açanları görünce, “Çok yiyorsunuz. Bütün gün aç durdunuz, şimdi saldırıyorsunuz. Vücuda zararlı bu. Erken yaşta gidersiniz…” diye düşüncesini dile getirmiş. 

Bizim cemaat yine gülerek karşılamış o tepkiyi.

Daha sonra ezan okunmuş, teravih namazı başlamış. 

Saf saf dizilmişler, hep beraber yatıyorlar kalkıyorlar eğiliyorlar oturuyorlar… 

Yat kalk bitmiyor. Bir saat civarı manzarayı seyreden Batılı gezgin “Ne yaptınız?” diye sorunca “Namaz kıldık” demişler. 

Hayretten hayrete girip çıkan gezgin “Gayet akıllıca. Fikrim değişti. Size bir şey olmaz…”diye görüşünü dile getirmiş. 

“Hemi de sevap kazanıyoruz” demiş bizimkiler. 

“Nasıl?”

“Cenabı Allah kabul ederse, cennetten birer parsel aldık sayılır. En azından günahlarımızın az veya çok affolunacağını ümit ederiz.” 

Nükleer ayrıcalığı

Nükleer güç sahibi olmak, derler ki saldırmak için değil, savunmak içindir ve çok önemli bir caydırıcılık sağlar. 

Doğru mu, doğru... 

Öyleyse, caydırıcılık her ülkenin hakkı olmalı.

Yalnızca bazı ülkelerin nükleer silah sahibi olması doğru değil. Dahası, büyük haksızlık. Ülkelerin bir kısmı niye av olsun? Niye saldırıya açık hâlde beklesin? 

Hiç adil değil. Olacaksa, her ülkede nükleer güç bulunsun ki kimse kimseye saldırmasın. 

Ülke dediklerimiz, haritada bir avuç kadar yer değil ki. Hepsinde yaşayan, geleceğe dair ümitleri olan insanlar var. Yaşlı genç, kadın erkek, çoluk çocuk, kız kızan… 

Ülkelerin bazıları niye ayrıcalıklı olsun? Hangi sebeple imtiyazlı görülsün? Birilerinin hayatı, diğerlerinin hayatından daha değerli olamaz. Hayat hakkı, herkes için eşittir. 

Zamanı gelmiş

Tramp’ın en has adamı Elın Mask’ın dilinde bugünlerde meşhur bir türkü dolanıyor. 

“Samanlıktan kaldıramadım samanı da Zühtü/ Şimdi geldi ayrılmanın zamanı da Zühtü/ Ben sana yandım Zühtü/ Boşuna yandım Zühtü…”

Mask, NATO ve BM’den ayrılmak gerektiğini düşünüyor. 

ABD dünyadan ayrılsa daha şık olur. 

Mars var, Neptün var… Toplayıp pılıyı pırtıyı taşınsınlar. 

Hem dünya rahata erme şansı yakalar hem kendileri…


 

Manda konusu

Zelo, Kırım işgaliyle başlayan ülke topraklarının erimesi karşısında çaresiz kaldı. NATO’ya girmek için çabalaması ülke bütünlüğünü korumak içindi ve sırf bu yüzden Amerikan mandasına çoktan razı olmuştu. “Yeter ki ABD bizi Rusya’ya karşı korusun, ülkemizin kaynaklarını beraberce kullanalım” düşüncesindeydi.

Bu konu bizim için de bir alternatif olarak görülmüştü. En azından bazı kesimler tarafından. 

Koca koca adamlar, Osmanlı’nın çöküşüne şahit olmanın verdiği üzüntü, karamsarlık ve ümitsizlikle, kendi başımıza kurtuluşa ereceğimize tam anlamıyla inanamamış, destek almak gerektiğine kanaat getirmişler. İçlerinde komutanlar, aydınlar, siyasetçiler var. Bir kısmı Amerikan mandası diye tutturmuş, bir kısmı da İngiliz mandasını savunmuş. 

Şükür ki Erzurum ve Sivas kongrelerinde “manda ve himayenin kabul edilemeyeceği” kesin bir dille ifade edilmiştir. 

Kimlerin İngiliz mandasından yana olduğu, kimlerin Amerikan mandası istediğine bakılınca, üzücü bir tablo ortaya çıkar. Burada tek tek isim saymayalım da haberdar olmayanların uykusunu bölmeyelim. Tarihe mal olmuş bir konuda hayaller yıkılmasın, rüyalar yarım kalmasın. 

O tartışmalardan çok daha sonra Hollanda’dan Holştayn ve İsviçre’den Montofon ineklerinin ülkemize getirilmesinin alternatif teşkil etmediği ve konuyla alakası olmadığını hatırlatmakta fayda bulunabilir.