Batı’da ve Batılılaşanlarda İslâmofobi

Durup şöyle bir kısa geçmişe baktığımızda bile görürüz ki, İslâm coğrafyaları sömürgecilikten toplu katliama, fiziksel ve psikolojik baskıdan mevcut topraklarını işgale kadar türlü sıkıntılarla uğraşmışlardır. Müslümanlar tüm bu durumlarla baş edebilmek şöyle dursun, öznesi olmadığı bu savaşın bir de suçlusu olmak durumunda bile kalmışlardır.

İSLÂM ve Müslümanlar her bir taraftan saldırı altında. Hem içeride, hem de dışarıda kutsal dinimiz İslâm ve ona gönül veren Müslümanlar çeşitli işkence, taciz, saldırı ve daha birçok insanlık dışı zulme maruz kalmaktadır.

Dünyanın neresine bakarsanız bakın, Müslümanlar zulüm görüyorlar. Tarihe çok girmeden, sadece şu son üç ay içinde dünya üzerinde temel hareket noktası İslâm karşıtı olma hedefi güden Yeni Zelanda, Çin ve Mısır’da gerçekleşen olaylara bakmamız yeterlidir bunu görebilmek için. Yeni Zelanda veya herhangi bir ülkede Müslümanlar, Cuma günü ibadet vaktinde ve bir camide aşırı sağcı teröristler tarafından uzun namlulu silahlarla sırf bu nefret bakışı sebebiyle vahşice ve haince öldürülebiliyorlarsa, bugün hem Batı, hem de içimizdeki Batı zihniyeti, “insanlık ve vicdan özgürlüğü” üzerine bir muhasebe yapmalıdır. Tabiî vicdanları varsa…

Durup şöyle bir kısa geçmişe baktığımızda bile görürüz ki, İslâm coğrafyaları sömürgecilikten toplu katliama, fiziksel ve psikolojik baskıdan mevcut topraklarını işgale kadar türlü sıkıntılarla uğraşmışlardır. Müslümanlar tüm bu durumlarla baş edebilmek şöyle dursun, öznesi olmadığı bu savaşın bir de suçlusu olmak durumunda bile kalmışlardır.

Dünya üzerindeki tüm coğrafyalarda, biliyoruz ki Müslümanlar, çoğunlukla kendi kurmadıkları bir düzenin içinde ve kendi seçmedikleri yönetimler altında yaşamaya mahkûm edilmişlerdir. Kaldı ki, yüksek çoğunluğu Müslüman olan ülkeler dahi başka ülkelerin (ABD ve benzeri) işgali altında olmalarına rağmen, bu durumdan yine en çok Batı (ABD ve benzeri) yakınır. Öldürdükleri binlerce Müslümanın insanî hiçbir değeri olmazken(!), ölen yüz Amerikalı asker için günlerce yas tutarlar. Avrupa’nın göbeğinde, Bosna’da katliamlar olur, Filistin işgal edilir, Çin’de Müslümanlara türlü işkenceler edilir ama hiçbir ülkenin kılı kıpırdamaz.

Tüm bunlara karşılık, kendi topraklarında meydana gelen teröre bağlı herhangi bir saldırıyı da Müslümanların üzerine yıkmaktan hiç çekinmezler. Hattâ bu nefreti fikir dünyalarına öyle işlemişlerdir ki “İslâmî terörizm” kavramını dahi hiç utanmadan kullanırlar. Bunu yaparak tüm Müslümanları ve hattâ İslâm dini ile değerlerini bile karalamaktadırlar. Ülkeden ülkeye gezerek savurdukları özgürlük ve insan hakları lâflarının yerini, İslâm dini ve onun mensuplarına sıra gelince, âdeta Mekke’nin cahiliye dönemindeki müşriklerden daha aşağı fikirlerle ölçmekten zerre suçluluk duymazlar.

Hâlbuki ilk akla gelen ve yakın zamanda gerçekleşen Yeni Zelanda saldırısına bakalım...

Terörün mezhebi ve dininin olmadığını söyleyebilecekler mi? Ne diyebiliriz bu saldırıya? “Hıristiyan terörizmi” nasıl olur acaba? Bunu hiçbir zaman söyleyemeyecekler. Çünkü tarihin tüm zamanlarından beri İslâmiyet ve Müslümanları karalamaya çalıştıkları bu dili Hıristiyanlık yahut sair dinler için kullanmayacaklar. Çünkü bu kurgu yıllardır bu şekilde işlemektedir.

Saldırgan kişi Müslümansa terörist olur ve bu durum İslâm’a mâl edilir; başka dinden olunca, saldırganın aklî dengesi bozuktur(!).

Yeni değil!

Aslında onlar da neyin ne olduğunu en az bizim kadar iyi biliyorlar. Tarihin her döneminden bu yana İslâm düşmanlığını Batı’nın merkez ideolojisi hâline getirenlerden samîmi ve insanî bir tavır beklemiyoruz, beklemedik de. Kaldı ki, Batı da İslâmofobi’nin ortaya çıkışı George Walker Bush döneminde 11 Eylül olaylarına dayandırılsa da, Avrupa’daki tarihi çok eskiye dayanmaktadır. Her dönem farklı dil, din veya ırka mensup olanlarla yaşama noktasında hep aynı tavra sahip olmuş Batı zihniyeti, kendinden farklı olana sürekli şüphe ile yaklaşmıştır ki bu, hiç de yeni değildir.

Orta Çağ’da farklı mezhepten olduğu için binlerce insanın katledilmesi, İkinci Dünya Savaşı’nda binlerce Yahudi ve Roman’ın öldürülmesi ve Amerika’da beyaz ırktan olduğu için hâlâ insan ve hayvan arasında bir ırk olarak görülen Siyahiler de bu durumun örneklerini sergilemektedir. Dolayısıyla Batı’nın kendisinden “ötekine” yönelik tavrı incelendiğinde, Müslümanlara yönelik olan tutumu bizi hiç şaşırtamayacaktır.

Ayrıca Müslümanlara karşı gösterilen bu tutum ve davranışlar o derece artmış durumdadır ki, Avrupa ve Amerika ülkelerinde yerli halk şöyle dursun, bizzat siyâsî liderler kendi toplumlarına bunu empoze etmeye çalışmaktadırlar. Meselâ ABD Başkanı Donald Trump’un ırkçı söylemleri ve yaptırımları, ayrıca Fransa, Almanya ve Hollanda gibi Avrupa ülkelerinde yükselen aşırı sağcı hareketler, Müslümanlara yönelik tehdit algısını beslemektedir.

Batılı siyâsiler Müslümanların varlıklarından öyle çok korku ve endişeye sahiptirler ki kendi halkları ile Müslümanları karşı karşıya getirmek için gerekli tüm medya organlarını kullanmaktadırlar. Üstelik bu düşüncenin psikolojik, sosyolojik, iktisâdî ve tarihî pek çok arka plânı bulunmaktadır. Meselâ Macaristan Başbakanı Victor Orban’ın Avrupa’da yaşayan Müslümanların nüfusunun artışında büyük yükselme olduğunu ve bu durum önlenemezse Hıristiyan nüfusun azalmasının Avrupa’da büyük şehirlerin İslâmlaşmasıyla sonuçlanacağına dair yaptığı açıklama, Batılı liderlerin nasıl bir endişeye sahip olduklarını gösterir.

Kısacası Batı, Müslümanların zaman içinde sadece güneyde değil, kendi kapıları içinde de önlenemez bir şekilde artışının olmasıyla İslâmlaşmaktan korkmaktadır. Zira bugün mültecilerin ülkelerine girişini önlemek amacıyla Amerika’da inşâ edilen “güvenlik duvarı” ve yine Macaristan’da inşâ edilen tel örgüler ve polis koruması, bu korku ve endişenin en somut örnekleridir. Ne var ki, tüm bunlar çâre olamamış olacak, Batı’da tarihsel veriler demografik olarak bir Müslüman nüfus artışı olduğunu göstermektedir.

Dünya üzerinde İslâm dininin marjinalleştiği tüm coğrafyalarda görünen o ki, olaylar basit bir terörizm düşüncesinden ibaret değildir. Müslümanların olduğu tüm ülkelerdeki işgaller, savaşlar ve saldırılar, geçmişinde acısı çok ötelere dayanan kin ve nefretten ibarettir. Kaldı ki, Batı ve onun zihniyetine sahip olanlar, her zaman kendinden olmayana karşı aynı tutum ve davranışa sahip olmuşlardır.

Peki, ne yapmalıyız? Öncelikle bilmeliyiz ki terör, büyük devletler tarafından beslenip büyütülmektedir. Ülkemizde bulunan tüm terör gruplarının sahibi Batı ülkeleridir. Buna bağlı olarak İslâmofobi de Batı’nın bir gerçeğidir. Ama bu gerçekle yüzleşmeyerek suçu daima Müslümanlara yıkmaktan geri durmayacaktır. Buna hazırlıklı olmamız lâzım.

Her zaman zayıf gördükleri İslâm dünyası kolay hedef olmamalıdır. Artık biz Müslümanların da kendi kaderlerini ele almasının vakti gelmiş de geçmektedir bile. Güçlü birer siyâsî merkez ve toplum olarak bu gerçeğe karşı hemfikir ve bilinçli olmak zorundayız. Şikâyet ederek ve kınayarak bir yere varamayız. Devletimizin gücüne güç katacak istek ve yaptırımlarda bulunmalıyız.