Batı vahşeti ve İslâmofobi kavramı

Dünyanın bir ucundan kalkıp buraya gelenlerin amacı, başta petrol olmak üzere bölgedeki yeraltı ve yerüstü kaynakları sömürmektir. “Terörle mücadele” adı altında işgal edilen bu ülkelerde faaliyet gösteren bu örgütleri buralara onların yerleştirdiğini göz ardı edemeyiz. Örneğin “Kimyasal ve nükleer silahlar var” diye işgal edilen Irak’ta hangi nükleer silaha rastlanıldı? Ya da diktatör Saddam gidince Irak’a demokrasi mi geldi? Veya çöl bedevisi Kaddafi gidince Libya medenî mi oldu, istikrara mı kavuştu?

MEHMED Akif, sözde Batı Medeniyeti için “tek dişi kalmış canavar” benzetmesi yaparken ne kadar da haklıymış! Nurullah Genç’in ifadesiyle Batı, ateş medeniyetini temsil eder ve sürekli yıkıcı ve yakıcı olmuştur. Ancak Batı, hem savcı, hem hâkim rolüyle yaptığı tüm zulümleri mağdur ve mazlumların üzerine yıkarak kendisini temize çıkarabilmeyi başarabilmiştir.

Batı, felsefenin yaldızlı isminin ardında dünyada ne kadar çürük ideoloji ve fikir varsa hepsinin de anası ve babası olmuştur. Faşizmi de icat eden odur, kapitalizmi de, sosyalizmi de, komünizmi de... Dahası, hiç ismini duymadığınız, tanımını bilmediğiniz “izm”lerin ardında koca bir “Made in Batı” damgası vardır.

Şimdiye kadar üretilen bu ideolojiler neredeyse dinleşmiş ve bu kavramlar ve ideolojiler uğruna milyonlarca insanın kanı oluk oluk akıtılmıştır. İlâhî vahye dayalı dinleri ve onların kutsal kitaplarını tahrif etmekte de öncü olanlar, yine bu medeniyetin çocuklarıdır. İdeolojilerini dinleştirip insanı da tanrılaştıran yine onlardır.

Batı’ya bu yönüyle medenî gözüyle bakmayı ve medeniyet kavramını Batı kelimesi ile beraber kullanmayı vicdanım hiçbir zaman kabul etmemiştir. Ancak genel ve yaygın bir kullanıma sahip olduğu için zaman zaman biz de “Batı Medeniyeti” diye yazıp çiziyoruz. Oysa teknolojide ne kadar ileri giderse gitsin, Batı hiçbir zaman medenî olamamıştır. Yazımızın başında da belirttiğimiz gibi, Batı düşüncesi, faşizmi dünya literatürüne bir ideoloji olarak hediye etti. En kaba anlamıyla faşizm, demokratik düzen yerine aşırı, çarpıtılmış bir ulusçuluğa dayanan bir baskı düzeni kurmayı amaçlayan öğretidir.

Wikipedia’da faşizm hakkında verilen bilgilerin ilk paragrafı şöyle: “Faşizm, ilk olarak İtalya’da Benito Mussolini tarafından oluşturulan, otoriter devlet üzerine kurulu radikal bir aşırı milliyetçi politik ideolojidir. İlkeleri ve öğretileri, ‘La dottrina del fascismo’ adı altında Giovanni Gentile tarafından yazılmıştır. Benito Mussolini'nin kurucusu olduğu Ulusal Faşist Parti’nin İtalya’da iktidara gelmesinin ardından, faşizm birçok milliyetçi ideolojiye örnek olmuştur. Hitler’in nasyonal sosyalizmi ve Franko’nun Falanjizmi, faşizmden çok etkilenmişlerdir.”

İlerleyen satırlarda kavramın kökeninin Antik Roma yöneticilerinin geniş hükûmet yetkisini sembolize eden, ucunda balta bulunan bir çubuk demetinin adı olan Lâtince “fasces” sözcüğünden türediğini öğreniyoruz.

Faşizmin amacı, “bir toplumu birlik-beraberlik, ulusal değerler, tarih bilinci, vatan-bayrak-devlet üçlemesi, halkçılık ve devletçilik gibi anlayışların altında bütünleştirmek” olarak belirlenirken, bu ideolojinin saldırgan milliyetçi bir hâl alabileceği, nasyonal sosyalizmde olduğu gibi ırkçı boyutlara varabileceği de vurgulanmakta. Bugün gelinen noktada faşizm, milliyetçilikten ziyade daha ırkçı ve daha saldırgan bir anlayışı temsil eder. Bu saldırgan yönüyle faşizm, artık farklı kültürlere ve dinlere savaş açan bir zihniyete dönüşmüştür. Globalleşen dünyada faklı kültürler ve farklı milletlerden insanlar bir arada yaşamak durumunda kalmışlarken ortaya çıkan “zenofobi” (xenophobia) yani yabancı düşmanlığı da zihniyetin bir ürünüdür.

Yakın geçmişte Amerika’da Zencilere karşı acımasız bir biçimde uygulanan ırkçılık, bugün kendi ırkından ve renginden olup da aynı dini/inancı taşımayan ırkdaşları bile düşman olarak telâkki ettirmektedir. Bu faşist düşünce özelinde ortaya çıkan saldırganlığın eskimeyen yeni hedefi ise İslâm dini ve Müslümanlardır.


İslâm düşmanlığının arka plânı

Yaygın kanıya göre dünya, Batı düşüncesinin yeni bir kavramı olarak, özellikle 11 Eylül 2001 tarihindeki provokasyonlar bahane edilerek ortaya atılan yeni bir kavramla karşılaştı: “İslâmofobi”…

İslâmofobi, Arapça “İslâm” ve Lâtince “-phobos” kelimelerinin birleştirilmesinden oluşturulan zorlama bir kavramdır. İslâm ile İslâm dini, “phobia” ile de psikiyatrideki irrasyonel korku muhtevalı zihnî rahatsızlıklar kast edilmektedir.

Günümüz anlamıyla fobi, belirli nesneler veya durumlar karşısında duyulan olağan dışı korkudur. Temeli önyargı üzerine kurulan “İslâmofobi” ise daha çok sonradan icat edilmiş veya birtakım insanlar tarafından içselleştirilmiş bir korkuya, başka bir deyişle İslâm’ın sebep olmadığı, İslâm’dan kaynaklanmayan bir korkuya işaret etmektedir (Zaki, 2010).

Bu iki kavramın birleşmesinden doğan İslâmofobi, İslâm’a ve Müslümanlara karşı bir nefret, korku ve ötekileştirmeyi ifade eder. Bilinenin aksine İslâmofobi, ilk olarak Fransızca “İslâmophobie” olarak 1910 yılında “La politique musulmane dans L’Afrique Occidentale Française” adlı eserde kullanılmıştır (Devran ve Tanır, 2019).

İslâmofobi kavramı, günümüzdeki anlamıyla da ilk olarak 1992 yılında Oryantalist Etinne Dinet tarafından kullanılmıştır (Erdenir, 2010). Daha sonra 1997’de, İngiltere’de Runnymede Trust tarafından hazırlanan “İslâmophobia: A Challenge for Us All” adlı raporda geçmektedir. Bu raporda İslâmofobi, “Müslümanlara karşı duyulan temelsiz korku ve hoşnutsuzluğu ihtiva eden bir bakış açısı veya dünya görüşü” olarak tarif edilmiş ve bu bakış açısının pratikte Müslümanlara karşı toplumsal dışlama ve ayrımcılık gibi sonuçlar doğurduğu ifade edilmiştir (Şeref, 2010). Bu kavram ile İslâm dininin şiddet içeren bir din olduğu, Müslümanların da barbar, şiddet yanlısı, şehvet düşkünü, otoriter, despot ve baskıcı oldukları, başka dinlere karşı hoşgörünün olmadığı algısı oluşturulmaya çalışılmakta ve bu gibi ifadeler üzerinden etnik ve dinî bir ötekileştirme yaratılmaya çalışılmaktadır. Sürekli olarak İslâm’ın korkunç bir din olduğu, bu nedenle de mutlaka onun yaşamasına ve insanlar arasında yayılmasına karşı önlem alınması, onunla mücadele edilmesi gerektiği vurgulanmaktadır.

Levent Baştürk’e göre İslâmofobi, İslâm’a ve Müslümanlara karşı duyulan önyargı, nefret, düşmanlık ve yersiz korku gibi hâlleri, bu hâllerden yola çıkarak dile getirilen aşağılayıcı ve şeytanlaştıran söylemi ve ayrımcı eylemleri ifade eden bir kavramdır.

İslâmofobi, İslâm’a ve Müslümanlara karşı duyulan önyargı, nefret, düşmanlık ve yersiz korku gibi hâlleri, bu hâllerden yola çıkarak dile getirilen aşağılayıcı ve şeytanlaştıran söylemi ve ayrımcı eylemleri ifade eden bir kavramdır. 

Ancak bu konuda kalem oynatan herkesin ortak görüşü, İslâmofobi ile kastedilenin aslında İslâm ve Müslüman karşıtlığı, hatta İslâm düşmanlığı olduğudur. Bu tezimizin de en önemli delili, kavramın sadece Batı’da değil, lâik İslâm ülkelerinde ve hatta kendi ülkemizde bile taraftar bulmasıdır.

İslâm karşıtı siyâsî görüşler, fraksiyonlar ve topluluklar bu kavramın kimi zaman açıktan, kimi zaman da dolaylı olarak savunuculuğunu yapmaktadırlar. Hatta kendilerini ateist, deist gibi isimlerle adlandıran birçok kişi ve topluluk, din karşıtlığını İslâm dini üzerinden yapmaktadır. İslâm dinine karşı duydukları nefreti ne Hıristiyanlığa, ne Yahudiliğe, ne de pagan dinlere karşı duymaktadırlar.

İslâmofobiyi yaymaya çalışanların birçok amacı olmakla birlikte en önemlisi, İslâm dini ve Müslümanlar hakkında olumsuz kanaatler oluşturup onların dışlanmalarını, aşağılanmalarını ve hor görülmelerini sağlamaktır. Ayrıca İslâm dinini ve Müslümanları terörle ilintilendirerek birçok terör olayının arkasında Müslümanların olabileceği algısını oluşturmaktır (Devran ve Tanır, 2019).

Kavrama yüklenen anlamlara bakıldığında, aslında İslâm’a karşı Batı’nın benimsediği muharref Hıristiyanlık ve Yahudilik dinlerinde öteden beri bu minvâlde saldırıların İslâm’ın doğuşundan bugüne değin sürdüğünü söylemek için sanırım tarihçi ya da ilâhiyatçı olmaya gerek yoktur. Hazreti Peygamber’in özellikle Medîne döneminde Yahudi ve Hıristiyanlarla olan münasebetleri ve mücadeleleri bunun en canlı örneğidir.

Necmi Karslı’ya göre Batı medeniyetinin çok kültürlülüğe, farklılıklara açık olmayan tek tipçi bir yapısı, yabancı düşmanlığı ve İslâmofobiye neden olmaktadır. Bu yüzdendir ki, yüzyıllar önce başlatılan Haçlı Seferleri de bu fikrin bir tezahürüdür. Bu seferlerin sonucu olarak Müslüman coğrafyada yıkımlar, katliamlar ve talanlar yaşanmıştır.

Haçlı Seferleri, 1095 yılında Papa İkinci Urbanus’un Clermont Konsili’nde yaptığı konuşmanın ardından başlamıştır. İlk sebep, Kutsal Toprakları Müslümanların elinden kurtarmak olarak gösterilmiştir. Papa İkinci Urbanus, Hıristiyanlara “Haçlı ruhu” ve “Kutsal İttifak” çağrısında bulunmuş ve yaptığı ilk konuşmasında Müslümanların Hıristiyanları yakarak öldürdüklerinden Hıristiyanları zorla sünnet ettirdiklerine kadar birçok iddiada (dahası iftirada) bulunmuş, (kendi inancına göre) kâfir olan Müslümanlarla savaşın “intikam ödevi” ve borcu olduğunu vurgulamış, sözlerini şöyle bitirmiştir: “Sadece savaşın. Sonsuz ödül için çalışın. Deus le volt! (Tanrı böyle istiyor!)” (Lamb, 2016)

Hıristiyanlar, Haçlı Seferleri’nde “öteki” olarak konumlandırdıkları Müslümanlar için İslâmofobik söylemlerde ve anti-İslâmist girişimlerde bulunmuşlardır. Hıristiyanlar, kendilerini İsa Mesih’e iman eden ve Cennetin Krallığı’nı elde etmek için yola çıkmış olan vaftizli inananlar olarak görürken, Müslümanları ise Tanrı tarafından lânetlenen ve yaşamak için bir sebepleri olmayan putperestler olarak görmüşlerdir (Akılotu, 2015).

Osmanlı İmparatorluğu’nun uzun yıllar Avrupa’da egemen güç olarak kalması, Avrupalının bilinçaltında Türk ve Müslüman korkusu ve düşmanlığının yerleşmesine neden olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılmasıyla sömürgeci Avrupa devletleri, rövanşçı zihniyetle bazı Müslüman topraklarını işgal ederek Osmanlı’nın Avrupa’da Hıristiyan halka yapmadığı zulüm ve asimilasyonu uygulamaya koymuşlardır. Müslüman topraklarından çıkmak zorunda olduklarında ise kendi zihniyetlerine yakın yöneticiler koyarak Müslüman toplumun uzun yıllar antidemokratik bir şekilde yönetilmesine neden olmuşlardır (Karslı, 2013).

Bugün İslâm ülkelerinin geri kalmışlığı üzerinden söylem geliştirerek Müslümanları cahil ve medeniyet dışı gösteren zihniyet, dün İspanya’da dünyanın en göz kamaştırıcı ülkesi Endülüs’ü yıkmış, kütüphaneleri yakmış, en büyük ilim irfan yuvalarını yerle bir etmiştir. Sonrasında da Müslüman ve Yahudileri katliama tâbi tutmuştur. Kaldı ki, Avrupa’da Reform’un simge ismi olan Martin Luther’in bile Müslüman Türkleri “Tanrı’nın Hıristiyanları cezalandırmak için gönderdiği belâ” olarak tasvir ettiği unutulmamalıdır.

“İslâm düşmanlığının kaynağı, yine bizatihi Kilise’nin kendisidir” desek yine fazla abartmış olmayız. Sömürgecilik yıllarında işgal ettikleri yerleri yakıp yıkan, talan eden ve katliamlar yapan Batı’nın arkasında, onu onaylayan ve kutsayan Kilise vardı. Kendi halkına ve dindaşlarına karşı da yıllarca Engizisyon zulmünü reva görerek halkını inim inim inleten, onları yakan, idam eden, mallarına el koyan, bilime karşı şiddetle savaş açan Kilise, Reform hareketleri sonrasında her ne kadar bu eski zulümlerinden dolayı özür beyan ederek âdeta günah çıkarsa da aslında eski huylarından hiçbir zaman vazgeçmemiştir.


Batı’nın her şeye karşı hissettiği düşmanlık

Batı uygarlığı, sahip olduğu tek tipçi zihniyetiyle uzun yıllar Yahudi düşmanlığı da yapmıştır. Yahudi karşıtlığı, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Yahudi katliamına zemin hazırlamıştır. Son yıllarda anti-Semitizm, yerini İslâm karşıtlığına bırakmış görünmektedir (Karslı, 2013).

İslâmofobi’nin neden kaynaklandığına dair kafa yoranların kimileri, Müslümanların içinde bulundukları geri kalmışlığı, ekonomik sıkıntıları, siyâsî istikrarsızlığı ve anarşiyi de bu sebepler arasında saymaktalar. Oysa daha buraya gelmeden atlanılan esas sebep, bizatihi Batı’nın kendi çürük ideolojisidir. Örneğin Şerif Durmaz’a göre İslâmofobinin ortaya çıkmasının en büyük nedenlerinden biri, İslâm’ın hayat bahşeden ilke ve prensiplerinden her insanın etkilenmesidir. Ona göre İslâm’ın hayat bahşeden, yol gösteren ve yön veren ilkeleri anlaşıldıkça, İslâm karşıtı oluşumların idame şansı kalmayacaktır. Son yıllarda İslâm karşıtı oluşumların İslâmofobiyi daha sık kullanmaları ve gündeme getirmeleri bunun içindir. Bizim de katıldığımız bu görüşün ispatı olarak yukarıda da bahsettiğimiz Haçlı Seferleri’nin amaçlarında bizatihi vardır: Doğu’nun baş döndüren zenginliğini ve refahını talan etmek…

Bugün İslâm coğrafyasında yaşanan kargaşanın ve bunun görünür aktörleri olan terör örgütlerini İslâmofobi’nin temel dayanağı olarak gören ve göstermeye çalışan zihniyetin mensupları, maalesef perde arkasını göremeyen şaşkınlardan başkaları değillerdir. Bu terör örgütlerini kim finanse ediyor? Bunların ellerine bu modern silahları ve bitip tükenmeyen mühimmatı kim veriyor? Düzenli devlet orduları ile başa baş mücadele eden bu örgütlere istihbarat, ağır silahlar ve teknoloji nereden geliyor? Bunları bir araya toplayan, eğiten, sırtındaki üniformadan ayağındaki botuna kadar verip onları sahaya süren kim? Bu soruların cevaplarını vermeden bu işin adını koyamayız. Ortada dolanan kuklalara bakıp ipleri ve onları oynatan kuklacıyı görmeden kimin terörist olduğuna nasıl hükmedilir?

Irak, Suriye, Libya ve Afganistan gibi işgal altındaki İslâm ülkelerinde yaşanan kargaşanın esas müsebbibi, oraları işgal eden ülkelerdir; Amerika’dır, Rusya’dır, Fransa’dır, İngiltere’dir. Dünyanın bir ucundan kalkıp buraya gelenlerin amacı, başta petrol olmak üzere bölgedeki yeraltı ve yerüstü kaynakları sömürmektir. “Terörle mücadele” adı altında işgal edilen bu ülkelerde faaliyet gösteren bu örgütleri buralara onların yerleştirdiğini göz ardı edemeyiz. Örneğin “Kimyasal ve nükleer silahlar var” diye işgal edilen Irak’ta hangi nükleer silaha rastlanıldı? Ya da diktatör Saddam gidince Irak’a demokrasi mi geldi? Veya çöl bedevisi Kaddafi gidince Libya medenî mi oldu, istikrara mı kavuştu?

İslâmofobi, onlarca değil, yüzlerce yıldır uygulanan bir Batı projesidir. Sözde insan hakları ve demokrasi savunucusu Batı ülkeleri ve onların siyâsî liderlerinin bu söylemi desteklemesi, İslâm ve Müslüman düşmanlığı olarak ayan beyan ortadadır. Özellikle Avrupa’da yaşanan ırkçı saldırılar karşısında yaptırımların gevşekliği, bu olayları durdurmak yerine cesaretlendirip arttırmaya yöneliktir. İslâmofobik tutumlar ve politikalar, bugün İslâm dünyası ile Batı arasındaki diyalog kanallarını tıkamaya başlamıştır. “Sınırsız özgürlük” adı altında İslâmî değerlere yapılan aleni saldırılar hâliyle tepkilere neden olmakta, bu da bizzat Batı’nın işine gelmektedir.

Michigan Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Juan Cole’ye göre Amerika’da sağcı gruplar İslâm korkusunu (İslâmofobi) yaymak için ciddî çaba sarf etmektedir. Cole, özellikle orta-batı eyaletlerindeki küçük kasabalarda tüm Müslümanların potansiyel katiller olduğu yalanına inanıldığını ve İslâm karşıtı söylemlerin yayılmasına çaba gösteren topluluklara (2012 yılı için) yılda 40 milyon dolar aktarıldığını ifade etmiştir.

İslâmofobik eylemlere karşı Batı medyası, tarafsız olmadığı gibi kimi zaman açıktan, kimi zaman da olayları çarpıtarak dolaylı bir şekilde İslâmofobiyi desteklemektedir. Örneğin, 22 Mart 2017’de Londra’da 6 kişinin öldüğü saldılar için “terör” ifadesini kullanan BBC, Yeni Zelanda’da bir camide 49 Müslüman’ın öldüğü saldırı için “terör” veya “terörist” kelimesini kullanmamıştır. Oysa burada da bir Hıristiyan terörü söz konusudur. Ancak Batı medyası, terör eylemi gerçekleştiren Hıristiyanları terörist olarak nitelendirmemektedir. Onların kendi anlam dünyalarında ve zihin haritalarında bir Batılının veya Hıristiyan’ın terörist olamayacağı inancı yer etmiştir. Böyle bir ifadenin ve algının oluşmamasına özellikle dikkat etmektedirler. Zira onlara göre, “terörist” denilince zihinlerde sadece ve sadece Müslüman imgesi oluşmalıdır. Bu da güçlü bir algı operasyonudur.

Bunun yanında, Batı’nın sinema endüstrisi sürekli Müslümanları aşağılamakta, onlar hakkında zihinlerde olumsuz tavırların oluşması için yıllardır çaba sarf etmektedir. Onların etkisiyle şekillenen bizim sinemamızda bile Müslüman tiplemeler hep sorunlu kişilerdir. Örneğin 1921 yapımı The Sheik (Şeyh) isimli filmde Müslümanlar vahşi ve şehvet düşkünü olarak betimlenmektedir. “The Sheik” filminin posterlerine, “Arap, bir kadını gördüğünde onu ister ve alır” yazılmıştır. Amerika’da Müslüman ve Arapları konu alan bin 200’den fazla film, yüzlerce televizyon programı, dramalar, haber programları, komediler ve çizgi filmler, “The Sheik” filminde olduğu gibi Arap ve Müslümanları aşağılayıcı basmakalıp ifadelerle doludur. Sürekli olarak tekrarlanan bu zarar verici betimlemeler, izleyicilerin düşünce ve duygularını değiştirmekte ve onları Müslümanlara sebepsiz şiddet uygulamaya şartlandırmaktadır (Jack Shaheen, 2012).

“İslâmofobi, İslâm’a ve Müslümanlara karşı duyulan önyargı, nefret, düşmanlık ve yersiz korku gibi hâlleri, bu hâllerden yola çıkarak dile getirilen aşağılayıcı ve şeytanlaştıran söylemi ve ayrımcı eylemleri ifade eden bir kavramdır.”

Medyanın fütursuzluğu ve idarenin buna göz yummasına dair bir anekdotu, Nihat Uzun, “Avrupa’da İslâmofobi” kitabında şu şekilde anlatmış:

“Danimarka’da Jyllands-Posten gazetesinin 30 Eylül 2005’te Hazreti Muhammed’e hakaretler içeren karikatürler yayınlaması hem İslâmofobiyi, hem de Müslüman kimliklerinin etnikleştirilmesini arttırmıştır. Karikatür krizine Danimarkalı siyasetçiler duyarsız kalmış, Başbakan Rasmussen, aralarında Türk Büyükelçisinin de bulunduğu 11 İslâm ülkesi büyükelçileri tarafından konuyla ilgili görüşme talebini, ülkesinde basın özgürlüğü olduğu gerekçesiyle reddetmiştir. Karikatür olayının ardından ortaya çıkan bazı bulgular, bu olayın basit bir ifade özgürlüğünün ötesinde, kışkırtma amaçlı olduğunu ortaya koymuştur. Söz konusu gazeteye daha önce Hazreti İsa’nın yeniden dünyaya gelişiyle alay eden karikatürler gelmiş, fakat ‘Gazete Hıristiyanlar arasında infiâle sebep olur’ gerekçesiyle o karikatürleri yayınlamamıştır.” (Uzun, 2012)

Yine Kilise’nin baskısıyla hiçbir Batı ülkesinde İslâm’ın resmî bir din olarak kabul edilmemesi de bu olayların bir başka görünmez azmettiricisidir.

İslâmofobinin altında yatan bir diğer önemli sebep de İslâm dini hakkındaki bilgisizliktir. Bu konuda militan bir ateist olan Richard Dawkins’in “İslâm’ı eleştirmek için Kur’ân’ı okumama gerek yok” şeklinde attığı sosyal medya paylaşımı, durumu tüm çıplaklığı ile ortaya koymaktadır.

Cihat nedir?

Bu konuda en fazla istismar edilen kavram, “cihat” kavramıdır. Cihat, Kur’ân’da açıkça “hayat ve inanç ile ilgili tüm konularda çabalamak” anlamında kullanılmaktadır. Zaten genel algı da, Kur’ân da ortalama bir bireyin tüm hayatında şiddetin egemen olacağı fikrini desteklemez. Kur’ân’ın dayandığı cihat, hayata yayılmış genel konularda iyi işler yapmaya çabalamak ve saf bencilliğe (nefse karşı) direnmektir (Karslı, 2013).

Kur’ân’da yer alan cihat ayetleri incelendiğinde, dört çeşit anlam içerdiği görülmektedir. Bunlar, Müslümanlara yönelik saldırılar karşısında yapılan savaş anlamındaki mücadele (Bakara, 190), insanlığın en büyük düşmanı olarak tanımlanan şeytan ile mücadele (Fatır, 6), cehaletle mücadele (Nahl 125 ve Âl-i İmran 104) ve de bireyin kendi nefsi ile mücadele (Sad, 26) etmesidir. Yani aşırı ve yıkıcı negatif duygu ve davranışlardan uzak durmasıdır (Karslı, 2013).

Kur’ân’daki cihat ayetlerinin anlamını çarpıtarak, cımbızla çekercesine tek tek ele alıp, buradan da İslâm’ın bir savaş dini olduğu ve diğer dinlere inanan bireylere yaşam hakkı tanınmadığı gibi çıkarımlarda bulunmak, Kur’ân’a yapılacak en büyük iftiradır. Ayrıca böyle bir söylemin tarihî hiçbir altyapısı yoktur. İslâm’ın kelime olarak bile “barış ve esenlik” olduğu unutulmamalıdır. Bu bağlamda İslâm’ın şiddeti yasakladığı ve insanlar arası ilişkilerde sevgi, saygı, empati, affetme, hoşgörü ve sabır gibi duygu ve davranışları tavsiye edici emirler ihtiva etmesi gerçeği göz ardı edilemez. Bunu bilmek ve buna göre davranmak, hatta bu bilgileri yaymak da Müslümanların üzerine düşen kutsal bir vazifedir.

 

Kaynaklar

Akılotu, N. (2015). İslâmofobi. Yüksek lisans tezi, İstanbul: Bahçeşehir Üniversitesi. Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul.

Baştürk, Levent, İslâmofobi, Dünya Bülteni

Devran, Y. (2007). 22 Temmuz Bir Dönemin Sonu mu, Başlangıcı mı? İstanbul: Sam Yayınları

Devran Yusuf, Tanır Mesut, İslâmofobinin Yayılması: “Inside The Koran” Örneği, KOSBED, 2019, 38: 161 – 185

Jack Shaheen, “The Making of the 'Green Menace'” The Nation, July 2/9, 2012, s.15

Karslı, Necmi, İslâmofobi’nin Psikolojik Olarak İncelenmesi, Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi Cilt 13, Sayı 1, 2013 ss. 75 -100

Kurt, Selim, Irak ve Şam İslâm Devleti’nin Ortaya Çıkışı ve Güçlenmesinde Amerika Birleşik Devletleri’nin Rolü, Ortadoğu Etütleri, 2019

Şeref, E. (2010). İslâmofobi: Kavramsal ve Sosyolojik Yaklaşım. Doktora Tezi. Ankara: Ankara Üniversitesi

Uzun, Nihat, Avrupa’da İslâmofobi, Pınar Yayınları, İstanbul 2012

Yücel, S. (2012). İslâmofobya Batı’da Depreşen Hastalık. Paradoks Yayınları