Batı Türkistan: Dünü, bugünü ve yarını (5)

Ruslar, özellikle Bolşevikler döneminde işgal ettikleri Türkistan topraklarında İslâm dinine karşı büyük bir mücadele yürüttüler. İslâm dini, “Sovyet insanı yetiştirme” programlarına ve yaymaya çalıştıkları Sovyet ideolojine karşı en büyük engeldi. Bunun için her türlü baskıyı, şiddeti, yasaklamayı, kapatmayı ve cezalandırmayı denediler. Bu konuda ilerleme kaydetseler bile Türkistan halkının asırlar önce mayasına işlemiş o manevî aşkı Allah’ın izni ile söndüremediler.

KONFÜÇYÜS; “Bir milleti yok etmek istiyorsanız, işe önce dili ile başlayın” demiş. Ruslar, Türkistan’ı işgal ettikten sonra, kendilerine karşı bir daha direniş olmaması ve Türklerin yeniden bir araya gelmemesi için yürüttükleri asimilasyon politikaları için işe önce dil ile başlamışlardı.

Ruslar İlminskiy’den sonra Prof. Khun’un önderliğinde uydurma bir bilim komisyonu kurdular. Bu komisyonun asıl amacı, işgal edilen Türkistan topraklarında Türklük bilincini silmek ve hanlıklar arasındaki kardeşlik bağlarını koparmaktı. Bunun için sözde bilimsel araştırmalar yapacaklar ve gerekirse uydurma kanıtlara dayanarak araya nifak tohumları atacaklardı. Tüm bunların sonucu, “Bakın, sizler farklı ırklara mensupsunuz. Siz kardeş değilsiniz. Sizin diliniz, kültürünüz, tarihiniz aslında tamamen farklı” diyeceklerdi. Nihaî hedef, birlik ve beraberliği bitirmekti.

Bu amaçla toplanan komisyonun ilk işi Türk lehçeleri arasındaki ağız ve şive farklılıklarını araştırmak olmuştu. Bu farklılıkları abartarak uydurma raporlarla “plânlandığı gibi” sanki bu lehçeler aslında farklı dillermiş gibi sonuçlar ortaya çıkardılar. Zamanla her bölgede lehçeleri ayrı birer dil gibi kullandırma mecburiyeti getirildi. Ayrıca, Türk lehçelerine, güya ayrı bir dil olarak kullanılabilmeleri için kökeni Rusça teknik terimler de sokmuşlardı.

Daha sonra alfabeye el attılar. 1928’de Arap alfabesi yerine önce Lâtin alfabesi getirildi. Sonra Lâtin alfabesi yerine Rus Kiril alfabesi kabul edildi. Bununla da yetinmeyen Ruslar, zaman içinde bütün okullarda Rusça öğrenimini mecburî tutmuşlardı. Dil alanındaki tahribat zaman içinde edebiyat ve kültür alanına da yansıtıldı. Tarihî vesikalar ve eserlerin okutulması, öğretilmesi, tercümesi Rusların inisiyatifinde ve izin verdikleri ölçüde yapılabiliyordu. Yine dinî, millî ve kültürel eserler Rus müfredatına uygun biçimde basılabiliyor ve dağıtılabiliyordu.

Dil alanında yapılan tüm bu baskı ve zorlama faaliyetleri sonucunda öyle bir zaman geldi ki düne kadar birbiri ile oturup anlaşan kardeş halklar, birbirini anlayıp iletişim kurabilmek için artık Rusça kullanmak zorunda kalıyorlardı. Rusça, zaman içinde Sovyetler Birliği’ne bağlı olarak kurulan Türk devletlerinin resmî devlet dili hâline geldi. Devlet başkanları kendi aralarında bile Rusça kullanmak mecburiyetinde kaldılar.

*

Not: Bu konunun hassasiyetini ve Türkistan’a yapılan bu zulmün şiddetini anlamak için çok gerilere gitmeye gerek yok. Zira henüz birkaç gün önce, 14 Mart 2021 tarihinde Kırgızistan Cumhurbaşkanı ve Özbekistan Cumhurbaşkanı, Özbekistan’da gerçekleşen resmî ziyarette, bundan yaklaşık olarak 30 yıl önce bağımsızlıklarını kazanmalarına rağmen ilk kez, bakın ilk kez resmî temaslar sırasında Rusça yerine kendi dillerinde konuştular. Konuştular ve anlaştılar! Büyük ve tarihî bir olaydı bu. Yapılan dil ve kültür tahribatı, Rusların etkisi, bir asra yaklaşan asimilasyonun boyutu böylece anlaşılabilir.

*

Dil alanında yapılan bu çalışmalar işgal altında tutulan topraklarda yapılan asimilasyon ve baskının ilk adımıydı. Zulüm ve baskı adım adım tüm Türkistan topraklarına yayılmaya başladı. Sovyet Ruslar başından beri özellikle İslâm’a karşı sistemli ve büyük bir mücadele yürüttüler. Bolşevikler komünizm sisteminin ve büyük Sovyetler projesinin karşısındaki en büyük engelin din, özellikle İslâm dini olduğunu biliyorlardı. İşgalin ilk yıllarında Müslüman halka karşı hoşgörülü yaklaşılmıştı. Öyle ki, Sovyet yönetiminin milletlerle ilgili komiserliğinin 24 Kasım 1917’de yayınladığı “Rusya ve Doğu’nun Tüm Emekçi Müslümanlarına” başlıklı bildirgede, “câmileri ve ibadethaneleri yakılıp-yıkılan, inançları ve gelenekleri çiğnenen Rusya Müslümanlarının inançları ile geleneklerinin, millî ve dinî kurumlarının artık dokunulmaz olduğu; kendi kaderlerini kendileri tayin etme hakkına sahip oldukları ve bu hakların, devrimin tüm gücüyle ve onun kurumları olan işçi, asker ve çiftçi vekiller kurulları tarafından korunacağı” vaatleri yer alıyordu. Elbette bu vaatler büyük bir kandırmacaydı. Bunun için bazı önemli din adamlarını da kandırmışlar veya kendi yanlarına çekmişlerdi. Bu din adamları sözde emekçiyi koruyan, paylaşımı öğütleyen uydurma bir İslâm sosyalizmi söylemi ile halkı kendi yanlarına çekmeye çalıştılar. Tüm bu söylemlerin ve vaatlerin birer yalan olduğu ise kısa bir zaman içinde ortaya çıktı.

Ruslar zaman içinde din karşıtı faaliyetlere giriştiler. Önce medreseleri kapattılar veya Sovyet rejimine göre dönüştürdüler. Sonra ibadethaneleri kapatmaya başladılar. Türkistan’da 1942’ye gelindiğinde 26 bin 379 câmiden sadece bin 342 câmi ibadete açık kalmıştı. 1960’larda ise câmi sayısının birkaç yüze kadar indiği, onların da çoğunun göstermelik olduğu kaydedilmektedir.

Din âlimi yetiştiren medreseler kapatılmış, okullardaki din eğitimi kaldırılmıştı. Sıra din adamlarına gelmişti. Tüm o değerli din âlimleri, saygın hocalar, kanaat önderleri ve din adamları ya şehit edildiler, ya tutuklandılar, ya sürgün edildiler ya da baskı ve şiddetle susturuldular. Ateistlik ve komünizm propagandası Sovyetlerin birinci önceliği ve işiydi.

Ruslar, özellikle Bolşevikler döneminde işgal ettikleri Türkistan topraklarında İslâm dinine karşı büyük bir mücadele yürüttüler. İslâm dini, “Sovyet insanı yetiştirme” programlarına ve yaymaya çalıştıkları Sovyet ideolojine karşı en büyük engeldi. Bunun için her türlü baskıyı, şiddeti, yasaklamayı, kapatmayı ve cezalandırmayı denediler. Bu konuda ilerleme kaydetseler bile Türkistan halkının asırlar önce mayasına işlemiş o manevî aşkı Allah’ın izni ile söndüremediler.

(Devam edecek…)