BU aziz ülke,
düşmanların hiçbir zaman gözden çıkardığı topraklar olmayacak. Zira burası
dünyanın endemik tohumlarının geçiş güzergâhıdır. Şimdilerde marketler el
yakıyor. Neredeyse “ekonomik darbe girişimi” dense yeridir. Bütün dünyada
pandemi nedeniyle bir ekonomik kıskaç oluştu. Ancak asıl neden, gıda üzerinden
insanlığı açlıkla tehdit etme noktasına doğru ilerliyor oluştur.
Yerleşik
hayata geçişin en önemli nedenlerinden biri de kalıcı olarak insanların gıdalar
ile hayatlarını idame ettirmeleridir. Türkiye en azından tohumların konuşlandığı
ender yerlerden biridir. Bunun yanında, tarihsel süreçte güçlerin Batı’ya doğru
akışının da köprüsü konumundadır.
Türkiye’nin
değerini anlamak için illâ keskin, zor ve sert süreçlerin olmasına gerek
yoktur. Maalesef olaylar olmadan önce tedbirler almayı bir türlü başaramıyoruz.
Çünkü olaylar olmadan önce, olacaklara dair inanç zayıf kalıyor. Bu durum
tarihsel süreçten kaynaklanan özgüven ile de ilintilidir.
Batılılar
1720 yılında Osmanlı için hiç iyi olmayan plânlar yapmışlar, Osmanlı’yı 1820
yılında tarihsel süreçten çıkarmak istemişlerdi. Batı’nın tanımlayamadığı ve
içini dolduramadığı anlam ve mânâ yüklü idrak güçleri, Batı’nın korkulukları
olmuştu.
İnsan
bilmediği şeyin düşmanı olduğu gibi, bilmediği ve tanımlayamadığı şeyin tedbirini
de alamaz. Diğer bir ifadeyle, gözün görmediği ve ölçemediği şey, en büyük
düşmandır. Batılılar işte bunu bilmediklerinden, Osmanlı ve Türkiye üzerinde
ciddî tedbirler almaya ve anlamaya çalışıyorlar.
Şimdilerde
Batı’nın Türkiye hakkında bilmediği çok şey yok. Çünkü hemen her konuda üzerinde
doktora ve akademik çalışma yaptırtmıştır. Üstelik yurt dışına doktora öğrenimi
için giden öğrencilerin bazılarına da Türkiye hakkında çalışmalar yaptırmıştır.
Bu nedenle her defasında saldırmaya devam ediyorlar. Çünkü biliyor ve bugün
olmazsa yarın başaracaklarını düşünüyorlar. Asla vazgeçmiyorlar,
vazgeçmeyecekler.
Bir
önceki yazımızda dile getirdiğimiz üzere, ısrarla üzerinde doktora ve diğer akademik
çalışmalar yapılmasına dair görüşümüzü bir kez daha yineliyoruz. Türkiye bu tür
konularda akademik çalışmalar yapmak zorundadır. Çünkü bunun iki acil yönü
bulunmaktadır: Birincisi, doktoranın içeriği Türkiye’nin olayları doğru tespit
edip doğru çözüm üretme noktasında öncelikle davranarak olaylar olmadan çözüm
üretecek derecede politika üretmesine odaklanmalıdır. Diğeri ise, bazılarının Batı
ve ABD gibi ülkelere malzeme olabilecek, onlarla aynı çizgide yer alabilecek
noktaya nasıl geldikleri gerçeğidir.
Bazıları
gerçekten vatanın dışındakilerin ekmeğine yağ sürecek şekilde söz ve eylemde
bulunabiliyorlar. Sözün eylemle sınandığı günümüz dünyasında, sözün fikir
özgürlüğü altında değerlendirilmesi makul karşılansa bile, eylem asla böyle bir
potaya giremez. Özellikle bu tür söylem ve eyleme gelinmesi, doktora ve
akademik çalışmaların omurgalarından birini oluşturmalıdır.
Türkiye
her fikre açık, özgür ve ufka ümitle bakan bir düzeydedir. Ancak ayağına
prangalar vurmak isteyenlerin sayısı hiç azımsanmayacak ölçektedir. Bu nedenle
bu torakların havasını, suyunu ve özgürlüğünü yaşayanların nasıl olup da Batı
ve ABD gibi çizgiye gelebildikleri çok önemlidir. Bu yönde gerekli akademik
çalışmalar yapılmadığı müddetçe Türkiye’nin baş ağrısı dinmez.
“Kervanı
yolda düzmek” mantığı ile hareket etmenin devri geçmiştir. Bundan böyle her şeyin
akademik ölçekte derinlemesine incelenmesi neticesinde ilgili birimlere veriler
iletilmeli ve Devlet buna göre yol çizmelidir. Türkiye akademik verilerin
hayata geçirilmesi konusunda çok yavaş davranmaktadır; bu, birinci sorun.
İkinci sorun ise, hariçtekilerin ekmeğine yağ sürenlerin nasıl olup da onlarla
aynı çizgiye geldiklerine dair akademik çalışmaların yetersizliğidir.
(i)
Aziz milletin bundan böyle her defasında 1071 öncesi topraklara gönderilmek
istenmesi, (ii) üç beş ağaç için ortalığı yangın yerine çevirenlerin varlığının
inkâr edilememesi, (iii) bir teröristin bir televizyon kanalında “Gezi’nin
öznesi de, öncüsü de bizdik!” ifadesi, (iv) aynı teröristin “Gezi’de yarım
kalan işi tamamlarız” söylemi ve
(v)
birinin Gezi Olayları için “Gurur duyuyorum” demesi alt alta konulduğunda, fotoğraf
oldukça açık ve net olarak ortaya çıkıyor.
Birileri
veya bir merkez Türkiye’den asla vazgeçmemektedir. Derin strateji ve sinsi bir
plânın işlediği açıktır. Bu ve benzer nedenlerden dolayı benzer olayların es
geçilecek ve sıradan olmadığı ortaya konularak, politikaların akademik olarak
üretilmesi zorunludur. Akademik olarak üretilmeyen sosyolojik ve stratejik
politikaların -kalıcı olmadığı gibi- devlet politikası olması da güçtür.
Darbeler,
muhtıralar ve kalkışma tecrübesi olan ülkemiz savaşa sokulmak istenmektedir.
İngiltere’nin tutumu, NATO Genel Sekreteri’nin Ukrayna üzerine sözleri savaşın
devam etmesi doğrultusundadır. Türkiye’nin savaşa girmesi için her türlü tuzak
doğu, batı, kuzey ve güneyde kurulmuş durumdadır.
Sırasıyla
Ermenistan, Yunanistan, Ukrayna ve Doğu Akdeniz (Suriye-Irak kuzeyi), Türkiye
için büyük tuzaklardır. Derinlerde ve içeride kökleri delen bir çark
işlemektedir. Şimdiye kadar Devlet’in bu tuzaklara düşmeden takipte olduğu yol
takdire şayandır.
Ekonomik
darbe girişimi gözlerimizin önünde cereyan ediyor. Ekonomi üzerinden milleti
tehdit edenler, her türlü söylem ve eylemi deniyorlar. Milletin isyan etmesini
bekliyorlar. Bu uğurda millet sıkboğaz yapılmış durumda. Bu, çok zor bir süreç
olsa da anlaşılabilir bir durumdur. Zira aziz milletin tarih boyunca asla
devlete başkaldırdığı görülmemiştir. İşte bunu bilmeyenlerin ekonomik darbe
girişimleri, Devlet’in aleyhinde olmayacaktır.
Bunun
haricindeki bütün canhıraş saldırı ve oluşumlar milletin maya, doku, söz ve
özüne yöneliktir. Ne yazık ki, hiç beklenmedik kişi ve kişilerin bu tarafta yer
alması akademik doktora ve çalışmalar olmadan izaha muhtaç kalmaktadır.
Milletin bu uğurda ikna edilmesi ve güvenilir bilgilerin açıklanması mecburî bir
hâl almıştır.