
TÜRKİYE, hem vatandaşları açısından aziz bir ülke, hem de imparatorluğun vârisi olması nedeniyle kemgözlerin üzerinde olduğu bir coğrafyadır. İmparatorluk vârisi olması nedeniyle farklı insan manzaralarının olması normaldir. Bu nedenle yönetilmesi de meşakkatlidir.
Türkiye’nin yönetilmesi Batı’dan farklı olarak çetrefilli ve zahmetlidir. Zira Batı sadece bireyi hiçleştirerek makro politikalar ve Newton düşüncesiyle yönetilebilir. Avrupa ve ABD’de olduğu gibi dış politikalarında sıklıkla mikro/kuantum politika takip eden Batı’nın bilimi bir araç olarak kullandığını ifade etmek yanlış olmaz.
Türkiye, aziz millet açısından şanlı ve şanslı da bir yerdir. Türk milleti tarihte hiçbir zaman devletine başkaldırmamıştır. Devlete itaat etmeyi içselleştirmiştir. Savaşta ölmenin gurur vesilesi olduğunu bilir.
Türkiye gibi köklü, Doğu medeniyetinde imparatorluk kuran ülkeler hep içeriden yıkılmışlardır. Türkiye ise Osmanlı’nın yönetimden el çekmesiyle saltanattan cumhuriyete evrilmiştir. Osmanlı, Türkiye Cumhuriyeti’ni desteklemiştir.
Şimdilerde Türkiye yeni bir medeniyet anlayışı sunabilecek ender Doğu ülkelerinden biridir. Bu nedenle kendisine alternatif olmasını istemeyen Batılılar ülkeyi hep içeriden karıştırmak istemişlerdir. Darbeler bunun bir göstergesidir.
Son yıllarda Türkiye’ye saldırılar üç ana grupta toplanabilir: Birincisi, açıktan ve alenen ülkeye saldıran terör ve terör örgütleridir. İkincisi, içeride koyun postuna bürünmüş aç kurtlardır. Üçüncüsü ve en tehlikelisi ise meşru görünüp hedefi için gayrimeşru yollara rücû edenlerin oluşturduğu çirkef yapılanmadır.
Birincisi açıktan silahlı terör olduğu için kahraman Ordumuz, Mehmetçiğimiz bununla baş etmektedir. Köklerinin kazınmasına da az kaldı. Özellikle savunma sanayiindeki gelişmeler bu teröristleri yok etmektedir.
İkinci tür yapılanma ise 15 Temmuz’da kendisini açık etmiştir. Bunun gibi Batı destekli çok sayıdaki yapıdan bahsedilebilir. Ancak bunların modası geçti artık.
İlk iki tür yapılanmalar artık devlet ve millet açısından silahlı terör örgütü olarak bilinmektedir. Bu çok büyük bir adımdır.
Üçüncüsü ve en sıkıntılı olan durum ise, meşru görünmekle birlikte amaçları için her yolu mubah gören zihniyetin mihmandarlık yapmasıdır. Türkiye şimdilerde bu üçüncü tür yapı ile mücadele etmekte yol alırken, bunun millet destekli bertaraf edilmesi kolay görünmüyor. Ancak imkânsız da değil.
Gözü dönmüş gezi zekâlıların akıl hocaları her türlü yolu deniyorlar. Ülke yanmış, ekonomi çökmüş, millet aç kalmış, umurlarında değil. Tek hedefleri mevcudu değiştirmek varken, ülkenin kırk elli yıl geri gitmesi için ne gerekiyorsa yapmayı marifet biliyorlar.
Bir fikir ne kadar yeni olursa olsun, bir ya da iki nesli idare eder. Şimdiki fikirler miadını doldurdu. Bu nedenle asrın idrakine uygun yeni fikir ve medeniyet anlayışının inşâsı kaçınılmaz hâl almıştır.
Bu durum hem Türkiye, hem de bütün dünya için böyledir. Bunun bayraktarlığını yapacak birkaç ülkeden biri hiç şüphesiz Türkiye’dir.
Türkiye, ekonomi ve enflasyon canavarı ile mücadele ederken bir de büyümeyi hedeflediği için gücünü mecburen farklı taraflara dağıtmak zorunda kalıyor. Ekonomik açıdan en azından Almanya veya Fransa kadar yıllık gelir olursa, ancak istenilen fikrî iktidarı icraata sokacak gibi görünüyor.
Türkiye olaylar olduktan sonra çözüm üretmede sorun yaşamıyor. Bu alanda tecrübesi olan ender ülkelerden biri. Ancak olaylar olmadan önce çözüm üretmekte son derece yetersiz. Bunun nedeni, akademik aklın yönetimde fikir olarak masada olmamasıdır.
Türkiye Batı’dan farklı olarak bireyin memnuniyetini esas alır. Yani “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” ilkesini düstur edinmiştir. Birey ve ferdin varlığı esastır. Batı’da böyle bir şey yoktur. Ancak bu düstur bilimsel olarak olayların gerçekleşmeden önce çözümü için kullanılamıyor.
Bunun için Türkiye’nin “akıl enstitüsü” bireyin davranış bilimlerini milletin doku, maya ve geleneği ile dokuyup öncesinden çözüm odaklı çalışmayı zorunlu kılıyor. Türkiye’de basın, sosyal medya ve benzer sesler genelde olmuş olayların çözümü için kafa yormaktadır.
Biz yazılarımızda bundan farklı olarak, olaylar gerçekleşmeden önce teşhis edip çözüm üzerinde kafa yoruyoruz. Olmuş olayı analiz edecek mutlaka birileri çıkar. Ancak olacak olayı tespit ve teşhis edip üzerinde çözüm odaklı tedavi önermek kolay iş değildir.
Bu nedenle Türkiye’nin şimdilerde başında dolanan üçüncü tür belâdan hemen hemen bahseden olmuyor. Zira böyle bir oluşumdan haberdar olmak bile neredeyse kabul görmüyor. Bu durum, 15 Temmuz’dan önce FETÖ’nün bir dinî grup olarak görünmesine benziyor. 15 Temmuz’da ise bu dinî grup görünümlü yapının silahlı terör örgütü olduğuna acı bir şekilde şahit olduk.
Şimdi esas olay şu: Üçüncü tür tehlikeli bir oluşumun PKK ve FETÖ gibi terör örgütlerini besleyen, onlara akıl hocalığı yapan “üst akıl” ve onun maşaları olduğunu açık etmek gerekir. Türkiye 2023 yılının ilk yarısında çok olaya gebedir. Allah (cc) bu kötü olayların hepsini ülke ve milletin lehine çevirsin!
Vatan sevdalıları çoğalsın!
Bayrak sevdalıları çoğalsın!
İslâm sevdalıları çoğalsın!
İngiliz aklına yön veren Newton ve klasik düşünce felsefesi kendi alanında kalsın! Bunun sosyal yansıması olan sosyoloji, ülkenin lehine evirilsin!
Yoksa birilerinin gözü dönmüş durumdadır. Allah (cc) bu aziz millete sabır versin!
Ne olur, olaylar olmadan önce çözüm ortaya konulsun ve millet şahit olsun. Bunun için akademik akıl, bireyin davranışını bilimsel ölçülerde sunup yolunu ona göre çizmelidir.
Gelecek yazıda devam edeceğiz…