“İŞ, olacağına varır”
düşüncesine sahip bizim gibi toplumların başları sıkıntıdan kurtulmuyor.
Toplumun maya ve dokusu sağlıklı olduğundan, ufak sıkıntılar genel anlamda
toplumsal bünyeye zarar vermiyor. Bu zihniyetteki toplumları harekete geçirmek
gerçekten zordur.
Bu
toplumsal anlayıştaki milletler harekete geçtiğinde de sonuç alınana kadar durulmaz.
Ancak özellikle Batı hayranlığının oluşmasından itibaren bu yönde gelen her
şeyin doğru ve makbul olduğu yöndeki bir görüşte genele hâkim olmak istenmiştir.
Bu
minvalde giderek ilerleme kaydedildiği görüşü ciddî sorunların çözümüne
eriştirmemiştir. Türkiye yıllardır Avrupa Birliği’ne (AB) üye olmak için
çalışıyor. Bu uğurda elinden geleni yapıyor. Ancak bunca gayrete rağmen ciddî
bir çözüm olmadı. Türkiye’den çok sonra Birliğe başvuran ülkelerin bile kabul
edildiğini gördük.
Kıbrıs
konusunda Türk tarafı yüzde yetmiş gibi büyük bir oranda çözüm önerisine “Evet”
derken “Hayır” diyen Rum kesimi Birliğe üye yapılmıştır. Böyle bir taksimi kimse
yapmaz ama kapısında yıllarca beklediğimiz Avrupa yaptı. “Avrupa, tarihindeki en
verimli çağını yaşıyor” dersek, ilk anlamda bu cümle kabul edilse bile, madde
ve gündelik işlerin ötesine geçmeyen bir oluşumu yaşamakta olduğu gerçeği
gizlenemez.
Özellikle
maddî anlamda, bilimin teknolojik getirisinin hâkim olduğu bir anlayışın gerçek
bir medeniyet ortaya koyduğunu söylemek güçtür. Sadece maddî olarak bir
medeniyetin ortaya konulduğunu söylemek de mümkün görünmüyor.
Madde
odaklı ve irfandan uzak bir anlayışın ciddî anlamda medeniyet oluşturmayacağını
da görmek gerekir. Tarih boyunca hiçbir medeniyet böyle bir yokluğun içine
düşmemişti. Dünyaya öyle bir anlayış sundular ki içi boşaltılmış, hiçlik içeren
ve sadece kaportada oluşan boş bir kabuk sundular.
İnsan,
evrendeki en donanımlı ve en güzide canlı olduğundan, kabuktan oluşan bir anlayışın
insanlığı memnun ve mutlu etmesi mümkün görünmüyor. Böyle bir medeniyet (!)
anlayışındaki Batı, kendilerini Grek ve Roma başlangıcında görüp dünyaya da
bunu deklare etmektedir.
Grek
ve Roma öncesindeki Mısır, Kalde, Hint ve Çin gibi medeniyetleri yok sayan Batı
anlayışının Müslüman ve Türk medeniyetlerine sahip çıkmasını beklemek mümkün
değildir. Oysa Batı’ya akan nehirlerin membaı doğu medeniyetidir.
Eski
medeniyetleri yok sayan Batı, Osmanlı, Türk ve Müslüman medeniyetlerinin inşâ
ettiği insancıl Selçuklu anlayışını görmekte mümkün değildir. Sanayi
devrimlerinin başlamasıyla birlikte, maddî kazancı bir veri olarak sunan
anlayışın bütün insanlığı kucaklaması da beklenilmemelidir.
Gelinen
bu aşamada Kıbrıs, Filistin, Lübnan, Suriye’nin kuzeyi, Irak’ın kuzeyi, Kırım,
Balkanlar ve diğer sorunların hiçbiri Batı tarafından çözüme kavuşturulmamıştır.
Çözümsüzlüğün tek kaynağı, her şeyi maddede arayan Batı’nın kendisidir.
Batı’nın
bilimsel verilerine ve katkısına bir diyecek elbette olamaz. Ancak insanlığı ve
medeniyeti sadece maddî kazanç ve Sanayi Devrimi’ni kabuk bir oluşumda görmek
insanlığa zulümdür. Zira bu plânda insanın maddiyatı maneviyatının yanında hiç
hükmündedir. Bütün dünyayı bu hiçliğe hapsetmek mümkün değildir.
Batı’da
bugün paran yoksa bir hiç olmaktan öteye gidecek kapı da kalmamıştır. Bunun
için insanlar maalesef insanlık dışı anlayışa sürüklenmiştir. İnsanlar, artık
kendilerini tanımlamaktan öteye geçemeyen Batı’nın geleceğinde kendilerini
göremiyorlar.
Türkiye
gibi toplumlara gösterilen Batı’nın içi boş hayat anlayışı, bir karadelik gibi
insanlığı çekse de, bu girdaptan çıkmak isteyen aziz milletler Batı’dan darbe
girişimleri yemeye devam ediyorlar. Zira Sanayi Devrimi ve Batı’nın anlayışına
uygun olan bu tutum, güçlünün zayıfı yemesidir.
Türkiye,
Batı’dan farklı bir toplum anlayışına, yapısına, dokusuna ve mayasına sahiptir.
Asla Batı gibi olamaz. Batı, kendi kimliğini bulamadığı gibi yokluğa da mahkûm
olmuştur. Türkiye gibi nadir aziz milletler ise kendini tanımlamakta ve kendi
medeniyetlerini inşâ etmekte çok geri kalıyorlar.
Hülâsa,
dünya medeniyet açısından bir yol ayrımına girmiştir.
Batı,
sadece maddî yönde gelişmiş olup, irfanî-manevî plânda gerilemiş tek
medeniyettir. Çünkü Batı anlayışında insan yoktur, maddede katı kurallar
vardır. Öyle ki, Batı kendi Orta Çağ ruh anlayışını bile kaybetti.
Bu aşamada Türkiye, teknolojik ve maddî kalkınmaya adanmışlığın yanında gençlik, gelecek ve medeniyet tasavvurunu merkeze almak zorundadır.