TOPLAM 12 maddeden oluşan
“Öğretmenlik Meslek Kanunu” TBMM’de Millî Eğitim, Gençlik ve Spor Komisyonunda
görüşülerek 31 Aralık 2021’de kabul edilmiştir. Muhtemelen komisyonun kabul
ettiği bu metin Şubat 2022’de yasalaşmış olacaktır.
Bu teklif, komisyonda görüşülürken pek çok itirazlara muhatap olmuştur.
İtiraz konuları ise daha “öğretmenliğin Millî Eğitim Temel Kanunu ile ihtisas
mesleği sayılmasına” karşılık yeni düzenleme üzerinden kariyer basamakları diye
öğretmenlerin adaylık, öğretmenlik, uzmanlık ve başöğretmenlik denilerek tasnif
edilmeleriyle öğretmenler arasında bölünmelere yol açacağı ileri sürülmüştür.
Öğretmenlik Meslek Kanunu’na ilk itiraz eden CHP sözcülerine bakılırsa, “bu
teklifin en çok yanlış taraflarından birisi başöğretmenlik unvanını ihdas
etmesidir”. Çünkü Türkiye’de bir tane başöğretmen olduğunu, onun da “Atatürk
olduğunu” ileri sürmüşlerdir.
CHP yönetiminin bu çıkışından sonra Eğitim-İş Sendikası ve Eğitim-Sen adına
yapılan açıklamalarda da benzeri nedenlerle Öğretmenlik Meslek Kanunu
eleştirilmiştir. “Kanunun aceleye getirildiğini, öğretmenlik kariyerleri
denilen derecelendirmelerinin belirsiz olduğunu, başöğretmenlik gibi Cumhuriyet
kavramlarının içinin boşaltılmaya çalışıldığını, bu ülkenin tek bir tane
başöğretmeni olduğunu ve onun da Atatürk olduğunu, bu kanun ile öğretmenler
odasının kariyer basamakları ile yeniden bölünmüş olacağını, öğretmenlerin
birbirlerinin rakipleri durumuna gelmiş olacaklarını” savunmuşlardır.
Millî Eğitim Temel Kanunu (Madde 43) ile öğretmenliğin bir ihtisas
(uzmanlık) mesleği sayıldığını, bu yüzden öğretmenliğin yeni bir uzmanlık
tanımı ile (adaylık, öğretmenlik, başöğretmenlik) derecelendirilemeyeceği
muhalif sendikaların ortak görüşüdür. Oysa Millî Eğitim Temel Kanunu, 12 Mart
1971 Askerî Darbesi’nden sonra 24 Haziran 1973’te çıkarılmıştır. Aynı Millî
Eğitim Temel Kanunu, 12 Eylül 1980 Askerî Darbesi’nden sonra da 16 Haziran
1983’te birtakım değişikliklere uğramıştır.
Yine Millî Eğitim Temel Kanunu’nun esasında bir değişiklik olmaksızın, 30 Haziran
2004’te “uzman öğretmenlik ve başöğretmenlik” unvanlarının sınavla verileceği
belirtilmiştir.
Türkiye’nin solu, tek parti döneminin ve darbe dönemlerinin bütün
uygulamalarını seçilmişlere karşı kutsal ve dokunulmaz işler olarak görüp
savunmaktadır. Yukarıda değinilen örnekte görüldüğü gibi, darbe dönemlerinde
öğretmenliği ihtisas mesleği sayan kanun metinlerini tartışmasız bir şekilde
geçerli sayarken, aynı TBMM’nin 2004’te yaptığı ilâve değişiklikleri hükümsüz
ve hatta gayr-i meşru görebilmektedirler. Halkın özgür seçimlerine dayalı olarak
ortaya çıkan TBMM’nin, Millî Eğitim Temel Kanunları hakkında hiçbir tasarrufta
bulunamayacağını iddia etmekten geri durmamaktadırlar.
Muhalefet çevrelerinin Öğretmenlik Meslek Kanunu’nda en çok itiraz
ettikleri hususların başında “başöğretmen” unvanı gelmektedir. Çünkü o unvanın
CHP’nin ilk Genel Başkanı Kemal Paşa’ya ait olduğunu, başka hiç kimse
tarafından kullanılmayacağını ileri sürmektedirler. Bu anlayışa göre belki de
hiç kimseye Cumhurbaşkanı, CHP Genel Başkanı, hatta General/Paşa dememek icap
eder. Çünkü bu unvanları Kemal Paşa kullandığına göre, bunlar artık “Cumhuriyet’in
kavramları” olmuşturlar. Ve ancak kötü niyetli olan kimseler tarafından başkaları
için kullanılabilirler.
***
Buna karşılık, herkes bilir ve teslim eder ki, Kemal Paşa’nın mesleği
askerliktir. Savaş şartlarına bağlı olarak çok kısa süre de (38 yaşında)
mirliva (tuğgeneral) yapılmıştır. Her ne kadar sonradan siyâsî şartların
zorlaması ile kendisine “mareşal” unvanı verdirmiş ise de askerlikteki son
rütbesi tuğgeneralliktir. Ömrünün hiçbir döneminde öğretmenlik yapmamıştır.
Yalnızca Kemal Paşa istedi diye yapılan harf değişikliğinden sonra, Kemal
Paşa’nın kaldığı Dolmabahçe Sarayı bahçesine, çağrılan birkaç boşta gezer kişi
ile yeni harflerin yazılı olduğu bir kara tahtanın önünde birkaç fotoğraf
çektirmiştir. Kemal Paşa’nın öğretmenliği işte bu fotoğraflardan ibarettir.
Türkiye’deki eğitim düzeni insanları öyle şartlandırmaktadır ki Kemal
Paşa’nın gerçekten öğretmenlik yaptığını, hatta bu yüzden başöğretmenliği hak
ettiğini yaşını başını almış kimseler ileri sürebilmektedirler.
Süleyman Demirel de bir dönem, hemen hemen her hafta köy ve mahalle
muhtarlarından seçilen bir heyetle görüşür, her görüşmesinde onlarla hatıra
fotoğrafı çektirirdi. Sonra muhtarların gönlünü almak için kendisinin de
“başmuhtar” olduğunu söylerdi. Eski Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, bu örneğin
dışında, hayatının hiçbir döneminde herhangi bir köy veya mahallede muhtarlık
yapmış değildir. Onun kendisini başmuhtar ilân etmesi de elbette
“başmuhtarlığın” kişiye özel, başkaları tarafından kullanılmasının yasak olduğu
bir “Cumhuriyet kavramı” değildir. Demirel’in başmuhtarlığı kadar Kemal Paşa’nın
başöğretmenliği de sanaldır, mecâzîdir. Gerçekte her ikisi de muhtar veya
öğretmen değildir.
***
Ancak tek partili totaliter idarelerde görülen, yalnızca bir kişiye
tahsisli ve diğer vatandaşların kullanması yasaklanmış kavramlar/unvanlar özgür
ülkelerde hayâl edilemezler.
Türkiye özgür bir ülkedir. Özgürlüğünü yalnızca başmuhtarlık,
başöğretmenlik ile sınırlı tutmamalı ve giderek genişletmelidir.
Millî Eğitim Temel Kanunu’nun ilk maddesi şöyledir: “Atatürk inkılap ve
ilkelerine ve Anayasa’da ifadesini bulan Atatürk milliyetçiliğine bağlı; Türk
milletinin millî, ahlâkî, insanî, manevî ve kültürel değerlerini benimseyen,
koruyan ve geliştiren; ailesini, vatanını, milletini seven ve daima yüceltmeye
çalışan, insan haklarına ve Anayasa’nın başlangıcındaki temel ilkelere dayanan
demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı
görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranış hâline getirmiş yurttaşlar
yetiştirmek…”
“Atatürk İlkeleri” demek, CHP’nin altı oku demektir. “Atatürk İnkılapları”
demek ise CHP’nin tek parti dönemindeki uygulamalarıdır. Millî Eğitim’in böyle
bir görevi olabilir mi? Millî Eğitim ne AK Parti’nin, ne de CHP’nin ilkelerini,
oklarını ya da ampulünü yeni kuşaklara öğretmekle sorumlu değildir,
olmamalıdır. Öğretmenlik mesleği ise böyle bir sorumlulukla sınırlandırılacak
bir iş değildir. Temel kanun açıkça öğretmeni CHP’nin, Kemalizm’in bir militanı
olarak tarif etmiştir ve öyle görevlendirmiştir. Tek parti döneminde Millî
Eğitim’e giydirilen ve askerî darbe dönemlerinde yırtıkları dikilen bu gömleği
Millî Eğitim’den AK Parti çıkarmadıkça, bu alanda yaptığı bütün işler, yalnızca
altı okun ve Kemalizm’in tahkim edilmesi ile sonuçlanacaktır.
Günümüzde lise çağındaki öğrencilerin arasında Kemalizm’in baskın
görünmesi, aslında bu Millî Eğitim Temel Kanunu ile kurulan eğitim düzeninden
dolayıdır.
Öğretmenliğe başlayan birinin 30-40 yıl boyunca aynı unvanla görev yapması
gerçekçi değildir. Öğretmende var olan çalışma tutkusu, başarma isteğini önemli
ölçüde ortadan kaldırıp yok etmektedir. Yeteneklerini öğütüp bitirmektedir.
Öğretmenliğe başlayan ile bitirenin zaman içinde aldığı unvanları da,
taltifleri de giderek yükselmelidir. Öğretmenlik, yerinde sayma mesleği
değildir. Öğretmen kendini geliştirmekle yükümlüdür. Bunun için öğretmenlik yalnızca
haftada 15 saat çalışılan bir meslek olarak görülmemelidir. İş yükü
azaltılmalıdır. Her beş yılda öğretmen, kendi branşı ile ilgili özel bilimsel
bir tez hazırlamalıdır. Bu tezinin sonucuna göre terfi etmeli, taltif
görmelidir.
Zannedildiğinin aksine, öğretmenin sorunu para puldan ibaret değildir.
Millî Eğitim Temel Kanunu, öğretmenin özgür çalışma alanını ortadan
kaldırmıştır. Onu nefes alıp veremez duruma getirmiştir. CHP’ye, Kemalizm’e
militan olmayan bir öğretmenin 30-40 yıl neler çekmiş olabileceği hayâl bile
edilemez. Öğretmene öncelikle özgürlüğü iade edilmelidir. Özgür çalışma ortamı
sağlanmalıdır. Öğretmen, CHP’nin altı okunu da, Kemalizm’i de benimser görünme
kaygısından kurtulmalıdır. Çünkü böylesi kaygılar ile ömür boyu yapılan meslek,
öğretmenleri vicdanları ve kişilikleri ile üzerlerindeki baskılar arasında
daima ikilem içinde bırakmaktadır.
Öğretmenlerin siyaset yapma hakkı teslim edilmelidir. Diğer meslek
mensupları gibi öğretmen de aktif siyaset yapabilmelidir. Öğretmen siyaset
yapmak için emekliliğini beklememelidir. Yetersiz de olsa öğretmenler en çok
okuyan meslek grubudur. Öğretmenlere uygulanan siyaset yasağı, en çok okuyan
meslek grubundan siyaseti yoksun bırakmaktır. Aslında bu durum siyasete yapılan
bir kötülüktür. Öğretmenlere siyaset yapma hakkının teslim edilmesi, siyasetin
kalitesini yükseltir. Öğretmenler okulda zaten CHP’nin altı okunu ve tek parti
döneminin işlerini 30-40 yıl tekrar ederek siyaset yapmaktadırlar.
Öğretmenlerin siyaset hakkı sadece CHP ile sınırlı tutulmamalıdır.
***
Öğretmenler bir haksızlığa uğradıklarında bir siyâsî parti delegesine
muhtaç olmamalıdırlar. Doğrudan siyasetin içinde olan öğretmenler, o
haksızlıkların telâfisinde daha etkili olabilirler.
Öğretmenler hiç olmazsa okulda kendi yöneticilerini seçebilmelidirler. Yazılı
sınavın ardından kurulan üç beş kişilik mülâkat komisyonu okullara yönetici
seçmemelidir. Okul yöneticisini, okulla ilgisi olmayan üç beş kişi yerine,
okulun çalışanı olan öğretmenler özgür iradeleriyle seçebilmelidirler. Seçime
dayalı bu uygulama, okul yönetiminde öğretmeni daha çok etkili hâle
getirecektir. Öğretmeni yok sayan uygulamalar ortadan kalkacaktır. Öğretmen,
aldığı kararlar ve yaptığı işler ile doğrudan okuldaki işlerin tarafı, hatta
sahibi durumuna gelecektir.
Öğretmenlik Meslek Kanunu’ndaki hükümlerin yalnızca Millî Eğitim’de çalışan
öğretmenlerle sınırlı tutulması büyük bir yanlıştır. Özel okullarda, dershanelerde
çalışan on binlerce öğretmeni bu kanunun kapsamı dışında tutmak büyük haksızlıktır.
Nasıl ki avukatlık kanunu özel çalışan avukat ile kamuda çalışan avukatın
hakları konusunda ayırıp yapmamış, her ikisini de avukat görerek haklarını
düzenlemiş ise, Öğretmenlik Meslek Kanunu da benzeri bir anlayışla hem kamuda,
hem de özel sektörde çalışan öğretmenlerin haklarını bir ve aynı görüp
düzenlemelidir.