ÜNLÜ bir yazar, okul
hayatına ait bir anısından bahsederken, bir gün öğretmeninin herkesin önünde onun
ne kadar kötü yazılar yazdığından bahsettiğini anlatır ve ekler: “Merak etmeyin,
hikâyenin sonu güzel bitti, şu an altı kitabım var…”
Başkalarının
sözleri elbette içimizde bir etkiye sebep olacak. Soru şu ki, o etkiye bizim
müdahalemiz ne olacak? Bir fırtınaya dönüşüp içimizde ne var ne yok yıkıp
geçecek mi, yoksa değerlendirmemizi yaptıktan sonra güvenliğimizden öteye
geçemeyip ertesi gün unutulmuş tozlu anılar arasına mı kaldırılacak o sözler?
Başkaları
da, -iyi ya da kötü- başkalarının sözleri de hiç bitmeyecek. Kendinize şunu
sorun: “Son söz olarak ben kendime ne söyleyeceğim?”
Tarihin
ünlü sîmâlarının hayatlarını okurken ya da onlar adına çekilen filmleri
izlerken farkına vardığım şeylerden birisi de zamanının ötesinde bir hayâle ve
inandığı şey uğruna büyük fedâkârlıklar yapan kişilerin etrafında her zaman kalabalık
bir gürültünün olduğudur. Öyle ki, “başkaları” dediğimiz bu kalabalığın esas
işi gücü, farklı olan ve fark yaratmak isteyenleri eleştirmek, durdurmak ve
başarısız olduklarını görmektir. Farklı insanları alay konusu yaparak kendi
içlerinde eritip tüketmeye çalışmaları da en sık uyguladıkları yöntemlerden
biridir.
İçlerinden
çıkan bu heyecanlı, meraklı ve tutkulu insanlara destek olmak yerine onları karşısına
alan bir toplumu hiçbir zaman anlayamayacağım. Kimisi fizik ve matematik gibi
temel bilim konularında, kimisi farklı konularda, müzik, resim, mimari, felsefe
gibi alanlarda sınırların ötesine kafayı takmışlardır. Bilinenin ötesi, onların
aşkı ve vazgeçilmezi olmuştur. Eğer öyle olmasa idi insanlığın ilerleyişi bu
kadar hızlı olamazdı. Tabiî ki her şey zıddı ile kaimdir. İcat, keşif ve
araştırmalar her zaman iyi ve güzel şeyler için yapılmıyor, hâttâ bazı
buluşların cezâsını milyonlarca insan hayatıyla ödeyebiliyor, ama insana
okuması emredilmiş. İnsan okuyacak, okuduğu ile doğruyu görecek ve iki gününü
birbirine eşit yapmayacak. “Ömür” denen sermayenin her günü özel bir hediyedir
insana. Onu nasıl harcadığı çok önemlidir. Yeni gün yeni bir heyecan sunmalı
insana ve insan bu heyecanla okumaya ve kendini geliştirmeye devam etmelidir.
İnsan
olmanın bir sorumluluğu vardır. Bu sorumluluğu anlayamayan ve taşıyamayanlar,
taşımak isteyenleri görünce kıskanarak, karşı çıkarak, alay ederek durdurmaya
ve ezmeye çalışırlar.
Acımasızca
eleştirildiklerinde ne yaparlar peki bu hayâlleri güçlü insanlar? Vaz mı
geçerler? Pişman mı olurlar? Küserler mi hayata ve “Herkes gibi olalım” mı derler?
İsteseler de yapamazlar. Onların içlerinde bambaşka şeyler cereyan eder. Mesele
sadece icat yapmak, çağının ötesinde bir yenilik getirmek ve büyük lâflar etmek
değildir ki dertleri. Asıl sebep aşktır, tutkudur, bilinmeyendir, tepelerin
ardında neler olduğunun merakı ve heyecanıdır.
Bu
başkaları her zaman yabancılar değildir; hâttâ çoğu zaman ailedir, akrabadır ve
yakın çevredir. Sevgiyi, bağlılığı ve tanıdıklığı ortaya atıp, kendilerinden
birinin farklı olarak ortaya çıkmasını ve toplum tarafından tanınmasını
istemezler. Tabiî büyük işler başarırsa durum farklı olur, el üstünde tutarlar;
gurur duyar ve yanında durmaya çalışırlar. Ama tutkusu olan kişiler, başarılı
olana kadar gelen ağır eleştirilere karşı genellikle yalnız başlarına mücadele
eder.
Kim
bu “başkaları”?
Birileri
var bu hayatta; tutkuları, merakları, heyecanları var ve hep bir şeyleri arayıp
duruyorlar. Diğerleri ise kendilerinden kaçıyor, vakit öldürmek istiyor ve farklı
olana karşı durmak onlar için daha kolay geliyor.
Amacım
birilerini değerli, diğerlerini değersiz ve aşağıda göstermek değil elbette.
İnsan varlığı, varlık âlemindeki en değerli şey zâten. İnsan en üstte olan
hazine zâten. Daha çıkabileceği büyük bir seviye yok. Kendinden daha değerli olarak
kazanabileceği bir şey yok. Var edilmesinin önemini anlayan insan, ancak Var Edeni
anlayabilir ve O’na varabilir hakkıyla. İşbu sebepten, insanı uyarmak ve
uyandırmak gerek. Düştüğü yerden kafasını çevirip nereden düştüğünü görmesini
sağlamak, yardımcı olmak gerek.
“Her
insanın kuyusu kendine derin” derler. Haktan, hakikatten, kendinden
uzaklaşmakta olan insan, kendi içine kuyu kazar ve o kuyu derinleştikçe çıkması
her geçen gün daha zor olur. Kişiyi o kuyudan ancak ve ancak kendisi
çıkartabilir. Kişi kör, sağır ve bilinci felç hâldeyken kendisine haktan ve
halktan gelen yardımı nasıl görebilir ve elini uzatabilir ki?
O
nedenledir ki, kapının içeriden açılması gerek. İnsanın zaman zaman karşısına
kendini alıp sorgulaması gerek: “Ben ne yaşıyorum? Ben kimim? Ne amaçla var
edildim?”
İnsanın kuyusu bazen öyle derin olur ve -ne acıdır- çoğu insan o kuyuda yaşamaya öyle bir alışır ki, artık onun yaşamı orası olur. Eh, dolayısıyla orada nasıl vakit geçirecek sizce? Kendine ve yaratılış amacına uzakken yapacağı tek şey vakit öldürmek olacaktır.
“Başkaları
ne der?” çıkmazından kurtulmak
Başkaları
her zaman bir şey diyecek, buna engel olunamaz. Ya kaybolduklarından, ya çok
şey bildiklerini sandıklarından muhakkak bir şey söylemek zorundalar. Burada
bize düşen sorumluluk, ne duyarsak duyalım, ne yaşarsak yaşayalım, günün
sonunda kendimize bir zaman ayırmak suretiyle olan biteni bir süzgeçten
geçirmektir. İnsana akıl, sadece yaşaması, hesap kitap yapması, akıllıca işler
yapması için verilmemiştir. Akıl, kendini hesaba çekebildiği kadar akıllıdır.
Aklına
teslim olmuşsan, ne derse dinleyip geçiyorsan, oturup da ne yaptığını bile
sorgulayamıyorsan, o akıllı, sen akılsızsındır. Allah-u Teâlâ, “Aklını kullan”
demiştir, “Akıl tarafından kullanıl” dememiştir. O hâlde yapılacak iş çok! Kim
ne demiş, ne yapmış, neye sahip olmuş, bırak bir kere! Varlığının önemini
düşün, sorumluluğunu sahiplen ve amacına odaklan. Yazgını eline al ve gün gün
nakış gibi işle.
Oku;
yaratılmış bir şey olmasın ki sana mesaj olmasın. Karşına çıkan, zihnine düşen
her şey sana kitaptır, mesajdır, oku!
-Ben okuma bilmem…
Bilme…
Bildiğin için okuyamıyorsun, duyamıyorsun, anlayamıyorsun. Bilme!
Bırak
şimdi eteklerinde ne varsa. Bildiklerini unut, yaşadıklarını bir kenara bırak.
Bir şey olma ki olamayan olsun sende. Okumayı unut ki okuyamadıkların hayat
bulsun. Seni sen yapan şeylere çok bağlanma. Gelen ve giden ne olursa olsun,
kök salmasın bağrında. İçini doldurursan nasıl hayat bulacak sonsuzluk sende.
Kanal ol ki sonsuzluk geçecek bir kapı bulmuş olsun sende. Akıp gitsin hayat içinden
ve yetmesin hiçbir şey sana. Yeni bilgilere, sırlara, yeni senlere hiç doyma.
Anla ve anlat nefes aldıkça!
Başkalarına
bakarsan, bildiklerinden ötesini göremeyeceksin. İnsan karanlıkta kaybolmaz;
tam tersine insan, gözüne fener ışığı tutulduğu için önünü göremez. Gördüğü ve
bildiği için bilinmeyeni bilemez. O başkalarının işi, bildiklerini sanmak,
öylesine yaşamak ve uyuyarak zamanlarını tamamlamaktır. Onların ışığında yol
alma, yolda kalma, gecenin sancısında doğumu bekle ey yolcu!
Başkalarından
çok var, yeterince yer işgal ediyorlar. Sana çok ihtiyacı var yaşamın.
Yıldızlar seni izlemek istiyor; Güneş ve Ay da... Farklı olmanı ve fark
oluşturmanı bekliyor yaşam.
Başkalarının
en iyi bildiği şeylerden birisi de birçok şeyin imkânsız olduğudur. Hiç unutamadığım
bir söz var: 1899 yılında ABD Patent Dairesi Başkanı Charles Duell, yaptığı
açıklamada mucitlere, “İcat edilecek her şey icat edildi. Boşuna bizi büyük
dosyalarınız ve cihazlarınızla oyalamayın” demişti. “Başkaları” denen kalabalık,
önüne konulan hazır yaşamı deneyimlerken, birileri o yaşamı zenginleştirmek ve
yeni renkler katmak için çabalar. “İmkânsız” denilen şeyleri mümkün kılmak en
büyük tutkularıdır onların. Ben de buradan diyorum ki, “Ey insan! Şu hayattaki
en imkânsız şey hayat buldu, duydun mu onu sen? Öyle imkânsız bir şey oldu ki,
ben o imkânsız şeyi gördüğümde hayatımda birçok şey değişmişti. O günden sonra
benim için her şey imkân dâhilinde ve hayâllerim sınırların, akılların üstünde.
Hayatında görüp görebileceğin en imkânsız şey, senin hayat bulman yani var
oluşundur!”.
“Bu
muydu diyeceğin?” deyip gülüp ya da kızıp geçebilirsin ama bir ihtimâl, merak
edip varlığının izini sürmeye çalışırsan karşılaşacağın şeyler karşısında o
kadar şaşıracak ve heyecanlanacaksın ki anlatamam. Var olmuşsan, gerisi kolay! Bir
derece bile farkındalık ve uyanış seni alıp götürür bulunduğun konumdan
uzaklara. Yaşam, farkındalığına göre katman katman genişler. Kitap okumak
gibidir hayat. Okudukça daha uzakları görürsün; sınırları oluşturan zihin
dairesi okudukça büyür ve devam ederse okumalar, bakarsın ki bir gün sınırlar
kalkmış olur.
Büyük,
çok büyük hayâllerin olsun. Allah Büyük, insan olarak var edilmek olağanüstü
bir şey iken, insana küçük düşünmek, kendini küçük düşürecek hâl ve hareketlerde,
karakterlerde kalmakta ısrar etmek yakışır mı? Bir gün hissedeceksin var
olmanın inanılmaz hissini ve o zaman kimse tutamayacak seni. Sen bile
tanıyamayacaksın kendini. Kim ne yapmış, ne demiş, duymaya vaktin olmayacak.
Keşke
eğitim sistemimizde karakter eğitiminin de temel dersler kadar yeri ve önemi
olsa idi. Sağlam bir irade oluşturarak, ne yapacağını ve nerede nasıl davranması
gerektiğini bilen, hayâl etmekten ve hayâline emin adımlarla ilerlemekten
çekinmeyen bireyler yetiştirmeliydik.
Büyük
bir kalabalığın bilinçsiz ve amaçsız yaşaması kadar üzücü ne olabilir? İnsanı
kendi hâline bırakmak da suç olmalı. İnsan, karmaşık bir sistem; birlikte
çözümlenmesi ve birlikte hareket ederek işlevsellik kazandırılması gereken bir
varlık… Bilimin küçük bir hücreyi dahi tam olarak keşfedememesi aslında bize
çok şey söyler. İnsan davranışları da bir o kadar araştırılmaya müsait karmaşık
yapılara sahip. Bunun önemini toplum olarak anlamalıyız.
Allah-u Teâlâ yaratmışsa, binbir hikmet ve sırla yaratmış ve insanlığın ömrünün yetmeyeceği bir ilimle donatmıştır. Bu açıdan da değerlendirileceği üzere, vakit çok değerli ve boşa geçirmek büyük vebâl. Bu yetmezmiş gibi, başkaları hakkında olumsuz konuşmalar yapmak türünden davranışlar gerçekten Allah’ın kullarına yakışmaz. Ben inanıyorum ki, insan kendine gelecek ve dengesini bulacak. Sorumluluğunu eline alarak ömür boyu öğrenci olacak, okuyacak, anlamaya ve anlatmaya çalışacak. El ele verip zorlukları aşacak, parça parça ayrılmayacak, birlikte buluşacak.