
BU dünya bizim için imtihan dünyasıdır. İmtihanın şeklini imtihana tâbi olanlar belirleyemezler. Yoksa önümüze gelecek olan şey, imtihan olmaz ve imtihanlar bizi ya büyütür ve güçlendirir ya da çökertir ve bitirir. Ancak bu durum çoğunlukla bizim olaya bakış açımıza göre şekillenecektir.
Hiçbirimiz, Gazze’de veya dünyanın herhangi bir yerindeki her gün bombalanan, aç kalan, evsiz ve ilâçsız kalan, yarını belli olmayan, zulüm gören hiçbir Müslümandan daha kıymetli değiliz.
Değişik zamanlarda musibetlerin başımıza gelmeyeceğine dair herhangi bir garanti de almış değiliz.
Başımıza gelen bir musibetin ardından hemen Rabbimize dönüp isyan etmeden, “Elhamdülillah, benim Rabbim var!” diyebilmemiz gerekir.
Önümüze güzel şeyler geldiğinde sevinip Allah’a (cc) hamd edip, şükrettiğimiz gibi Rabbimize tevekkül etmek de yine bize düşer.
Biz ancak ve ancak sadece Allah’a (cc) güvenir ve sadece ondan yardım dilersek O da bizim elimizi hiçbir zaman boşta bırakmaz.
“Ya Rabbi, ben Peygamber Efendimizin tavsiyesi üzerine bütün sebeplere müracaat ediyorum; ancak inanıyorum ki şifa ancak ve ancak sende ve ayetlerindedir.”
Kişisel gelişim veya insan psikolojisi yönünden olaya bakarsak… Önümüze gelen her bir sorun, aynı zamanda doğru okuyabilirsek iyiye ve güzele bizi ulaştıracak güzel bir kapıdır.
Bir diğer konu ise, önümüze gelen dertleri “Bunlar neden hep beni buluyor?” veya geriye doğru vah, tüh diyerek karşılarsak ve bunu günlerce, haftalarca, bazen aylarca sürdürürsek, insan kendi kendini yiyip bitirebilir.
Ya da bir olay başına geldiğinde bu musibetin ardından “Ben bundan sonra bu olaydan ders çıkararak hayatımı daha iyi daha güzel bir hâle nasıl getirebilirim?” diye olaya bakarsa bu da insanı büyütür, güçlendirir.
Önümüze gele her türlü olayda ya olayı dallandırır budaklandırır büyütürüz veya metanet ve sabırla küçültürüz. Bu her zaman bizim elimizdedir. Bir tercih yapar ve ona göre yürürüz. Ve ona göre sonuçlarını görürüz…
“Sadaka, belayı def eder, ömrü ziyade eder”
Öncelikle konuya dinî argümanlar olarak ayet ve hadisler yönünden bakalım…
“And olsun ki sizi biraz korku ve açlık; mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz azaltma (fakirlik) ile deneriz. (Ey Peygamber!) Sabredenleri müjdele!” (Bakara/ 155)
“Ki onların başına bir sıkıntı ve hoşa gitmeyen bir şey geldiğinde, ‘Bizi var eden Allah’tır veya varlığımız Allah içindir, sonunda O’na dönecek ve hesaba çekileceğiz’ derler.” (Bakara/ 156)
“‘Ey Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik ve güzellik ver, ahirette de iyilik ve güzellik ver ve bizi ateş azabından koru’ diye niyazda bulunurlar.” (Bakara, 2/200-201)
“Elinizden çıkana üzülmeyesiniz ve Allah’ın size verdiği nimetlerle şımarmayasınız diye (böyle yaptık.) Çünkü Allah, kendini beğenip övünen hiçbir kimseyi sevmez.” (Hadid/ 23)
“Başınıza gelen her musibet kendi yapıp ettikleriniz yüzündendir; kaldı ki Allah birçoğunu da bağışlar” (Şuara/ 30)
Rahmetli dedem, “Sadaka, belayı def eder, ömrü ziyade eder” hadis-i şerifini, zihnimizde iyice yer etsin diye sık sık tekrar ederdi.
Sevgili Peygamber Efendimiz (sas) bir gün, çocuğunun kabri başında feryat eden bir kadına rastladı. Acılı anneye, “Allah’a isyan etmekten sakın ve sabret!” diyerek nasihatte bulundu. Üzüntüsünden Allah Resûlü’nü tanıyamayan kadın, “Bana karışma! Benim başıma gelen senin başına gelmedi ki!” deyiverdi. Bir müddet sonra kendisine nasihat edenin Resûl-i Ekrem olduğunu anlayınca Peygamberimizin huzuruna gelerek özrünü beyan etti. Bunun üzerine Rahmet Elçisi (sas), şu özlü tavsiyede bulundu: “Gerçek sabır, musibetin geldiği ilk anda gösterilen sabırdır.”
Bu konu ile alâkalı diğer bazı hadis-i şeriflere de bakarsak Sevgili Peygamber Efendimiz (mealen) şöyle buyuruyor:
“İnsanlar içinde en ağır imtihana çekilenler peygamberlerdir. Sonra sırasıyla (rütbeleri) onları takib edenler, sonra onları takip edenlerdir. Kişi dinine göre müptela kılınır (imtihana çekilir). Eğer dininde salabetli ise imtihanı (göreceği bela ve musibet) ağır olur. Eğer dininde gevşek ise o oranda imtihan edilir. Bela o kimseyi devamlı takip eder. Nihayet onu bırakıncaya kadar. Böylece kul, yeryüzünde hatası olmadığı hâlde yürür.”
“Kul, Allah’ın kendisi için takdir ettiği dereceye ameli ile ulaşamazsa, Allah (cc) onun canına, malına veya çocuğuna bir musibet verir. Sonra da ona sabretme gücü ihsan eder. Böylece onu, kendisi için takdir ettiği mertebeye ulaştırır.”
“Meyveleri olgunlaşmış bir ağacı silkmekle nasıl meyveleri düşüyorsa sıtmanın titremesinden günahlar da öyle dökülüyor.”
“Ateşin altın ve gümüşün paslarını giderdiği gibi bir Müslümanın hastalığı da onun günahlarını giderir.”
“Rabbinizden mağfiret dileyin. Çünkü O, çok bağışlayıcıdır. (Mağfiret dileyin ki,) Böylece O, üzerinize gökten bol bol yağmur indirsin. Mallarınızı ve oğullarınızı çoğaltsın, size bağlar, bahçeler ihsan etsin, sizin için nehirler akıtsın.”
“Müminin hâli ne hoştur! Her hâli kendisi için hayırlıdır ve bu durum yalnız mümine mahsustur. Başına güzel bir iş geldiğinde şükreder; bu onun için hayır olur. Başına bir sıkıntı geldiğinde sabreder; bu da onun için hayır olur.”
“Vücuduna batan bir diken bile olsa, başına gelen her türlü musibet karşısında Müslüman’ın günahları affolunur.”
“Biz Allah’a aidiz ve O’na döneceğiz. Allah’ım! Başıma gelen musibetin mükâfatını senden bekliyorum, bundan dolayı bana ecir ihsan et, benim için onu daha hayırlısıyla değiştir.”
Ebu’d -Derdâ -radıyallahu anh-’den rivayet edildiğine göre Rasûlullah (sas) şöyle buyururdu: “Bir Müslümanın, yanında bulunmayan din kardeşine yapacağı dua kabul olunur. Bir kimse din kardeşine hayır dua ettikçe, yanında bulunan görevli bir melek ona, ‘Duasına âmin, aynı şeyler sana da verilsin.’ diye dua eder.” (Muslim 2732)
Ben de bazen herhangi bir gün bir Müslümanın herhangi bir derdine çare olabilmek için yanına gittiğimde bir de bakıyorum ki aslında o Müslümanın dilinden Rabbim benim bir derdimin çaresini bana ulaştırıyor.
Ya Rabbi, Şâfi isminle şifâ, Hay ve Kayyum isimlerinin yüzü suyu hürmetine canlılık ve dirilik lûtfet, ihsan et, ikram et, nasip et inşallah!
Dualarımızı başta Peygamber Efendimiz Hz. Muhammet (sav) olmak üzere bütün Peygamber Efendilerimizin dualarına kat Ya Rabbi! Onların dilinden, onların ruh hâli ile ve onların sana hangi mübarek isminle münacat etti ise onunla sana yalvarıyoruz Ya Rabbi!
Bu en son hadisi şerifi daha iyi anlamamıza yardım edecek yaşanmış bir olayı alıntılayayım müsaadenizle…
Ya Rabbi, Şâfi isminle şifâ, Hay ve Kayyum isimlerinin yüzü suyu hürmetine canlılık ve dirilik lûtfet, ihsan et, ikram et, nasip et inşallah!
Bir tercih yapar ve ona göre yürürüz
Bir dostum (K. Ç.) hâlsizlik ve değişik sıkıntılarla doktora müracaat eder. Doktor mealen “Senin vücudun kendi kendisi ile mücadele ediyor, kan hücrelerini imha ediyor. Böyle gider ve tedavi edemezsek maazallah üç dört aylık ömrün var” der ve başta kortizonlu ilâçlar olmak üzere tedaviye başlarlar. Birkaç gün sonra bir arkadaşı ile telefonda görüşürken arkadaşı ona “Kula bir musibet isabet ettiğinde kul kendi derdi ile meşgul olursa Allah (cc) onu derdi ile baş başa bırakır. Yok eğer diğer Müslümanların dertleri ile meşgul olursa Allah (cc) onun derdini kendi üzerine alır.” (Hâkim’in el-Müstedrek) hadis-i şerifini hatırlatır.
Görüşme biter ve dostumuz “Bu hadis, bence bana söylenmiş bir söz. Söyleyene değil söyletene bakmak lazım” der ve düşünmeye başlar. Bir müddet sonra hanımını çağırır, “Evde ne kadar dağıtabileceğimiz eşya varsa toparla, çıkıp onları dağıtacağım” der. Hanımı çok hâlsiz ve bitkin olduğunu biraz iyileşip birkaç gün sonra dağıtmasının daha iyi olacağını söylese de kabul etmez ve ne var ne yok toparlayıp çıkar evden ve toparladıklarını dağıtır. Akşama doğru eve döndüğünde hanımına, “Rabbimin hakkı için bende bir hâlsizlik ve güçsüzlük kalmadı, sanki bana kocaman bir serum bağlanmış gibi dinçleştim, bana çok iyi geldi” der. Bu dostumuz, aradan aylar geçmesine rağmen sağlığında herhangi bir sorun yok şükür.
Bir de başka bir Müslümanın dilinden, yaşadığı bir olayı anlatayım. Değerlendirmeyi siz yapın inşaallah…
“Birkaç hafta önce oğlum ve kızım birkaç günlük ziyaret için Kosova’ya gittiler. Kendilerince gün gün, saat saat planlarını yaptılar ve İstanbul’dan uçakla yola koyuldular.
O saatlerde Ankara’da biz de yeğenimi yatılı okuluna bırakmak için diğer yeğenimle beraber yola çıktığımızda yol kenarında ihtiyar bir amcaya rastladık. Varacağı yere götürelim, sadakamız olur, dedik ve amcamızı aldık, gideceği yere götürüp bıraktık.
Ardından yeğenimizi okuluna bırakıp çevre yolundan Eskişehir yoluna dönerken çevre yolu dönüşünde bir başka vatandaşımıza denk geldik, onu da aldık. Nereye gidiyorsun bu geç saatte, diye sorunca Polatlı’ya dedi. Biz de, tamam, Eskişehir yolu üzerinden seni Polatlı arabalarına veririz veya nereye istersen bırakırız, dedik.
O da, biz de Polatlı’ya giden araçların duraklarının nerede olduğunu bilmiyorduk.
Neyse kısa bir internet araştırması sonucu Polatlı halk otobüsleri ile ilgili kişiye ulaştık. Ulaştığımız vatandaş, “Çankaya Üniversitesi Köprüsü’nün üstüne çıkıp yolun sağında bekleyin, orası durak” deyince, çıkıp beklemeye başladık. Ancak dakikalarca bekledik, giden yok, gelen yok! Daha sonra üzerinde Polatlı yazan bir araç gelip biraz ilerimizde bir müddet durduktan sonra kalkıp gitti, arkasından seslendik ama sesimizi duyuramadık. Aracın peşinden birkaç kilometre gidip korna çalarak sağa yanaştırdık ancak resmî bir araçmış, yolcumuzu bütün ısrarımıza rağmen almadı.
Ankara-Polatlı minibüslerinin yetkilisini tekrar aradık. Yetkili kişi, şu benzinlikte bekleyin, en yakın aracı size yönlendireyim, dedi. Ancak ben, “Araç bulamazsak bu arkadaşı gece vakti yolda bırakmayalım, Polatlı’ya götürelim” diye içimden karar vermişken, yolcumuz, Polatlı arabasını görüverdi. Ancak akşam yoğunluğunda yol çok kalabalık olduğu için hemen peşine düşemedik. Yol müsait olunca aracın peşinden gittik. Dört, beş kilometre ileride bir yerde yakaladık, korna çalarak aracı sağa yanaştırdık. Çok şükür, yolcumuzu araca bindirip evimize döndük ancak bu bizim bir buçuk iki saatimizi almıştı.
Evimize geldik, yemeğimizi yedik, çayımızı içerken çocuklarım yurt dışından aradı. Kosova’ya indiklerinde uçaktan kalacakları yere gidecekleri araçlarını kaçırmışlar, ayarladıkları otel de sıkıntıya girmiş, yaban ellerde gece vakti ortada kalmışlar. Sonra bir Türk vatandaşına rastlamışlar ve onları aracı ile kendi çalıştığı otele götürmüş yerleştirmiş.
Otele yerleştikten sonra odalarından beni aradılar. Onlar bana sıkıntılı bir gün geçirdiklerini anlattıklarında gayri ihtiyari gülmüşüm. Çocuklar niye güldüğümü sorunca, ben de kendi yaşadıklarımızı anlattım. Elhamdülillah, biz bir Müslümanın derdinin çözümüne vesile olurken, Rabbim de bizim derdimize derman olmuş!”
Konumuza ilişkin iki güzel söz ile devam edersek…
“Başımıza gelen musibetlere küsmek değil de o olayla muhabbet etmek, bunun arkasındaki fani ömrü, musibet vasıtasıyla mesut bir ömür hâlinde geçirmesine neden olur.(Bediüzzaman Sait Nursi)
Anadolu’da güzel bir söz vardır söylenegelen: “Sabır acıdır ama meyvesi tatlıdır.”
Önümüze gele her türlü olayda ya olayı dallandırır budaklandırır büyütürüz veya metanet ve sabırla küçültürüz. Bu her zaman bizim elimizdedir. Bir tercih yapar ve ona göre yürürüz. Ve ona göre sonuçlarını görürüz…