EKONOMİK güç, doğru ellerde
olduğunda caydırıcı rol oynar. Günlük hayatta da ekonomi iyi bir aracıdır. Bireylerin
ekonomi üzerine odaklanıp her şeyi buna göre şekillendirmeleri, insan ve
insanlık açısından pek makbul bir durum değildir. Ekonomi aracı olmalıdır, amaç olmamalıdır.
Bugün dünyadaki
büyük şirketlerin çoğunda ekonomi birer araç hâline dönüşmüştür. Amaçlarının çoğunu da fikir ve dünya
görüşlerini bütün dünyaya ikâme etme üzerine inşâ etmektedirler. Ekonomi,
bu şirketler tarafından birer ideolojik aparat hâline getirilmiştir.
Bizim
gibi ülkelerin önce kendi dünya görüşlerini inşâ etmeleri, ardından da bunu ikâme
etmek için gerekli adımları atmaları gerekir. Dünya görüşünü inşâ edememiş ve
potansiyelini bu yola koyamamış ülkelerin dünyaya yeni bir dünya sunmaları zor
görünüyor.
Kendi kabuğunda
olanların dünyaya yeni bir dünya/medeniyet anlayışı sunmaları zordur. Bunların, özellikle
dünyanın entegre olduğu devreye uymaları da imkânsızdır. Dünyaya entegre
olmanın, dünya ile rekabet edebilmenin ve dünyaya yeni bir pencere açmanın yolu, kendi dünya görüşünü oluşturacak fikir
dünyasını oluşturmaktır. Bunların tamamını birer metin hâline getirmek ve
medeniyet anlayışını ortaya koymak gerekir.
Türkiye gibi
ülkelerin, bir defa Batı’nın fikir kıskacındaki etkisinden kurtulmaları
gerekir.
Batı, sanayi devrimlerini başardığı için ekonomik açıdan belli bir refaha
ulaşmıştır. Ancak fikrî açıdan bakir kalmıştır. Batı’nın dünyaya yeni bir
fikir/görüş sunmasının imkânı yoktur. Zira Batı, kendisini klasik ve
deterministik görüşe hapsetmiştir. Böyle bir Batı’nın geleceğe dönük tasavvuru
zor görünüyor.
Batı
şimdilik bütün potansiyelini ekonomik güçten alıyor. Doğu da Batı’dan ithalat
yapıyor. Kendi medeniyet tezini ortaya koyacak Doğu
ülkelerinin/medeniyetlerinin dünyaya yeni bir şeyler söylemeleri için Batı’nın
çöküşte olan ekonomik gücüne erişmeleri ve Batı’yı geçmeleri gerekir.
Söz
konusu dünya ile rekabet ve kendi görüşünü ortaya koymak için bunun ilk formel
yolu, üniversitelerde dünya görüşüne dair üretimin olması, teknolojik olarak
üniversitelerde yeni imzalar atılmasıyla mümkündür. Batı’nın daha önce başarmış
olduğu sanayi devrimlerine karşın Doğu’nun başarısızlığı dördüncü sanayi
devrimi ile giderilebilir.
Dördüncü
sanayi devriminin iki ayağı var: Dijital teknoloji ve nanoteknoloji… Türkiye
dijital teknolojide iyi durumdadır. İHA ve SİHA gibi teknolojik cihazlar ile
kendisini dünyaya kabul ettirmiş, savaşların kaderini değiştirmekte rol oynamış
ve bölgesinde hatırı sayılır noktaya gelmiştir. Bu aşamada dünya ile rekabet
edebilen ilk beş ülkeden biridir. Aynı şeyleri nanoteknoloji ve ilgili
alanlarda söylemek zor görünüyor.
Ama
genel olarak ülkelerin kalkınmaları sosyal, kültürel ve ekonomik açıdan bütün
alanlarda kalkınmakla mümkündür. Dünyanın ekonomik açıdan zengin ülkeler
sıralamasına bakıldığında ABD, Çin, Japonya, Almanya, Hindistan, Birleşik
Krallık, Fransa, Kanada, İtalya ve Brezilya gibi ülkeler önde geliyor.
Burada
ilk on içerisinde kalıcı olmadıkça dünya ile boy ölçüşmek zor görünüyor. Bu boy
ölçüşmenin ilk adımlarının akademi dünyasından alınan bilimsel verilerin günlük
hayatta katma değeri yüksek ürüne dönüşmesiyle mümkün olabileceği herkesin malûmudur.
Ekonomik açıdan zenginliğin katma değeri yüksek teknolojik ürün ve gıda
olabileceği de açıktır.
Türkiye
gibi ülkelerin sadece inşaat sektöründe lokomotif olması, istenen beklentiyi
karşılayamaz. Türkiye gibi içeriden ve
dışarıdan sürekli tehdit altında olan bir ülkenin şimdi olduğu gibi ayakta
durması, takdir edilesi büyük bir başarıdır. Türkiye gibi ülkelerin en
büyük hataları, olaylar olmadan önce çözüm üretememesi, en azından hayatta
siyasetin ilk sırada olarak yön verici olması ve ehliyet/liyakat unsurlarından
istenilen gibi yararlanamamasıdır.
Bugün
dünya üniversitelerinin büyük çoğunluğu Batı’nın klasik fikir dünyasının
taşıyıcı ve sözcüleri gibidir. Kendi görüş ve düşüncesini ortaya koyacak rolde
değildir. Üniversiteler unvan tamamlama, eğitim-öğretimi devam ettirme gibi
alışılmış ana omurga üzerinden yürümektedirler.
Türkiye’deki
her şehirde üniversite mevcuttur; bazılarında birden fazla üniversite
bulunmaktadır. Lâkin bırakın üniversite kitabı satan bir kitapçıyı, normal
okuma kitabı satan bir yer bile yoktur. Toplum kitaba rağbet etmemektedir.
Üniversite
ve toplum, başarılı, ehliyet ve liyakat sahibi konusunda uzman kişilerin omuzlarında
yükselir. Bir insanın potansiyelinin yansıması, en önemli fonksiyonel iştir.
İnsanın potansiyelini gerçekleştirici gerekli bütün donanımları hareket ettirecek
eğitim-öğretim sistemi ne derece bu konuda gerekeni yapabiliyor, üzerinde
düşünülmesi gerekir.
Batı
ile mücadele edip kendi dünya görüşünü dalgalandırmak için her alanda üretim
şarttır. Fikir, bilgi, teknoloji, kültür ve medeniyet bunlardan sadece
bazılarıdır. Ancak üniversiteler unvan tamamlama ve sırtını devlete dayama yeri
olmaktan çıkmadıkça, istenen verimi almak zor görünüyor.