TIPKI Çin’deki gibi, kendilerine verilen vazife üzerinde
başarısız olanların cezalandırılmaları önemli. Koronavirüs Salgını’nın merkezi
olarak bilinen Çin’de, salgınla mücadelede başarısız oldukları için 30’u aşkın
yetkili, hükûmet tarafından görevlerinden alındılar ve cezalandırıldılar. Yetersiz
görüldüğü için cezalandırılanlar arasında bir belediye başkan yardımcısı, şehir
ve sağlık komisyonları başkanları, hastane yöneticileri, havaalanı ve turizm
personeli de bulunuyor.
Mükâfat ve ceza, insan hayatında olmazsa olmazlardandır.
Başarı sağlanıyorsa, teşvik için mükâfat şarttır. Başarısızlıkta da yine teşvik
için korku politikası olarak ceza şarttır. İnsan her yaptığının karşılığını
almaya odaklı şekilde yaşamaktadır. Dolayısıyla yaptıklarının karşılığı
olmalıdır.
“Artık kim zerre ağırlığınca bir hayır
işlerse onun (dünya ve âhirette) mükâfatını görecektir. Kim de zerre
ağırlığınca bir kötülük işlerse onun (dünya ve âhirette) cezasını
görecektir.” (Zilzal, 7-8)
Kur’ân-ı Kerîm’in âhiretle
ilgili olarak öne çıkardığı konuların başında, herkesin iyi veya kötü
yaptıklarından sorumlu olacağı ve bunların karşılığını tam alacağı ifâdesi
yerini alır. Demek ki insan, yaratılış itibari ile karşılığını alacağını
bilerek yaşamalı.
Aslında çocukluğumuzdan
itibaren başlamalı ceza ve mükâfat eğitimi. Sorumluluk bilinci temelden
verilmeli ki liyakat sahibi meslek erbâbı yetişsin! Bir çocuğa, hangi mesleği
seçerse o alanda uzman hâline gelmesini, daha sonra o mesleğin hakkını
vermesini ve kaybederse neleri kaybedeceğini anlatmalıyız. Çocuklarımızı bu
şekilde eğitmeliyiz.
Genel olarak bakıldığında, ödül ve ceza
sistemleri ailelerimizde doğru uygulanmamaktadır. Bedel ödemeyi bilmeyen sınırsız
çocukların yanında evden kaçan, umursamaz ve öfkeli çocuklar yetiştirilmektedir. Aileler,
çocuklarını yetiştirmenin yanında onların sınırlarını da belirlemek zorundalar.
Yoksa ruhsal açıdan sağlıksız ve toplumla uyumsuz nesiller oluşur. Bu nesiller
de düzensiz ve başarısız sistemler (sistemsizlikler) kurar ve bir toplum bu
vesile ile yok olup gider.
Günümüze baktığımızda,
çalışma hayatının içerisinde (istisnalar hariç) kimse mesleğinin hakkını
vermiyor, sadece gün ve saat doldurup parasını almaya bakıyor. Dolayısıyla insanların
kaybedecek bir şeyleri olmayınca kazanmak için de çok fazla çaba sarf etmiyorlar.
Kaybedecek bir şeyleri olmalı insanın tıpkı hayat gibi yaşamaya sımsıkı
tutunduran. Geri gelmesi mümkün olmayacak kayıpları insanın bilmesi lâzım. Kimse
ölmek istemez; çünkü bir daha geri gelemeyeceğini bilir. İşte bu yüzden,
kaybedeceği işini bir daha geri alamayacağını bilirse, ona sımsıkı tutunur ve
başarılı olur.
Bakınız, Çin’in ceza
yönteminden çocukluğumuza indik. Çünkü her şey küçüklükten başlar ve büyür.
Ateş küçükken söner. “Ağaç yaş iken eğilir” der atalarımız. Atalarımız boşuna
dememişler bu sözü. Geç kalmadan sistemleri kuran insanları kuralım ki zamanda
geri kalmayalım. Başarılı ve bir o kadar bilinçli nesiller yetiştirebilelim. Nesiller, özelde toplumların, genelde insanlığın varoluşunun devamlılığıdır.
Belki de günümüzde göz ardı edilen bir durum bu yüzden. Öyle görünüyor ki, genç
nesil Batı’dan etkileniyor ve önüne gelen her şeyi, hattâ ve hattâ
sorgulanmaması gereken şeyleri de sorguluyor. Sorgulamanın sınırlarını
zorladıkları için doğru ya da yanlış fark etmeksizin her şeyi inkâra kadar
gidiyorlar. Dolayısıyla sorunlu bir nesil yetişiyor. Ceza nedir bilmeyen,
rahatına ve keyfine düşkün, bir o kadar bencil bir nesil…
Böyle bir nesilde, ne yazık ki madde bağımlıları, alkol
bağımlıları ve en acısı da sorumsuzluk bağımlıları başaktör. “Ben yaşamadım,
çocuğum yaşasın”, “Ben yapmadım, çocuğum yapsın”, “Ben giymedim, çocuğum giysin”
diyen aileler yüzünden yapan, yiyen, içen, giyen, teşekkür etmek yerine şikâyet
eden bir nesil yetişiyor. Bu nesle ceza veremezsiniz, evden kaçırırsınız. Zira Avrupa,
çocuğa 18 yaş ile ilgili olarak yasal plânda özgürlüğünü vermiş ve çocuğunuzu
sizden almış!
Gençlerin sorumluluğa ve cezaya ihtiyaçları var. “Ceza” derken,
onları geliştirecek cezayı kastediyorum; onlara eziyet olacak bir cezadan
bahsetmiyorum elbette. Toplum olarak cezalandırılmalıyız, çünkü çok nankör ve
şükürsüzüz! Sanrım Allah’ın şefkat tokadına ihtiyacımız var. İnsanoğlunun aklı,
cezalandırılmadan başına gelmiyor.
“Ceza” demişken, üzülerek söylemeliyim ki, Ceza Kanunu’muz
da gözden geçirilmeli. Suç işleme oranımız çok fazla; demek ki cezalar
caydırıcı değil. Cinayetten hapiste yatıp çıkan biri, bir başka cinayetten
tekrar hapse giriyor. Cezaevi değil, dinlenme yeri gibi…
“Keşke şeriat ile yönetilsek!” diyeceğim, anlaşılmayacağım. Hırsızın kolu kesilse, adam öldürene kısasa kısas yapılsa, bir daha bu suçlar işlenir mi? İnsanı şereflilerin en şereflisi olarak yaratan Allah, insanı en iyi tanıyan olarak, onu durduracak ceza kanununu da Kur’ân ile göstermiş. Uygulamadığımız için bu durumdayız. Cezanın en iyi karşılığı şeriatta mevcut.