
ÇEVRENİZDE başarıdan ve
başarının öneminden bahsetmeyen bir Allah’ın kulu var mı? Herkes bir şekilde
başarıdan bahsediyor.
“Kazanmalısın”, “Başarmalısın”, “Yarışı
kazanarak başarıyı yakalamalısın”, “Bu dersi başarmalı, arkadaşlarının içinde
en başarılı sen olmalısın”, “Zirve seni bekliyor, mutlaka başarma duygusunu
yaşamalısın”, “Hedefini belirle ve başar”, “Benim çocuğum başarır”, “Sen
mutlaka başarırsın, “Başarmaktan başka şansın yok!”, “Şunu ya da bunu yaptığında
başarılı olacaksın”, “Bak, (…) çok başarılı!”, “Başarı yolunda üç (beş) altın
kural”, “Başarmak için şunları yapmalısın”, “Mutlaka başarmalısın”… Başarı ve motivasyon
için kullanılan, hepinizin âşinâ olduğu bu cümleleri sayfalarca uzatmak mümkün.
Evet, başarı ekmek ve su gibi bir
ihtiyaçtır. Başarı, başarı, başarı… Ama neyin başarısı? Başarı gerçekten çok
önemlidir; fakat sorun şurada ki, nerede, ne zaman, nasıl, ne şekilde ve nereye
kadar başarmak gereklidir?
İnsan, doğası gereği biyolojik ve
ruhsal olarak hayatta kalma ve mutlu olma mücadelesi içinde hep “başarı”yı
arar. Çiçeklerin suya ulaşmak için köklerini toprağa salması gibi, yaprakların
güneşi araması ve güneşe yönelmeleri gibi, benlik de başarıya yönelir. Burada
dikkatli olmak gerekir. Çünkü egonun en çok sevdiği şey, “başarı duygusu”dur. Yani
“başarmak hissi”...
Bilinçaltımız doğal olarak başarıyı
ister. İşte bu aşamada, hayattan beklentilerimiz ve hayatı kendimize göre anlamlandırma
şeklimiz önemlidir. Çünkü “başarı”dan ne beklediğimiz, başarının içeriğini ve
dolayısı ile ona yüklediğimiz anlamı belirler.
Başarının yapılmış birçok tanımı var.
Ama nedense insanların çoğu, başarının tanımını ya yanlış anlar ya da yanlış
yorumlar. Yanlış anlama ve yorumlama sonucunda mutsuzluklar kaçınılmaz olur ve
tüm çabalar hüsranla sonuçlanır.
İnsanın serüveni, hayatta kalma
mücadelesine bağlı olarak başarılara ulaşmak üzere kurgulanmıştır. Başarı heyecan
verir, insanı
mutlu eder, zihni ve ruhu besleyerek mutluluk
duygusunu arttırır. İnsanın
yapısı gereği, bilinçaltındaki en büyük arzusu kendi alanında en iyi olmak,
sahip olmak, iş başarmak ve kendi yeteneklerini ortaya koymaktır. Güvenilir
olmak, eser ortaya koymak, fark edilmek, bir işe yaramak ve takdir edilmek,
başlı başına zevkli bir eylemdir. Kendini tanıyan,
güvenen, bilen, onurlu ve gururlu bir insan, beceriksizliğe katlanamaz.
Başarı duygusu tarif edilemez, ancak
yaşayarak anlaşılabilir ve bir insanın yaşayabileceği en harika duygudur. Çünkü
başarının verdiği haz, emek, mücadele ve zorlu çalışmalar sonucu elde edildiği
için diğer hazlardan çok daha değerlidir. Tarihe ismini yazdıran insanların
hayatları incelendiğinde, başarılarının tesadüflerle ve yatarak gerçekleşmediğini
görüyoruz.
Bu tanımı doğru anlayıp doğru
yorumlayarak çalışanlar, tarihin her döneminde büyük başarılara imza atmışlardır.
Başarı için, öncelikle başarının ne olduğunu anlamak ve bunu yorumlamakta başarılı
olmalıyız.
Başarı, sadece çok çalışmakla elde
edilen bir sonuç değildir
Başarı, sadece çok çalışmakla elde
edilen bir sonuç değildir. Amaçlı, plânlı, programlı ve disiplinli çalışmak gerekir.
Ama işin sırrı sadece bunlarda değil. Başarılı olmak için başka
faktörlerin de olması gerekir. “Başarı” kelimesine odaklanıp “Başaracağım”, “Başarılı
olacağım”, “Başarmam lâzım” diyerek çalışmak, bir dönem sonra telâfisi olmayan sıkıntılar
verebilir. Çalışmayı istemek ve sevmek gerekir. Bunun yanında kendimize güvenmek,
hayatı gözlemleyebilmek, iyimser olmak, inançlı olmak, özgüven ve özsaygı
sahibi olmak, olumlu düşünmek, bilmek, bilgiyi kullanabilmek, sevgiyle dolu
olmak, sevgiyi paylaşabilmek, azimli ve kararlı olmak, kin, nefret ve intikam
duygularını hayata kesinlikle sokmamak gerekir. Yani insanî değerlere sahip
olmak gerekir. Kişi bu değerlere sahip olduktan sonra değer oluşturabilir.
Bizler öncelikle kendimizde değer oluşturabilirsek, asıl başarıyı o zaman
yakalamış oluruz.
Şimdi
sıralayacağımız sonuçlara veya birkaçına kim ulaşmak istemez?
Dünyanın
en bilgili insanlarından biri olmak, bir mesleği en ince ayrıntılarına kadar
biliyor olmak, dünyanın en iyi müteahhitlerinden biri olmak, dünyanın sayılı
doktorlarından biri olmak, sakin ve kendi hâlinde bir hayat yaşıyor olmak, ülkenin
sayılı bürokratlarından biri olmak, ülkenin en ünlü siyasetçisi olmak, dünyanın
en zengin insanlarından biri olmak, dünyaya ve insanlığa büyük bir eser
bırakmak, ülkenin en popüler insanlarından biri olmak…
Bunların
hepsine veya birkaçına ulaşmak istemeyen kimse yoktur. Çünkü bu güzel duygular
insana haz ve mutluluk verir. Tamam, bu duyguları tattınız ve kendinize göre
harika sonuçlara ulaştınız, öyleyse bir de bu sonuçlara bir de başka bir
tarafından bakalım!
Dünyanın en bilgili insanlarından biri olabilirsiniz, ama bilginizi kullanamıyorsanız… Bir mesleği en ince ayrıntılarına kadar biliyor olabilirsiniz, ama onu hayata geçiremiyorsanız… Dünyanın en iyi müteahhitlerinden olabilirsiniz, ama yaptığınız binalar çöküyorsa… Dünyanın sayılı doktorlarından biri olabilirsiniz, ama meslek ilkelerini hiçe sayıyorsanız… Sakin ve kendi hâlinde bir hayat yaşıyor olabilirsiniz, ama sapık duygular besliyorsanız… Ülkenin sayılı bürokratlarından biri olabilirsiniz, ama çalıyorsanız… Ülkenin en ünlü siyasetçisi olabilirsiniz, ama insanları kandırıyorsanız… Dünyanın en zengin insanlarından biri olabilirsiniz, ama insanları sömürüyorsanız… Dünyaya ve insanlığa büyük bir eser bırakmış olabilirsiniz, ama insanlık için zarar verici oldularsa… Ülkenin en popüler insanlarından biri olabilirsiniz, ama ahlâkî ve toplumsal değer yargılarını ayaklar altına alıyorsanız “Ben başarılıyım” diyebilir misiniz? Acaba bu tür başarıyı kim ister?
İnsanların çoğu, başarının tanımını ya yanlış anlar ya da yanlış yorumlar. Yanlış anlama ve yorumlama sonucunda mutsuzluklar kaçınılmaz olur ve tüm çabalar hüsranla sonuçlanır.
Vali
olmak mı, adam olmak mı?
Her
şeye rağmen, tüm insanî ve toplumsal değer yargılarını göz ardı ederek, ayaklar
altına alarak, sadece “Başarılı olmalıyım, gerisi umurumda değil” diyorsanız,
düşünce sisteminizi mutlaka ama mutlaka tekrar gözden geçirmelisiniz. Çözüm
üretme noktasında işin içinden çıkamıyorsanız, acilen insanî değerlere sahip,
modelleyebileceğiniz veya bilgi, tecrübe, deneyim ve meslekî otoritesine
güvendiğiniz birinden yardım almalısınız.
Maalesef
bazı anne babalar, “Benim çocuğum doktor/mühendis/sanatçı olacak” gibi
cümlelerle çocuklarına, kendilerine göre başarı için kafasına birer gözlük
takılmış yarış atı muamelesi yapıyorlar. Tamam, senin çocuğun meslek sahibi
olacak, ama insanî değerlere sahip olacak mı? Yani adam olacak mı? Burada birçoğunuzun
bildiğini düşündüğüm bir hikâyeyi hatırlatmakta yarar görüyorum:
Eski zamanlarda, adamın
birinin haylaz mı haylaz bir oğlu varmış. Bu adam, oğlunun yaşantısına bakarak onun
geleceği için kaygılanıyormuş. Yaptığı işlerin yanlışlıklarını gördükçe sürekli
ikazlarda bulunuyormuş. Ama nafile! Oğlu yine bildiğini okuyor, hatalı tavır ve
davranışlarına devam ediyormuş.
Adam oğlunun olumsuz
düşünce ve davranışlarını gördükçe onu uyarıyor, baş edemediğinde de üzülerek,
“Oğlum, senden adam olmaz” diyormuş. Bu ikazları yıllarca sürmüş. Oğlu ise
babasının sözünü hiçbir zaman dinlememiş ve bir gün haber bile vermeden evi
terk etmiş, bir daha da dönmemiş. Ne aramış, ne sormuş, ne de haber vermiş.
Gidiş, o gidiş…
Evlât bu, kolay unutulur mu?
Adam günlerce düşünmüş, araştırmış, ama nafile! Oğlundan haber yokmuş. Sonunda
umudunu kesmiş ve hayatına devam etmiş. Aradan yıllar geçmiş ve adam iyice
yaşlanmış. Kendi işini yapamayacak, hatta yolda yürüyemeyecek hâle gelmiş. Bu
şekilde günlerini geçirmeye devam etmiş. Bir gün evinde otururken iki asker
kapıyı çalmış. “Sen falanca mısın?” dediklerinde, “Evet evlâdım, benim!”
cevabını vermiş. Bunun üzerine askerler, “Vali, seni makâmına istiyor. Hemen
bizimle geleceksin!” demişler ve adamı karga tulumba sürüklemeye başlamışlar.
Yaşlı adam “Evlâdım,
hazırlanayım. Valinin huzuruna çıkacağım, bu şekilde gelinmez” dediyse de
askerler dinlememişler: “Valimiz emir verdi, ‘Çabuk o adamı huzuruma getirin’
dedi…”
Vali, yaşlı adama, “Moruk,
beni tanıdın mı?” diye bağırmış. Yaşlı adam yara bere içinde başını kaldırarak
valiye bakıp, “Hayır evlâdım, tanıyamadım” demiş. Vali kızarak, “Ben evlât
değilim, valiyim” demiş, “Ben var ya ben, senin beğenmediğin ve yıllarca ‘Adam
olmaz’ dediğin oğlunum! İşte ben, oyum! Sen bana yıllarca, ‘Oğlum, senden adam
olmaz’ dedin, ama bak, ben okudum ve vali oldum”.
Yaşlı adam zorla
doğrularak, vali makâmında oturan oğluna acıyan gözlerle bakıp, “Oğlum, ben
sana ‘Vali olamazsın’ demedim, ‘Adam olamazsın’ dedim. Okumuş, vali olmuş, ama hâlâ
adam olamamışsın! Eğer adam olsaydın, yolda bile yürüyemeyen, kendi işini dahi
yapamaz hâle gelmiş babanı karga tulumba, sürükleterek ayaklarına kadar
getirtmezdin” demiş.
Evet,
istediğimiz şey makam, mevki, para gibi maddesel değerler mi? Yoksa adam olmak
mı? Kuru kuruya ve salt maddesel değerler için çalışmak, sadece çokpara
kazanmak, toplumsal ve evrensel ahlâk kurallarını hiçe sayarak insanî, imanî,
millî ve kültürel değerlerinden uzaklaşarak bir şeyler elde etmek, başarı
değildir!
İsteğimiz; kendini tanıyan, potansiyel gücünü kullanabilen, değerinin ve değerlerinin farkında olan, ayakları üzerinde durabilen, yaşamının dümenini elinde tutabilen, yaptığı işi severek, mutlulukla ve istekle yapan, bir işte istediği olmadı diye hayata küsmeyen ve yeni yollar deneyen, yaptığı işte başarılı olan, hayata olumlu bakarak güzellikleri yaşayabilen ve yaşatan, doğru kararlar verebilen, bu kararları uygulayabilen, sosyal hayatta varlığını hisseden ve hissettiren, iletişim becerileri gelişmiş, sadece bir meslekte en iyi olan değil, hayatın içinde en iyi olan, aile içi iletişimi en üst seviyede olan, önce değer olan ve değer oluşturan, dürüst, onurlu, inançlı ve bilen, bilgisini kullanabilen, yüreğinde sevgi ve insanlık olan, ürettiği değerleri kendisi, ailesi, çevresi, ülkesi, insanlık ve yeni kuşaklar için kullanabilen, kazandığı parayı helâl yollardan kazanan ve yaşayan insanların her alanda artmasıdır.