Başakşehir-PSG maçı ve ırkçılığa dair

Avrupa’da gazeteler ırkçılık karşıtı manşetler attılar. Yani olaya topyekûn bir tepki gösterildi. Ama insanın aklına geliyor ki, acaba hakem Fransız veya İngiliz olsaydı, AB kamuoyu yine aynı tepkiyi mi verirdi? Yoksa hakemin niyetinin ırkçılık olmadığı belirtilip olayın abartıldığı mı söylenirdi?

IRKÇILIK, tarihinin farklı dönemlerinde insanlığa çok derin acılar yaşattı. Vicdanî ve insanî değerler açısından bir hastalık olsa da bazısı, bu hastalığı hayatının gâyesi hâline getirebiliyor. Hattâ tarih, bu hastalığı doktrine ederek bir ideal diye topluma sunanları da gördü. Zaman zaman etkili propaganda yöntemleriyle bu patolojik doktrinler geniş kitlelerce desteklendi.  

Irkçı düşüncelere sahip insanlar, insanî ve vicdanî değerlere göre hareket etme ya da bu ilkelere göre olay, olgu ve fikirleri değerlendirmek yerine, onları “kendi” ve “öteki” diye iki temel grupta sınıflandırırlar.

Kendi gruplarına olabildiğince idealist ve olumlu anlamlar yüklerken, kendisi dışında kalan gruplara önyargılı ve düşmanca duygular içeren anlamlar yüklerler. Kendi gruplarının üstün olduğunu ve diğer grupların kendi gruplarına boyun eğmesi gerektiğini düşündüklerinden, “öteki” diye tanımladıkları gruplara insanî ve vicdanî olmayan her türden uygulamayı, hattâ vahşeti meşru görürler. Bu amaçla ten renginden dolayı insanları ikinci sınıf vatandaş olarak görebildikleri gibi, kendi ırklarından olmayanlara işkenceyi reva görürler.

ABD’de Afro-Amerikalılara yapılanlar, Bosna’da, Myanmar’da, Filistin’de Müslümanlara yapılanlar, Nazi Almanya’sının faşizan eylemleri hep bu tür bir psikolojinin sonucu ortaya çıkan eylemlerdir.  Hemen hemen her toplumda böyle düşünebilen birey ve gruplar vardır. Önemli olan, bu grupların toplumun temel düşünce yapısını domine etmemesidir. Çünkü böyle bir durum toplumu hasta eder. O toplum içerisinde bulunan ve “öteki” diye tanımlanan gruplara karşı insanî ve vicdanî olmayan davranışlar meşru görülmeye başlanır. Üstelik bu davranışlar, davranışı ortaya koyanlar tarafından kutsanır.

Irkçılığın kitleselleşmesi vahim sonuçlar doğurur

Bu noktada önemli bir hususa değinmekte fayda var: Irkçılık, kitleselleştiğinde çok büyük bir yıkıma sebep olur. Bu nedenle ırkçılığın kitleyle ve kitle psikolojisi ile yakından ilgisi vardır.

Kitlenin kendi rûhunu kazanabilmesi için bireylerin kitle içerisinde erimeleri, bireysel özelliklerinin silikleşerek kitleyi doktrine eden düşünce etrafında tek bir varlığa bürünmeleri gerekir. Böyle olduğunda bireyler muhasebe yeteneğini çabuk kaybedeceğinden, insanî ve vicdanî değerler bir kenara atılır.  

Bireysel özelliklerin kaybolması ve bireysel düşüncenin silikleşmesi kitleleri telkine yatkın hâle getireceğinden, kitle içerisinde yer alanları ikna etmek kolaylaşır. Bireysel özelliklerin silikleşmesi, aynı zamanda otokontrol mekanizmalarının da ortadan kalkması anlamına geldiğinden, kitleye katılanlar, duygusal histelerilere çabuk kapılırlar. Kitlelerin bir diğer özelliği, eylem olarak şiddete yönelmeleri ve çözüm yolu olarak şiddeti görmeleridir. Bu nedenle kitleler, çok çabuk duygu kabarmaları yaşayacaklarından hemen eyleme geçmek isterler ve eylem olarak şiddeti tercih ederler. Bu da fazlasıyla yıkıcı olur. Yani kitlelerin eylemlerini bir tür linçe dönüştürür.

Hemen hemen her düşünce ya da aidiyet etrafında kitlelerin oluşması mümkündür. Ama en güçlü kitleler, ırk temelli kitlelerdir. Dolayısıyla ırk temelli bir kitlenin yıkıcılığı ve vereceği tahribat çok vahim boyutlara ulaşır.

Irkçılık hep var oldu

Irkçılığın tarih içerisinde farklı formlarda ortaya çıktığını görmekteyiz. Bir ayrımcılık olduğu gerçeğinden hareketle, ırkçılığın kökenini köleliğe dayandırmak mümkün. Çok önceleri toplumlar savaşlarda esir aldıkları kişileri köleleştiriyor, bu insanları insanlık dışı muamelelere tâbi tutuyorlardı. Üstelik bunu toplum düzeninin devamı için şart görüyorlardı. Burada ırk temelli bir ayrım yoktu. Ama insana insanlık dışı muameleyi meşru görme durumu vardı. Tıpkı ırkçılıkta olduğu gibi...

Kölelik düzeni zaman içerisinde sömürge düzenine dönüştüğünde, ayrımcılık ırk temellerine dayandırılmaya başlandı. Amerika kıtası keşfedilip sömürge hâline getirildiğinde, Beyaz insanın üstün insan olduğu fikri doğdu. Bu fikir, Afro-Amerikalıların köleleştirilmesini ve Amerika’da yaşayan Kızılderili ve diğer yerlilerin vahşice katledilmeleri sonucunu doğurdu. Hattâ Beyaz insanın yani Avrupa insanının neden üstün insan olduğunu anlatan kitaplar yazıldı, yayınlar yapıldı.

Kölelik sona erdiğinde ırkçı yaklaşımlar da form değiştirdi. Kimi zaman ten rengi üzerinden, kimi zamansa etnisiteden üzerinden kendisini her zaman var etti.

Olayın öznesi Fransız veya İngiliz olsaydı tepkiler aynı mı olurdu?

Irkçılığın son örneği, geçtiğimiz Salı günü oynanan Başakşehir-Paris Saint Germain Şampiyonlar Ligi karşılaşmasında ortaya çıktı.

Maçın dördüncü hakemi, temsilcimizin Yardımcı Antrenörü Pierre Webo’ya ırkçı bir söylemde bulundu. Hakem her ne kadar ırkçı bir niyet taşımadığını söylese de hem temsilcimiz, hem de Fransız ekibi sahayı terk etti. Karşılaşma ertelendi. UEFA soruşturma açtı.

Dördüncü hakemin bağlı olduğu Romanya Futbol Federasyonu, UEFA soruşturmasının sonucunu bekleyeceğini ve sonuca göre adım atacağını açıkladı. 

Avrupa’da gazeteler ırkçılık karşıtı manşetler attılar. Yani olaya topyekûn bir tepki gösterildi. Ama insanın aklına geliyor ki, acaba hakem Fransız veya İngiliz olsaydı, AB kamuoyu yine aynı tepkiyi mi verirdi? Yoksa hakemin niyetinin ırkçılık olmadığı belirtilip olayın abartıldığı mı söylenirdi?