IRKÇILIK, tarihinin farklı
dönemlerinde insanlığa çok derin acılar yaşattı. Vicdanî ve insanî değerler
açısından bir hastalık olsa da bazısı, bu hastalığı hayatının gâyesi hâline
getirebiliyor. Hattâ tarih, bu hastalığı doktrine ederek bir ideal diye topluma
sunanları da gördü. Zaman zaman etkili propaganda yöntemleriyle bu patolojik
doktrinler geniş kitlelerce desteklendi.
Irkçı
düşüncelere sahip insanlar, insanî ve vicdanî değerlere göre hareket etme ya da
bu ilkelere göre olay, olgu ve fikirleri değerlendirmek yerine, onları “kendi”
ve “öteki” diye iki temel grupta sınıflandırırlar.
Kendi
gruplarına olabildiğince idealist ve olumlu anlamlar yüklerken, kendisi dışında
kalan gruplara önyargılı ve düşmanca duygular içeren anlamlar yüklerler. Kendi
gruplarının üstün olduğunu ve diğer grupların kendi gruplarına boyun eğmesi
gerektiğini düşündüklerinden, “öteki” diye tanımladıkları gruplara insanî ve
vicdanî olmayan her türden uygulamayı, hattâ vahşeti meşru görürler. Bu amaçla
ten renginden dolayı insanları ikinci sınıf vatandaş olarak görebildikleri gibi,
kendi ırklarından olmayanlara işkenceyi reva görürler.
ABD’de
Afro-Amerikalılara yapılanlar, Bosna’da, Myanmar’da, Filistin’de Müslümanlara
yapılanlar, Nazi Almanya’sının faşizan eylemleri hep bu tür bir psikolojinin
sonucu ortaya çıkan eylemlerdir. Hemen
hemen her toplumda böyle düşünebilen birey ve gruplar vardır. Önemli olan, bu grupların
toplumun temel düşünce yapısını domine etmemesidir. Çünkü böyle bir durum toplumu
hasta eder. O toplum içerisinde bulunan ve “öteki” diye tanımlanan gruplara
karşı insanî ve vicdanî olmayan davranışlar meşru görülmeye başlanır. Üstelik
bu davranışlar, davranışı ortaya koyanlar tarafından kutsanır.
Irkçılığın
kitleselleşmesi vahim sonuçlar doğurur
Bu
noktada önemli bir hususa değinmekte fayda var: Irkçılık, kitleselleştiğinde
çok büyük bir yıkıma sebep olur. Bu nedenle ırkçılığın kitleyle ve kitle
psikolojisi ile yakından ilgisi vardır.
Kitlenin
kendi rûhunu kazanabilmesi için bireylerin kitle içerisinde erimeleri, bireysel
özelliklerinin silikleşerek kitleyi doktrine eden düşünce etrafında tek bir
varlığa bürünmeleri gerekir. Böyle olduğunda bireyler muhasebe yeteneğini çabuk
kaybedeceğinden, insanî ve vicdanî değerler bir kenara atılır.
Bireysel
özelliklerin kaybolması ve bireysel düşüncenin silikleşmesi kitleleri telkine
yatkın hâle getireceğinden, kitle içerisinde yer alanları ikna etmek kolaylaşır.
Bireysel özelliklerin silikleşmesi, aynı zamanda otokontrol mekanizmalarının da
ortadan kalkması anlamına geldiğinden, kitleye katılanlar, duygusal
histelerilere çabuk kapılırlar. Kitlelerin bir diğer özelliği, eylem olarak
şiddete yönelmeleri ve çözüm yolu olarak şiddeti görmeleridir. Bu nedenle
kitleler, çok çabuk duygu kabarmaları yaşayacaklarından hemen eyleme geçmek
isterler ve eylem olarak şiddeti tercih ederler. Bu da fazlasıyla yıkıcı olur.
Yani kitlelerin eylemlerini bir tür linçe dönüştürür.
Hemen
hemen her düşünce ya da aidiyet etrafında kitlelerin oluşması mümkündür. Ama en
güçlü kitleler, ırk temelli kitlelerdir. Dolayısıyla ırk temelli bir kitlenin
yıkıcılığı ve vereceği tahribat çok vahim boyutlara ulaşır.
Irkçılık
hep var oldu
Irkçılığın
tarih içerisinde farklı formlarda ortaya çıktığını görmekteyiz. Bir ayrımcılık
olduğu gerçeğinden hareketle, ırkçılığın kökenini köleliğe dayandırmak mümkün.
Çok önceleri toplumlar savaşlarda esir aldıkları kişileri köleleştiriyor, bu
insanları insanlık dışı muamelelere tâbi tutuyorlardı. Üstelik bunu toplum düzeninin
devamı için şart görüyorlardı. Burada ırk temelli bir ayrım yoktu. Ama insana
insanlık dışı muameleyi meşru görme durumu vardı. Tıpkı ırkçılıkta olduğu gibi...
Kölelik
düzeni zaman içerisinde sömürge düzenine dönüştüğünde, ayrımcılık ırk
temellerine dayandırılmaya başlandı. Amerika kıtası keşfedilip sömürge hâline
getirildiğinde, Beyaz insanın üstün insan olduğu fikri doğdu. Bu fikir, Afro-Amerikalıların
köleleştirilmesini ve Amerika’da yaşayan Kızılderili ve diğer yerlilerin
vahşice katledilmeleri sonucunu doğurdu. Hattâ Beyaz insanın yani Avrupa
insanının neden üstün insan olduğunu anlatan kitaplar yazıldı, yayınlar
yapıldı.
Kölelik
sona erdiğinde ırkçı yaklaşımlar da form değiştirdi. Kimi zaman ten rengi
üzerinden, kimi zamansa etnisiteden üzerinden kendisini her zaman var etti.
Olayın
öznesi Fransız veya İngiliz olsaydı tepkiler aynı mı olurdu?
Irkçılığın
son örneği, geçtiğimiz Salı günü oynanan Başakşehir-Paris Saint Germain
Şampiyonlar Ligi karşılaşmasında ortaya çıktı.
Maçın
dördüncü hakemi, temsilcimizin Yardımcı Antrenörü Pierre Webo’ya ırkçı bir
söylemde bulundu. Hakem her ne kadar ırkçı bir niyet taşımadığını söylese de
hem temsilcimiz, hem de Fransız ekibi sahayı terk etti. Karşılaşma ertelendi.
UEFA soruşturma açtı.
Dördüncü
hakemin bağlı olduğu Romanya Futbol Federasyonu, UEFA soruşturmasının sonucunu
bekleyeceğini ve sonuca göre adım atacağını açıkladı.
Avrupa’da gazeteler ırkçılık karşıtı manşetler attılar. Yani olaya topyekûn bir tepki gösterildi. Ama insanın aklına geliyor ki, acaba hakem Fransız veya İngiliz olsaydı, AB kamuoyu yine aynı tepkiyi mi verirdi? Yoksa hakemin niyetinin ırkçılık olmadığı belirtilip olayın abartıldığı mı söylenirdi?