Baş yiğitler diyarı Çanakkale

“Ey gözümün nuru Hasan’ım, köyümüzde rahat rahat oturalım mı? Vatan sevgisi içimizde alev alev yanıyor. Sen ecdadından, babandan aşağı kalamazsın. Ben senin anan isem, beni ve seni Allah yarattı, vatan büyüttü. Allah bu vatan için seni besledi. Bu vatanın ekmeği iliklerinde duruyor. Sen bu ailenin seçilmiş bir kurbanısın…”

“ÖVÜN ey Çanakkale, cihan durdukça övün!/ Ömründe göstermedin bin düşmana bir düğün./ Sen bir büyük milletin savaşa girdiği gün/ Başına yüz milletin üşüştüğü yersin…” (Faruk Nafık Çamlıbel)

Çanakkale vatan ve millet aşkının manen ve madden şekil bulduğu, her yanı şehit kanlarıyla bürünen aziz topraklardan oluşan bir Anadolu diyarı, yürekleri imanla atarak tek bir vücut olmuş yiğitler toprağıdır.

Çanakkale, güçlü birlik ve beraberliğimizin eşsiz bir sahnesi, sarsılmaz cesaretimizin simgesi olmuştur. Su mataralarının kanlarla dolduğu, yokluğun havada buram buram savrulduğu, bir pabuca bile muhtaç olunduğu anlarda zalimlere karşı verilen bu muazzam dersin ibretli bir soluğu olmuştur.

250 binden fazla vatan evlâdının şehitlik mertebesine eriştiği, binlerce zaliminse yerin dibine gömüldüğü bir buhran meydanıdır Çanakkale. Binlerce canla beraber binlerce hayâl ve ümidin de yittiği, vatanın bekâsı için canını ve cananını bırakanların kederli ve hüzünlü bir ânıdır bu aziz topraklar.

Dillerde “Allah” (cc) nidasının, gönüllerde ise “Muhammed Mustafa” (sav) deryasının olduğu, şehitlik mertebesine korkmadan, cesur bir şekilde koşanların dimdik ayakta durduğu bir vatan muhafazasıdır bu yiğitler diyarı.

Kınalı kuzuların bir bir vatan uğruna kurban olduğu, açlığın ve sefaletin gözlerden okunduğu, yokluk içinde bir varlığın ebediyet bulduğu bir diyardır Çanakkale.

Kıymetli okuyucularımız, Çanakkale Destanı’nı ele aldığımız bu yazımızda cephedeki iki askerin duygu dolu mektuplarına yer vereceğiz.

Binlerce kelâm edildi bu unutulmaz destan için, sayfalarca şiir yazıldı, yüzlerce kitaplar ele alındı, hatta filmler bile çekildi bu vatan muhaberesi için. Belki bu yapılanlar arasında zerre olarak kalacak bu kelâmımız, ama onları hayırla yâd etmek, bu topraklar için verdikleri mücadeleyi okuyup idrak etmek ve yeni nesillere bu hakikatleri iletmek adına elimizden geleni yapmamız gerektiğini düşünmekteyim. Tarihe canıyla, kanıyla ve sarsılmaz imanıyla imzasını atan bu yiğitlerin mücadelesi, merhum Mehmet Akif Ersoy’un da ifade ettiği gibi pek şanlı idi: “Ey bu topraklar için toprağa düşmüş asker!/ Gökten ecdad inerek öpse o pak alnı, değer./ Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhid’i,/ Bedr’in arslanları ancak bu kadar şanlı idi.”

Bu şanlı askerlerden ikisinin hikâyesinin yazılı olduğu mektuplarla yazımıza devam ediyoruz. Bu hazin mektuplardan biri şefkat ve merhamet abidesi bir anneden evlâdına yazılmışken, bir diğeri de cephede şehit düşen bir babanın kızına yazmış olduğu duygu dolu kelâmlardan oluşmaktadır. Bu özel mektupları Derin Tarih dergisinin özel bir sayısının yanında okuyucularına hediye olarak takdim edilen “Çanakkale’den Mektuplar” adlı kitaptan aktardığımızı da ifade etmek isteriz.

Kınalı Hasan

İlk mektubumuz, anne Hatice Hanım’ın Kınalı Hasan’ına yazdığı mektup.

Düşman kuvvetlerinin Anadolu’ya akın akın gelmesiyle birlikte Çanakkale köylerinden her gün yüzlerce genç savaşa katılmak üzere birliklerde toplanmaktadır. Acemi askerlerin eğitim ve teçhizatı tamamlandıktan sonra cepheye gönderilmektedir. Yüzbaşı Sırrı Bey, ikindi vakti yeni gelen erleri teftiş ederken, içlerinde bir tanesinin saçının bir tarafının kınalanmış olduğunu görür ve o askere takılır: “Hiç erkek kınalanır mı?”

Mehmetçik, “Buraya gelmeden evvel anam kınalamıştı komutanım” der ve sebebini bilmediğini ilâve eder. Komutanın isteği üzerine anasına yazdığı mektupta, “Niye benim saçımı kınaladın?” diye sorar. Gelen cevabî mektupta ise şunlar yazılıdır:

“Ey gözümün nuru Hasan’ım, köyümüzde rahat rahat oturalım mı? Vatan sevgisi içimizde alev alev yanıyor. Sen ecdadından, babandan aşağı kalamazsın. Ben senin anan isem, beni ve seni Allah yarattı, vatan büyüttü. Allah bu vatan için seni besledi. Bu vatanın ekmeği iliklerinde duruyor. Sen bu ailenin seçilmiş bir kurbanısın.

Hasan’ım, söyle zabit efendiye, bizim köyde kurbanlık ayrılan koyunlar kınalanır. Ben de seni evlâtlarımın arasından vatana kurban adadım. Onun için saçını kınalamıştım. Allah’ın hükmüyle, Allah, seni İsmail Peygamber’in yolundan ayırmasın. Seni melekler şimdiden rahmetle anacaktır. Gözlerinden öperim./ Annen Hatice…”

Kınalı Hasan, bu güzel vatana adanmış bir adaktır. Cephede savaşır, sonra yaralanır ve geriye alınır. Cephenin hemen gerisinde, Kocadere köyündeki sargı yerine getirilir. Fakat Kınalı Hasan, tedavi görmeden ruhunu teslim etmiştir. Diğer şehit olanlarla birlikte Hasan’ın da kimlik tespiti yapılıp köy mezarlığına gömülecektir. Bu işlerle görevli zabit namzedi (subay adayı) Mehmet Efendi, Kınalı Hasan’ın üzerini arar, anasının mektubunu ve bir de tamamlanmamış bir şiir karalamasını bulur: “Anam yakmış kınayı adak diye,/ Ben de vatan için kurban doğmuşum./ Anamdan Allah’a son bir hediye/ Kumandanım, ben İsmail doğmuşum...”

“İki gözüm, kızım”

İkinci mektubumuz, bahsettiğimiz üzere, şehit bir babanın çok sevdiği kız evlâdına duygu yüklü ve özlem tüten mektubu. Okurken her bir kelâmında gözleriniz dolacak mahiyette…

“Hû!

Kızım Nuriye Küçük Hanım’a mahsustur.

Benim Sevgili Kızım, evvelâ iki gözünden öperim. Seni çok göreceğim gelmiştir lâkin askerlik engel oluyor da görüşemiyoruz. Bunun çaresi nedir kızım? Bunun çaresi Cenab-ı Hakk’a tevekkül olup da sabretmektir. Ben sizi, siz de beni Cenab-ı Hakk’a emanet edelim; elimizden geldiği kadar mektupları sık sık gönderelim. Birbirimize duada kusur etmeyelim. Şimdilik sana elbise almak üzere dedenize 310 kuruş gönderdim ama elinizden geldiği kadar paraları muhafaza edip sarf etmeyiniz. İleride bu paralar çok itibarlı olacaktır. Hatta aynı aynına yüzü yüz kuruşa kadar itibar bulacaktır. Malûmatınız olsun.

Kızım, niçin mektup göndermiyorsunuz? Zannedersem darıldınız. Canım kızım, mektup gönder, neden darıldığını mektupta yaz ki ben de anlayayım, göreyim. Darıldığınız doğru mu? Bizim tarlalardan ne kadar arpa hâsıl olduğunu yazmadınız. Uşaklar Kars’a gittiler, ne götürdüler ve ne kadar kazandılar veyahut kayıp mı ettiler, yazmadınız. Ben bunlar için size darılacak yerde siz mi bana darılıyorsunuz?

Komşulardan kim kalmıştır? Mehmet Efendi tohum verdi mi? Ne kadar verdi ise bir tarafa yazınız. Kış için ne kadar un ve ne kadar bulgur ve yarma yaptınız? İnşallah bu sene idareniz iyicedir. Bizim binek atının tayı var mıdır? Ve sen de meme emiyor musun?

Teyzenize çok selâm söyle, sana güzel baksın. Valideniz namaz kılıyor mu? Şayet kılmaz ise bu tarafa yazarsınız. O vakit icabına bakarız.

Bakî Hudâ’ya emanet olasınız. İki gözüm, kızım...”