Bariyerci başı

Gönülleri kazanmaya bakmak lâzım. Bariyerlerin kalkması için gönüllerin fethi gerek. Gönüllerin fethi için de iyilik, güzellik gerek. İyiliğe muhtaç olan insan adedince, hatta belki daha fazla iyilik etmeye muhtacız. Dileyelim ki, iyilik edebilmek için fırsatlarımız olsun. Hem dönemsel, hem de nihaî noktadaki isteklerimize böylece ulaşabilelim...

HAYATIN püf noktasının karşılıklı gereklilik olduğunu anladım: “Ben sana lâzımım, sen bana lâzımsın!” Cehalete düşüp kibir ve bencillik yaptığımda yalnızlaşıyor, hem bu dünyamı, hem de âhiretimi tehlikeye sokuyorum. Hayat denkleminde Yaratıcı yokmuş gibi işlem yapınca sonuç çıkmaza, kısır döngüye, girdaba, anlamsızlığa âdeta saplanıp kalıyor.

Bu düşüncelere nereden geldim? Kendisi yiyip içemeyen, tuvalet, banyo ihtiyacını karşılayamayan, yatağında öylece yatıp duran bir kişinin varlık sebebini anlamaya çalışırken…

Allah, yatalak hasta ve ağır engelli birinden haberdar değil midir acaba? Elbette haberdardır! İslâm inancına göre bunun tartışması bile olmaz. Peki, niçin iyileştirip çoğunluktakiler gibi sağlıklı bir hâle getirmez? O hastanın veya ona bakanların -hâşâ- işkence çekmelerini mi ister acaba?

Ağır otistik, zihinsel engelli insanları, yaşlıları düşünün (bunu daha da genişletmek mümkün)… Yolda adres bilmeye ihtiyaç duyuyor, soracak birini arıyorsunuz. Sorduğunuz kişi size kaba davranıyor. Kuyrukta, sırada beklerken biri önden geçip gidiyor. Çok acil bir durumunuz var ve sıra size gelene kadar iş işten geçmiş olacak… Siz müşterisiniz, esnaftan bir şeyler alacaksınız yahut esnaf, geçimini temin etmek için size bir şeyler satacak… Hâsılı, şu veya bu şekilde birbirimize ihtiyaç duyuyoruz.  

Ben âlim değilim. Hele ârif hiç değilim. Bunlarla beraber, gönlümden geçeni, sezgilerimi de size takdim etmek istiyorum. Gönlüm diyor ki, “Muhtaç olan kişi, muhtaç olunan kişinin bariyerci başıdır”. “Bariyerci başı” ifadesinden kastım, hani bir siteye, bir kuruluşa girmek istersiniz de bariyeri kaldırmazlarsa giremezsiniz ya, odur.

Diyelim ki bir vali, bir paşa, bir bakan bir mekâna girmek istedi. O bariyeri kaldırmakla görevli kişi bariyeri kaldırmazsa, normal yollardan o mekâna girilebilir mi? Tabiî ki giremez. Bu kadar üst yetkili, eğer bariyerci başı bariyeri kaldırmayınca içeri giremiyorsa, o hâlde bariyerci başının makâmı bakandan, validen, paşadan, genel müdürden daha mı yüksek? Tabiî ki hayır! Karşılıklı gereklilik icabı, o üst makamlardakilerin bariyerci başına ihtiyacı olması demek, o kadar!

Bir işadamının, yanındaki çaycının çayına ihtiyaç duyması, çaycının makâmının daha yukarıda olduğunu göstermez. Şunu da bu arada belirteyim: Dikkat edilirse, “makâmının üstünlüğü” ifadesini kullanıyorum. Şahısların/insanların birbirlerinden üstünlüğü söz konusu olamaz. Bizim medeniyetimize göre takva sahipleri üstündür ve onu da ancak Allah bilir. O yüzden biz insanların birbirine üstünlük havası atması abesle iştigaldir.

Karşılıklı gereklilik meselesinin manevî boyutunu ilmimle açıklamak istemiyorum; zaten ilmim de ona elverişli değil. Yani oturup, araştırma yapıp birtakım bilgilerle gerekçelendirmek derdim değil. Eğer gerekçelendirenler varsa elbette saygı duyarım ve okumak da isterim. Bence siz de gönlünüzle olaya baksanız daha çok mutlu olurum. Şimdi ben gönlüme dönmek ve oradakileri size arz etmek istiyorum.

Biri bana bir iyilik ettiği zaman içim coşuyor, içimdeki minnet duygusunun gereğiyle onun için bir şeyler yapmak istiyorum. Fakat iyilik yapan kişi zenginse, onu daha çok zengin yapacak param yok; üst makamdaysa, onu daha üst makama getirecek iktidarım yok; sağlığını daha da sağlıklı yapacak kudretim yok. Belki güzel sözlerle mutlu edebilirim. Ama eminim ki o, benden önce de birçok insandan benim söyleyebileceğim minnet ve şükran sözleri duymuştur, hatta alışmıştır bile. Bu yüzden ben, o insana teşekkür edememe çaresizliği yaşıyorum.

Rastlamışsınızdır; yaşlılar, köylüler, engelliler kendileri açısından en değerli eşyalarını, ürünlerini vermek isterler. Pek çok köylünün kümesindeki tavuğu getirip canlı canlı şehirdeki doktora hediye ettiğini gözlemledim.

Öte yandan iyilik eden insanın durumu… Hiç de mecbur olmadığı hâlde iyilik ediyor, iyi davranıyor, iyi düşünüyor, iyi niyetli… Hatta bu iyi hâlinin -yeri geliyor- ağır bedellerini de ödüyor. Düşünsenize, hak hukuk dinlemeden, insanlık minsanlık demeden ortalığı kasıp kavuran ve hırsıyla yok edenlerle bir mi olacak, eşit sonuçlarla mı karşılaşacaklar yani? Bir memuru düşünün, önüne gelen vatandaşa güler yüz gösteriyor, rüşvet, kayırma, imtiyaz demeden vazifesini yapıyor. Fakat çocukları, eşi, tatil, özel okul filan nedir, bilmiyor. Şimdi her ikisinin durumu aynı mı olacak? Gönlüm buna razı gelmiyor.

Hele bana biri eziyet etmiş, “Bugün git, yarın gel!” demiş, öteki sanki memleleketin en itibarlı adamı imişim gibi bana kusursuz hizmet sunmuş… Her ikisinin de akıbeti aynı mı olsun? Benim gönlüm buna razı değil. İşte tam burada işin püf noktası şu: Bir yanda hiçbir karşılık alamayacağını bile bile iyi işler yapan ve iyi olan biri, diğer yanda bu iyiliğe istese de teşekkür etmekten aciz biri ve her ikisinin bu durumlarından haberdar olan Allah…

İnsanların hem dönemsel olarak, hem de nihaî noktada ulaşmak istedikleri seviyeler vardır. Bir ortaokuldan sonra iyi bir liseyi kazanmak isteriz. Bir liseden sonra iyi bir üniversiteyi kazanmak, iyi bir işe girmek, iyi bir eşle tanışıp iyi bir aile kurmak isteriz. Tabiî bu zincirin halkalarını uzatmak mümkün. Peki, nihaî noktada ne isteriz? İnançlara göre değişen istekler olabilir ama nihaî noktada sonsuza kadar iyi, mutlu, huzurlu bir şekilde var olmak isteriz. Bunun adına biz Müslümanlar “Cennet” diyoruz. Bir başka ifadeyle nihaî noktada Cennet istiyor, Yûnus gibi kıymetli şahsiyetlerse Cennet’le de yetinmiyor, Allah’ın Cemalini görmek istiyorlar.

Kendi kavramsallaştırmamıza dönersek… İster dönemsel olsun, ister nihaî noktada, “iyi bir lise”, “iyi bir üniversite”, “iyi bir iş”, “iyi bir eş”, “Cennet” veya “Allah’ın Cemali”ni isteyen her bir kişi, bir bariyeri geçip bir siteye veya bir alana girmeye çalışıyor veya en azından girmeyi arzu ediyor. Peki, girmek istediğimiz bu alanın bariyerci başı kim? Alanın malikinin kim olduğunu söylemeye bile gerek duymadan, O’nun “Rabbü’l-Âlemin” olduğunu biliriz.

Bariyerci başına gelince...

Bariyerci başı var ya, hani o kendisine iyilik yapılan, kendisi mutlu edilen, yapılan iyilik ve güzellikler karşısında nasıl teşekkür edeceğini bilemeyen muhtaç olup bazen adres soran, bazen yardım isteyen, bazen hasta veya yatalak hâlde yatağında bir su bekleyen, yaşlanıp bir bayram ziyareti bekleyen, gurbette olup bir hâl hatır sorma, bir yarasının sarılmasını bekleyen yani kendisine muhtaç olunan var ya, o kişidir işte!

İşte o kişi bariyerci başıdır!

Yukarıda da söylediğimiz gibi, siteye yani bariyerle girilen sahaya girmek isteyenden daha üst bir makamda değil, ama bariyerin düğmesini kendisine vermişler. O bariyeri kaldırınca içeri girebiliyorsun. Kaldırmazsa giremiyorsun. Bariyerci başının kendisi de sorgusuz sualsiz bariyeri geçemez. O da başka bir bariyerci başının bariyerleri kaldırmasına muhtaç. Meselâ bir kişi, iyilik niyetiyle birine 100 TL verir, kendisine 100 TL verilen de çok memnun olur. Sonuçta 100 TL verilen, o kadar para kazanmış olur. Ama ona bu iyiliği yapan, bariyerin kalkmasıyla beraber, karşılığında cennet alır.

Velhâsılıkelâm, gönülleri kazanmaya bakmak lâzım. Bariyerlerin kalkması için gönüllerin fethi gerek. Gönüllerin fethi için de iyilik, güzellik gerek. İyiliğe muhtaç olan insan adedince, hatta belki daha fazla iyilik etmeye muhtacız. Dileyelim ki, iyilik edebilmek için fırsatlarımız olsun. Hem dönemsel, hem de nihaî noktadaki isteklerimize böylece ulaşabilelim.