ÇOCUKTUM, ihtimâl henüz bülûğa ermemiştim ama rüyâ görebiliyordum.
Şayet bu sıra dışı görsel deneyim, olağanüstü bir güç yeteneği değildiyse!
Uyanır uyanmaz, sözlüye çalışan bir talebe
gibi önce rüyâmı baştan sona tekrar eder, sonrasında rahmetli anacığımın tütün
kokulu ellerine koşarak patiska eteğine otururdum.
Ben heyecanla anlatırdım, o sükûnetle
dinlerdi. Ben susunca, o başlardı söze. Söylediği her şeyin gerçekleşeceğine
inanırdım. Dedim ya “çocuktum…”
Eksile eksile bugünlere geldik
Sonradan öğrenecektim rüyâyı yorumlayanın
yaptığı işe “tevil” dendiğini…
Ne zaman mı? Bize verilen tüm nimetlerin; rüyâlarımızı
yorumlayan sevdiklerimizin, o iç içe büyüdüğümüz evimizin, koyun koyuna
yattığımız kardeşlerimizin, başımızdaki saçımızın, dizimizdeki ferin hızlıca
elimizden alındığında…
Ya yorulduğumuzdandır ya da tevil
yapacakların olmayışından olsa gerek, rüyâlarımız da bizi terk etti!
Ara sıra gördüklerimizi ise, o günün sabahında
hatırlayamaz olduk…
Şimdi “Nereden
çıktı bu rüyâ meselesi?” demeyin!
Dünyayı kasıp kavuran ve adını dahi anmak
istemediğimiz salgının başlangıç günlerinde sıklıkla gündeme gelmişti. Gelmişti
de onu yazmaya bir türlü sıra gelmemişti…
Rüyâların biyolojik içeriği, işleyişi ve sonuçları
hem bilimsel olarak hem de dinî inançlar açısından henüz tümden anlaşılmış
değildir.
Uykunun hızlı göz hareketlerinden oluşan
rüyâlar, gizemini korumaya devam ederken, insanoğlu dünden bugüne ona birtakım
mesajlar yükledi ve gördüklerini de birer “deneyim” olarak günümüze yazılı ve
sözlü olarak ulaştırmayı başardılar.
Yeri gelmişken, tıbbın babası olarak anılan ve
ün yapan İyonyalı hekim Hipokrat’ın rüyâ bilimi ilgilenmiş olduğunu
hatırlatmakta fayda var.
Bizim mahallede ise, İbn-i Haldun “haberci”
tabirî diğerle “salih rüyâlar” konusunu işleyen İslâm bilgini olarak öne çıkar.
Ona göre üç tür rüyâ vardır.[i]
Bunlardan biri, ilâhî varlığın kuşku götürmez vahyi olan, doğru ve görüldüğü
gibi çıkan “salih rüyâ”lardır ki, derhal uyanmayı zorunlu kılar ve kişide bıraktığı
derin izler sayesinde unutulamazlar.
Diğer grupta yer alan ve melekten olan “rüyâ-yı
sadıka” olarak bilinir; hatırlanması için çaba sarf edilirken aynı zamanda yorumlanmaya
muhtaç olağan rüyâlardır.
Üçüncüsü ise, şeytandan olan rüyâlardır ki, bu
rüyâların aslı faslı yoktur. Kur’ân’ı Kerîm’de[ii] “edğasü ahlam” yani “karmakarışık düşler
olarak geçer. Hiçbir faydaları olmadığından yorumlanmaları da gerekmez!
Hz. İbrâhim’den rüyâsında oğlunu kurban
etmesi,[iii]
Hz. Yûsuf’un rüyâsında on bir yıldızın, ay ve güneşin kendisine secde ettiğini
gördüğü, ileride peygamber olarak seçileceğine işaret edildiği,[iv] Buhârî’den
nakledilen Hâdîs-î Şerîf’e göre “Rüyâ
Allah’tan, hulm ise şeytandandır” buyuran Hz. Peygamber’den mûcize
göstermesini isteyenlere karşı Hudeybiye öncesinde Müslümanlarla birlikte
Mekke’ye gireceğine ilişkin gördüğü rüyâyı anlatması[v] “Salih
rüyâlar” hakkında Kur’ân-ı Kerîm’in bize sunduğu önemli delillerden sadece
birkaçıdır.
Rüyâ furyası
Birçok kültürde olduğu gibi bizim
inançlarımız arasında da yer alan ve ilâhî âleme “danışmak”, belirli bir
meseleye ilişkin cevap bulmak amacıyla eylem öncesi “istihare” yöntemine
başvurulduğunu hatırlatarak, salgının başlangıç günlerine gidelim...
İstismarcılar o kadar çoğalmıştı ki, biri “soğan”
derken, diğeri “bal ile ayva” diyordu... Birileri de çıkmış susmak nedir
bilmeden, bağışıklığı güçlendirdiği bilinen sumak için “koronavirüsü yok ediyor”
iddiâsı ile satışları patlatıyordu!
Başka bir garabet ise, WhatsApp üzerinden hızla yayılan
ve “Medine Münevvere’den gelen
vasiyetnameyi okuyun, okutun ve dağıtın!” emri ile başlayan ses dosyasıydı
ki, Medine-i Münevvere Türbe-i Şerif Hatîbi Şeyh Ahmed’den bahsediliyordu!
Böyle bir hatip ve vasiyetnâme gerçekten var mıydı? Peygamber
Efendimizin (sav) “Ya Şeyh Ahmed,
Cuma’dan Cuma’ya 16 bin kişi öldü, içlerinden bir Müslüman çıkmadı!” şeklinde
seslendiği doğru muydu?
“Ümmetimi haber eyle. Yaptıkları günahlardan tövbe ve
istiğfar etsinler. Çok yakın bir zamanda, 3 gece güneş tutulacak. 3 günden
sonra mağripten doğup, maşrığa batacak. Kur’ân-ı Kerîm insanların gözüne
gözükmeyecektir.” şeklindeki kehanetten faslıyla devam eden “Kudret kalemiyle
her kim bu vasiyetnameyi bir köyden bir köye, bir kazadan bir kazaya, bir ilden
bir ile, bir devletten bir devlete gönderirse huzur-u mahşerde günahları
affedilir. Efendimiz’i (s.a) şahsı ile görmüş olur. Kim vasiyetnameyi işitir de
yazmazsa, bir köye veya bir başka yere göndermezse, yüzü kara ola!” tehdidi
ile biten meçhul vasiyatnâmenin dipnotuna “On
beş günde yazılarak, tüm Müslümanlara gönderilmiştir” cümlesi eklenmişti
Kimi koronovirüsün tesirinden, kimi de yapılan
tehditten korkmuştu!
Garip olan ise, tüm rüyâlarda görülen aynı Peygamberdi!
Şifânın Allah'tan olduğuna inananlar, ibadetin kendi içindeki “tedbir, tevekkül,
sabır ve duâ”dan oluşan ritüellerinden haberdar olsalardı, biraz da araştırsalardı;
masumların, zalimlerin zulmü altında ezildiği bir devirde, Allah Resulü’nün
(sav), rüyâlara misafir olma ihtimali, yaşanan felaket ve savaşların, meydana
gelen deprem ve yangınların, kadınlara yönelik şiddetin ve çocuk istismarının,
içki, uyuşturucu, kumar ve zina gibi günahların en nihâyeti, salgınların bir
bıçak sırtı gibi kesilmesini sağlardı...
O hâlde bizde bir eksiklik vardı ve ne yazık ki, devam
ediyor!
Yüz yıllık bir gri propagandanın eseri olan, kimliği
belirsiz kişilerin gördüğü(!) rüyâlar, uydurma hadisler imâl edilerek yayılan
metinlerin, ses dosyalarının ve videoların sihirli muhtevâsına câzibe kattığı
muhakkak. Ama nihâi plânda yayılan hurafelerin, bir mikser gibi Müslümanlar
arasında zihin karışıklığını tetiklediği de su götürmez bir gerçek.
Hiç unutmam, elli sene evvel “Bal Tefsiri” uydurmacası
ile amaçlanan ne ise, günümüzde de o yapılmak isteniyor. Taşın altını kaldırıp
baktığımızda ise “İsrâiliyat” menşeli ravileri görürüz, daha doğrusu göremeyiz!
Göremeyiz çünkü görecek feraset ve basiret dumura uğramıştır.
Evet, besmele ile başlayıp sekine duâsını okuyalım, kurban
keselim, sadaka verelim, hatta 7 defa değil, yedi yirmi dört “Estağfurullah”
çekelim, tövbe edelim, salavat getirelim ama hurafelere inanmayalım…
İkinci dalgada bu ikaza ihtiyacımız olur mu bilmem ama
bizden hatırlatması…
Şifâ ile…