Bana rüyânı anlat, sana kim olduğunu söyleyeyim!

Yüz yıllık bir gri propagandanın eseri olan, kimliği belirsiz kişilerin gördüğü(!) rüyâlar, uydurma hadisler imâl edilerek yayılan metinlerin, ses dosyalarının ve videoların sihirli muhtevâsına câzibe kattığı muhakkak. Ama nihâi plânda yayılan hurafelerin, bir mikser gibi Müslümanlar arasında zihin karışıklığını tetiklediği de su götürmez bir gerçek.

ÇOCUKTUM, ihtimâl henüz bülûğa ermemiştim ama rüyâ görebiliyordum. Şayet bu sıra dışı görsel deneyim, olağanüstü bir güç yeteneği değildiyse!

Uyanır uyanmaz, sözlüye çalışan bir talebe gibi önce rüyâmı baştan sona tekrar eder, sonrasında rahmetli anacığımın tütün kokulu ellerine koşarak patiska eteğine otururdum.

Ben heyecanla anlatırdım, o sükûnetle dinlerdi. Ben susunca, o başlardı söze. Söylediği her şeyin gerçekleşeceğine inanırdım. Dedim ya “çocuktum…”

Eksile eksile bugünlere geldik
Sonradan öğrenecektim rüyâyı yorumlayanın yaptığı işe “tevil” dendiğini…

Ne zaman mı? Bize verilen tüm nimetlerin; rüyâlarımızı yorumlayan sevdiklerimizin, o iç içe büyüdüğümüz evimizin, koyun koyuna yattığımız kardeşlerimizin, başımızdaki saçımızın, dizimizdeki ferin hızlıca elimizden alındığında…

Ya yorulduğumuzdandır ya da tevil yapacakların olmayışından olsa gerek, rüyâlarımız da bizi terk etti!

Ara sıra gördüklerimizi ise, o günün sabahında hatırlayamaz olduk…

Şimdi “Nereden çıktı bu rüyâ meselesi?” demeyin!

Dünyayı kasıp kavuran ve adını dahi anmak istemediğimiz salgının başlangıç günlerinde sıklıkla gündeme gelmişti. Gelmişti de onu yazmaya bir türlü sıra gelmemişti…

Rüyâların biyolojik içeriği, işleyişi ve sonuçları hem bilimsel olarak hem de dinî inançlar açısından henüz tümden anlaşılmış değildir.

Uykunun hızlı göz hareketlerinden oluşan rüyâlar, gizemini korumaya devam ederken, insanoğlu dünden bugüne ona birtakım mesajlar yükledi ve gördüklerini de birer “deneyim” olarak günümüze yazılı ve sözlü olarak ulaştırmayı başardılar.

Yeri gelmişken, tıbbın babası olarak anılan ve ün yapan İyonyalı hekim Hipokrat’ın rüyâ bilimi ilgilenmiş olduğunu hatırlatmakta fayda var.

Bizim mahallede ise, İbn-i Haldun “haberci” tabirî diğerle “salih rüyâlar” konusunu işleyen İslâm bilgini olarak öne çıkar.

Ona göre üç tür rüyâ vardır.[i] Bunlardan biri, ilâhî varlığın kuşku götürmez vahyi olan, doğru ve görüldüğü gibi çıkan “salih rüyâ”lardır ki, derhal uyanmayı zorunlu kılar ve kişide bıraktığı derin izler sayesinde unutulamazlar.

Diğer grupta yer alan ve melekten olan “rüyâ-yı sadıka” olarak bilinir; hatırlanması için çaba sarf edilirken aynı zamanda yorumlanmaya muhtaç olağan rüyâlardır.

Üçüncüsü ise, şeytandan olan rüyâlardır ki, bu rüyâların aslı faslı yoktur. Kur’ân’ı Kerîm’de[ii]  “edğasü ahlam” yani “karmakarışık düşler olarak geçer. Hiçbir faydaları olmadığından yorumlanmaları da gerekmez!

Hz. İbrâhim’den rüyâsında oğlunu kurban etmesi,[iii] Hz. Yûsuf’un rüyâsında on bir yıldızın, ay ve güneşin kendisine secde ettiğini gördüğü, ileride peygamber olarak seçileceğine işaret edildiği,[iv] Buhârî’den nakledilen Hâdîs-î Şerîf’e göre “Rüyâ Allah’tan, hulm ise şeytandandır” buyuran Hz. Peygamber’den mûcize göstermesini isteyenlere karşı Hudeybiye öncesinde Müslümanlarla birlikte Mekke’ye gireceğine ilişkin gördüğü rüyâyı anlatması[v] “Salih rüyâlar” hakkında Kur’ân-ı Kerîm’in bize sunduğu önemli delillerden sadece birkaçıdır.

Rüyâ furyası

Birçok kültürde olduğu gibi bizim inançlarımız arasında da yer alan ve ilâhî âleme “danışmak”, belirli bir meseleye ilişkin cevap bulmak amacıyla eylem öncesi “istihare” yöntemine başvurulduğunu hatırlatarak, salgının başlangıç günlerine gidelim...

İstismarcılar o kadar çoğalmıştı ki, biri “soğan” derken, diğeri “bal ile ayva” diyordu... Birileri de çıkmış susmak nedir bilmeden, bağışıklığı güçlendirdiği bilinen sumak için “koronavirüsü yok ediyor” iddiâsı ile satışları patlatıyordu!

Başka bir garabet ise, WhatsApp üzerinden hızla yayılan ve “Medine Münevvere’den gelen vasiyetnameyi okuyun, okutun ve dağıtın!” emri ile başlayan ses dosyasıydı ki, Medine-i Münevvere Türbe-i Şerif Hatîbi Şeyh Ahmed’den bahsediliyordu!

Böyle bir hatip ve vasiyetnâme gerçekten var mıydı? Peygamber Efendimizin (sav) “Ya Şeyh Ahmed, Cuma’dan Cuma’ya 16 bin kişi öldü, içlerinden bir Müslüman çıkmadı!” şeklinde seslendiği doğru muydu?

“Ümmetimi haber eyle. Yaptıkları günahlardan tövbe ve istiğfar etsinler. Çok yakın bir zamanda, 3 gece güneş tutulacak. 3 günden sonra mağripten doğup, maşrığa batacak. Kur’ân-ı Kerîm insanların gözüne gözükmeyecektir.” şeklindeki kehanetten faslıyla devam eden “Kudret kalemiyle her kim bu vasiyetnameyi bir köyden bir köye, bir kazadan bir kazaya, bir ilden bir ile, bir devletten bir devlete gönderirse huzur-u mahşerde günahları affedilir. Efendimiz’i (s.a) şahsı ile görmüş olur. Kim vasiyetnameyi işitir de yazmazsa, bir köye veya bir başka yere göndermezse, yüzü kara ola!” tehdidi ile biten meçhul vasiyatnâmenin dipnotuna “On beş günde yazılarak, tüm Müslümanlara gönderilmiştir” cümlesi eklenmişti

Kimi koronovirüsün tesirinden, kimi de yapılan tehditten korkmuştu!

Garip olan ise, tüm rüyâlarda görülen aynı Peygamberdi! Şifânın Allah'tan olduğuna inananlar, ibadetin kendi içindeki “tedbir, tevekkül, sabır ve duâ”dan oluşan ritüellerinden haberdar olsalardı, biraz da araştırsalardı; masumların, zalimlerin zulmü altında ezildiği bir devirde, Allah Resulü’nün (sav), rüyâlara misafir olma ihtimali, yaşanan felaket ve savaşların, meydana gelen deprem ve yangınların, kadınlara yönelik şiddetin ve çocuk istismarının, içki, uyuşturucu, kumar ve zina gibi günahların en nihâyeti, salgınların bir bıçak sırtı gibi kesilmesini sağlardı...

O hâlde bizde bir eksiklik vardı ve ne yazık ki, devam ediyor!

Yüz yıllık bir gri propagandanın eseri olan, kimliği belirsiz kişilerin gördüğü(!) rüyâlar, uydurma hadisler imâl edilerek yayılan metinlerin, ses dosyalarının ve videoların sihirli muhtevâsına câzibe kattığı muhakkak. Ama nihâi plânda yayılan hurafelerin, bir mikser gibi Müslümanlar arasında zihin karışıklığını tetiklediği de su götürmez bir gerçek.

Hiç unutmam, elli sene evvel “Bal Tefsiri” uydurmacası ile amaçlanan ne ise, günümüzde de o yapılmak isteniyor. Taşın altını kaldırıp baktığımızda ise “İsrâiliyat” menşeli ravileri görürüz, daha doğrusu göremeyiz! Göremeyiz çünkü görecek feraset ve basiret dumura uğramıştır.

Evet, besmele ile başlayıp sekine duâsını okuyalım, kurban keselim, sadaka verelim, hatta 7 defa değil, yedi yirmi dört “Estağfurullah” çekelim, tövbe edelim, salavat getirelim ama hurafelere inanmayalım…

İkinci dalgada bu ikaza ihtiyacımız olur mu bilmem ama bizden hatırlatması…

Şifâ ile…

 


[i] İbn Haldun, Mukaddime, 1118

[ii] Yusuf, 12/44

[iii] Sâffât 100-113

[iv] Yûsuf 4-5

[v] Feth 27