BİRKAÇ hafta önce yazmıştım gerçi ama o günden beri
gülmekten kendimi alamadığım için klavyeme mâni olamadım. Gene bir kara
muhalefet, gene bir CHP, gene bir Müdür Bey yazısı…
ABD’de dış ilişkiler konseyinin yayın organı Foreign
Affairs’deki bir analiz çıktı karşıma bugün. Buna göre dünya, insansız hava
aracı (İHA) savaşları dönemine girmiş. Bu cümleden anlayabileceğimiz iki durum
var: Birincisi, İHA edinmek, üretmek, geliştirmek ve kullanmak konusunda bir
yarış söz konusu… İkincisi ise, bundan sonraki savaşların bu yeni nesil hava
araçları ile yönlendirilecek olması…
Makalenin geneline bakınca her iki durumun da
anlatıldığını görüyoruz. Bizi ilgilendiren tarafı ise Türkiye’nin bu konudaki
üretim ve deneyiminin ne durumda olduğu.
İHA’ların bir savunma ve taarruz silahı olarak
kullanılması için gerekli olan şart, onları silahlandırmak. İlk dönem dronlar
sadece keşif amaçlı kullanılabiliyorken, isimleri İHA olsa da yeni dönem
dronların üzerine bombalar, füzeler yükleyerek isimlerini SİHA olarak
güncelledik. Bu yapılamaz, hattâ yapılmamış bir teknoloji değildi. Ancak
Türkiye bu konuyu o kadar sahiplendi ve önemsedi ki dünya çapında yankı
uyandıran sonuçlar almaya ve SİHA savaşlarının fitilini ateşlemeye vardı iş.
Fransız Liberation gazetesinin de gündeminde Türk
SİHA’ları vardı. Onlar da yayınladıkları haberde SİHA’ların, Türkiye’nin
gücünün yükselişinin ve büyüyen bağımsızlığının sembolü hâline geldiği ve
Türkiye'nin dış politikasında önemli rol oynadığı anlattılar.
Haberlerin içeriğinde çok detay var. Yeni bir savaş
teknolojisi olarak bu araçların nasıl kullanıldığı, bu başarının Türkiye’yi
nasıl da öne çıkardığı, Türkiye’nin ürettiği ve olağanüstü taktiklerle
kullandığı SİHA’ların nasıl durdurulamaz olduğu anlatılıyor. Aslında bu
detaylar bir övgü niyetiyle değil, Avrupa’yı muhtemel “Türk tehlikesine” karşı
uyarmak amacıyla verilmiş. Ancak her cümlesi övgü ve korku kokuyor. Bizim
muhalefet henüz görmezden gelse de, düşman, her cümlede 18 yıllık iktidar
aklını takdir ediyor.
Meğer senelerdir üzerinde çalışılan bu teknoloji bizi
çoktan uçurmuş. Meğer Türkiye’yi uçurma hayâli kuranlar, uçağın tam kanadında
oturdukları için zaten uçuyor olduğumuzu fark edememişler. Ya da onların
uçmak-uçurmak kavramları farklı…
Kılıçdaroğlu, her hafta olduğu gibi bu hafta da grup
toplantısında kırdı geçirdi bizi. Bir o kadar da utandırdı Türkiye’ye
yakışmayan muhalefet kalitesi yüzünden. Türkiye’yi ekonomik olarak uçurmanın
yollarından birini bulmuş CHP Genel Başkanı. Yapılması gereken, organ
mafyasından, uyuşturucu ticâreti yapandan, kara parayla devleti
dolandıranlardan vergi almakmış. Hattâ Akif Hamzaçebi, Vergi Usul Kanununun 9/2
maddesini bu projeye dayanak olarak göstermiş. Ya bizim aklımızla alay ediyor
ya da Müdür Bey’in arkasını toplamak için saçmalamayı göze alıyorlar.
Allâh korusun, bunlar iktidara gelirse, vergi alınması
gerektiğini düşündükleri illegal yapıları sistemin bir parçası hâline
getirecekler demek ki. Mafyayı legalleştirmenin bir ön hazırlığı olsa gerek bu.
Verginin anlamını ve kutsallığını bile anlayamamışlar maalesef.
Gerçi hangi kutsalın farkındalar ki? İstanbul
Büyükşehir Belediyesi tarafından düzenlenen Şeb-i Arûs töreninde bir kez daha
gördü herkes, CHP’nin “kutsal” kavramını. Millî Şef döneminden kalma fikirlerle
kirlettiler Mevlâna’nın vuslat gecesini. “Nedir bu Arapça aşkınız?” diye
soranlara soruyoruz biz de: “Nedir bu İslâm düşmanlığınız? Nedir bu Kur’ân
dilinden korkunuz?”
Türkçe Tekbir getirme garâbetini Arapçadan kurtulma
sevdâsıyla yapanlar, “Allâh” kelimesinin hangi dilden geldiğini zannediyorlar
acaba? Yahu, “Tanrı uludur” deseniz hâdsizliğiniz sürecek ama Türkçe takıntınız
anlaşılır olacaktı belki… İyi de, “Allâh uludur” deyince Türkçe konuşmuş
olmuyorsunuz ki, sadece saçmalıyorsunuz!
Öyle anlaşılıyor ki, CHP’nin eskiye olan özlemi de,
dinimize olan düşmanlığı da bitmiş değil. Bunun bir tık ötesinin ezanı Türkçe
okutmak olduğunu zannetmeyin sakın. Aynı törende Kur’ân’ı Türkçe okutanların
ezanı çoktan geçtiğini anlamış olmanız gerekir.
Onlarca, yüzlerce tefsir ve meâl var günümüzde. Her
biri ufak tefek farklarla da olsa birbirinden ayrı. Diyelim ki, Kur’an Türkçe
okunabilen bir kitap olsun, hangi meâli seçeceğiz okumak ya da hatim indirmek
için? Meâl ve tefsir, Allâh’ın Kelâmını anlayabilmek için okunur. İbâdet
maksadıyla okunacak ise, aslı gibi okunur. Arap alfabesinin kullanılmış olması,
Arapça yapmaz Kutsal Kitabımızı. Çocukluğumuzdan beri biliriz ki, Kur’ân dili
farklı bir dildir, anlatılabilir ama tercüme edilemez. Tercüme edemediğiniz bir
metni ibâdet amacıyla farklı dilde kullanamazsınız.
Yani mesele, Türkçe ibâdet, Türkçe ezan, Türkçe Kur’ân
meselesi değil aslında. Beş yılda Türkiye’yi uçuracağını iddia edenlerin, bizi
birbirimize en sıkı şekilde bağlayan dinî değerlerimizin altına koymaya
çalıştığı bir dinamitten başka bir şey değildir bu. Ensar Vakfı’nda yaşanan
rezil olayı, bırakın bütün bir vakfa, camiaya, neredeyse tüm Müslümanlara mâl
etmek de toplumsal dinamiklerin altına koyulan bir bombaydı. O bombanın çok
daha büyüğü, kendi partilerinde ortaya çıkınca ellerinde patladı.
Ama utanmazlığın diz boyu olduğu CHP, kendi içindeki
taciz ve tecavüz olaylarını bile AK Parti’ye bağlayarak acziyetini bir kez daha
gösterdi.
Şimdi sanığa son sorum şu: Siz, uçmak için kendi kullandığınız keyif verici maddelerle mi Türkiye’yi uçuracaksınız?