Bambaşka bir meyus

İnsanoğlu inancını, imanını ve tevekkülünü fâni hayatın varoluş gününden itibaren birlik ve beraberlik için seferber etmiştir. Bu nizamda bozulmayacak tek düstur şahadettir. Temennimiz ise tarihimizin vârisleri olarak, şahitliğimizi ebedî ve edebî olarak asırlarca koruyacak olmaktır.

HANÇER kokulu bir sabaha açıldı gözlerimiz, kanayan umutlarımız ise kahpelik kucağında… Uzattık ellerimizi imkânsızın bahrında…

Dünyanın ve Türk tarihinin kuşkusuz en önemli savaşlarından biri olan “Çanakkale Zaferi”, Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğindeki Ordumuzun, 18 Mart 1915-9 Ocak 1916 tarihleri arasında yazdığı destandır.

Anaların ağarmış saçı, genç kızların al yazması, babaların şakakları kahırla dolmuştur. Adımız şükran, soyadımız nimet, tesellimiz bitmeyecek duâlardır. Çanakkale Savaşı’ndaki iman gücü şehitlerimizin ak sütüne helâl olmuştur.

Bu vatan, yüz altı yıldır bitmeyen bir şükranla sizleri yâd etmiştir ve etmeye de devam edecektir. Karanlığın asil evlâtları, uğurlar olsun kutsal yolunuza, ruhlarınız şad olsun!

İnsan, yaratılış gereği üstün bir kudretin varlığına inanmış ve bu inancını emredilen ibadetler ile taçlandırmıştır. Saygı ve gayret gösterisi, imanın bir yansımasıdır. Allah’a kulluk etmek, emirlerini yerine getirmek ve yasaklarından kaçınmak, insanoğlunun varoluş gayesidir. Allah’a yakın olmanın en özel yolu ise Peygamber Efendimiz Muhammed Mustafa’nın (sav) yönünde ve ahlâkında ilerlemek, Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın bizlere lûtfettiği aklımızı bu doğrultuda kullanmak, hayatımızı yön göstericimiz olan Kur’ân-ı Kerîm’in ışığında şekillendirmek, kulluk vazifemizdir.

Fıtratımız gereği istemek, ayırt ve idrak etmek, bizleri biz yapan özelliklerimizdendir. Ve “nefs” dediğimiz dünya zevklerine düşkünlük, insanoğlunun en büyük düşmanıdır. İbadetlerimiz ve Allah’a yakınlığımız ile nefsimizi köreltebilir, onu kör kuyulara hapsedebiliriz. Fakat bu kör kuyunun yolları çetrefillidir. İstemek ve inanmak, bu doğrultudaki en önemli iki adımdır. Nefs-i marziye ve nefs-i kâmile mertebelerine erişmek her kulun isteği ve hedefi olmalıdır. Bu mertebelerde Allah-u Teâlâ kulundan razıdır. Aklı kuvvetlendirmek, İslâm’ı tanımak, dinimize uymak, Allah’ı zikretmek, terbiyelerin en güzelidir.

“Ey iman edenler!” hitabının muhatabı olabilmek özel ve güçtür. Zira iman edebilen olmak, insanoğlu için bir şereftir. “İmandır o cevher ki, İlâhî, ne büyüktür!/ İmansız olan paslı yürek sînede yüktür” sözleri ile Mehmed Âkif Ersoy, bu tecellinin güzel bir örneğidir.

Fikrî ve hissî açıdan bütünlükten ibaret olan iman, düşünen bir varlık olan insanoğluna inanç, tevekkül ve tenasübü hediye etmiştir. Hiç şüphesiz İslâm dini, yapısını açık bir şekilde toplum temeli üzerine kurmuş ve yaşayışın hiçbir ânında toplum konusunu göz ardı etmemiştir. Çünkü toplum ve toplumsal hayat, örnek alınan ve örnek alan bir modeldir. Toplumu toplum yapan ise insanoğlunun ta kendisidir. İnanç ve ibadetleri ile şekillenen toplum, yansımaların bir tezahürü olarak uzantısını yüzyıllara dayandırır. Toplumun birer ferdi olan bizler, siyah beyaz ömrümüzü kanla suladık, bayrağımızı al ve alnımızı ak eyledik; bu uğurda teslim edilen ruhları bir bütün olarak selâmladık. 

Vârisi olduğumuz tarih, toplumun inancını, geleneğini, âdetlerini ve imanını asırlara taşır ve bu naklî dâvâda sözümüz en adil şahittir. İnsanoğlu inancını, imanını ve tevekkülünü fâni hayatın varoluş gününden itibaren birlik ve beraberlik için seferber etmiştir. Bu nizamda bozulmayacak tek düstur şahadettir. Temennimiz ise tarihimizin vârisleri olarak, şahitliğimizi ebedî ve edebî olarak asırlarca koruyacak olmaktır.

Ey yüzüne namlu sürülen yiğidim! Ey canına beyaz biçtiğim! Ey mavinin mübârek şehitleri! Unutmayacak yüreğim, bu dalga hırçın… Unutmayacak yüreğim, bu başka, bambaşka bir meyus…