SON
yıllarda turizm ve seyahat şirketleri, güvenli ve ulaşılabilir turizm rotası
oluşturarak Türk vatandaşlarını yakın ve uzak gidilebilir yerlere ulaştırmaya
gayret etmektedirler. Genişleyen sektörün ekonomik gelişmişlik için bir
gösterge oluşturduğu ve bu alanın aynı zamanda siyâsî bir karşılığı da olduğu
açıktır. Serbest dolaşım hakkı, ülkenin aynı zamanda güvenli ve istikrarlı
olması anlamını da taşımaktadır. Böylece ülkenin giderek artan turizm
kapasitesinin verimliliğinin de üst düzeyde sağlanmaya devam ettiği mesajı da
verilmektedir.
Ülkenin siyâsî ve iktisadî güvenliği, yurtiçi ve
yurtdışı turizm faaliyetlerinin bir propaganda aracı olarak kullanıldığı dikkate
alındığında, turizmin sadece gezip eğlenmekten ibaret olmadığı da
anlaşılabilir. Ülkenin içinde vatandaşların her yere ulaşabileceği ve
yurtdışına da gidebileceklerine dair bir kalkınmışlık göstergesi olarak turizm
işletilmektedir. Bu çerçevede Türk vatandaşlarının ülke içi ve dışında turizm
şirketleri aracılığıyla başlattıkları yeni rotalar dikkat çekicidir. Özellikle
Akdeniz, adalar ve Balkan ülkeleri, kısa aralıklı ve ucuz programlarla giderek
daha fazla turistin yöneldiği bir alana dönüşmektedir.
Balkanların komünist bloktan çıktığı zamandan itibaren
ortaya çıkan yeni manzarada, âdeta sosyo-kültürel yıkımın ardından yeni bir
hafıza oluşturulduğu herkes tarafından görüldü. Altı yüzyıldan daha fazla
Osmanlı hâkimiyetinde kalmış Balkan coğrafyasından geride kalan eserlerin
azlığı ve farklı amaçlarla kullanımı, büyük bir çöküntü ve hayâl kırıklığı
oluşturmuştur. Bu yıkım ve kıyım, Balkan ülkelerinin yakın tarihlerine dair
ciddî bir boşluk ve keşmekeşe işaret etmektedir. Toplumsal hafızasının yeniden
inşâsında başvurulan yöntem daha güçlü ve yeni bir alanda doldurulamamakta ve
geriye dönüşler ise daha hüzünlü hâle gelmektedir.
Türkiye birçok kurum ve kuruluş aracılığıyla Balkan
ülkelerine yatırım yapmaya gayret etmektedir. Yatırım kalemleri ve işleyiş biçimi
giderek daha fazla ve programlı hâle gelmektedir. Lâkin bu işleyişin içerideki
birikimle eşgüdümlü ve yatırım yapılan ülkelerle de birlikte yürütüldüğü
dikkate alındığında çok da kolay olduğu ve zamanında takip edildiği söylenemez.
Ülke kaynaklarının tekrarlarla devam eden yatırımların zayi edilmesi ve
görevlilerin çok fazla değişip romantik bir düşünceyle köşe kapmaca oynadığı
dikkate alındığında durum daha da vahim hâle gelmektedir. Başlanıp sürece
yayılan ve uzmanların olmadığı ve iş yapılan ülkenin iç dinamiklerinin dikkate
alınmadığı yatırımlar, sonuca etkisi bakımından görünür değildir.
Gelişmişliğin göstergeleri arasında turizm yer almakta
ve gelişmiş ülkeler hem turist göndermek, hem de turist çekmek arasında serbest
dolaşımın güvenle sağlandığı bir alanı korumaktadırlar. Turizm, elde edilen
gelirin gezip eğlenilecek şekilde belirlenen alanlarda, harcanan para ve
zamanın üretildiği ülke lehine birden fazla alanda sağladığı yarardan söz
edilebilir. Bu nedenle gelişmekte olan ülkeler, ekonomilerinin motorize
edilebilecek bir alanı olarak gördükleri turizm sektörü için her türlü
yatırımı, desteği ve tanıtımı yapmaktadırlar.
Türkiye giderek turizm alanından daha fazla
yararlanmakta ve ülkenin kaynaklarının giderek arttığını hem kendi vatandaşına
açtığı yeni ve gezilebilecek alanların fazlalığını göstermesi, hem de
yabancılar için sergilediği imkânlarla güçlendirmeye devam etmektedir. Vatandaşlarının
kazandıklarını harcamaları, giderek gelir düzeyinin arttığını ve dünyayı
dolaşarak tecrübelerini arttırmalarını ve farklı topluluklarla kendilerini
karşılaştırmalarını talep ederken, ufku açılan kişilerinse ülkenin siyâsî,
iktisadî ve kültürel gidişine dair yaptıkları katkı ve destek giderek
artmaktadır. Vatandaşlar, kendilerini başka ülke vatandaşlarıyla kıyaslarlarken,
ülkenin giderek daha fazla zenginleştiğini pratik olarak görüp söylemekte ve
yatırımlara sahip çıkmaktadırlar.
Ülkede gerçekleşen birçok yatırım ve bu yatırımların
uluslararası kısıtlamalara maruz kaldığı ve siyâsî bir krize dönüşeceği yerde siyâsî
iktidara verdiği destek de giderek artmaktadır. Çünkü “Gezilecek ülke neden
kendi ülkesi olmasın?” ya da “Neden bir turizm uygulamasını kendi ülkesi
yaptığında kısıtlamaya gidiliyor?” gibi bir sorgulama yaygın hâle gelmektedir.
Bu çerçevede Türkiye Cumhuriyeti, Balkan ülkelerinde
yaptığı yatırımlar arasında tarihî ve kültürel mekânların tamirine de ciddi
kaynak ayırıp destek vermektedir. Bu hususta birçok soruna karşın başarılı
birçok proje ortaya çıktı ve Balkan ülkelerinde göz dolduracak birden fazla
proje hayata geçirildi. Bu projeler, maliyeti itibariyle ve mimari yönüyle
dikkate alındığında Türkiye’nin tarihî mirasa sahip çıkması ve hem de ekonomik
kalkınmışlığının göstergesi olmaya devam etmektedir.
Tamiri yapılan eserlerle birlikte Balkan ülkelerinin
tamamında tarihî ve kültürel mekânlar için başlı başına Türkiye tarafından
hazırlanan bir güzergâhın oluşturulması zorunludur. Hem yapılan eserlerin
görülmesi ve gösterilmesi, hem de yapılacak olan yeni eserlerin tanınıp
bilinmesi, yeni bir bilincin oluşmasına katkı sunacaktır. Yani yapılmayıp da
yıkılmaya mahkûm edilmiş eserlerin “Şu noktada şu eser vardı ve yıkıldı” ya da “Şimdi
farklı amaçlarla kullanılıyor” gibi işaretlerinin yanında, Balkan ülkelerinde
altı asır kalmış Osmanlı mirasının dinî, kültürel ve irfanî yönüyle mutlak
surette aktarımını sağlayacak bir rotaya ihtiyaç bulunmaktadır. Bu rota hem
Balkan ülke vatandaşları, hem de Türkiye vatandaşları için elzemdir.
Böylece ulus devletlerle gerçekleşen ve tarihin
karartılmasıyla oluşturulan yeni kimlik, mekânını da buna uygun hâle
getirmektedir. Yani yeni mekânlarda artık Osmanlı, Türk ve Müslüman izleri
kaybedilmekte veya önemsiz kılınmaktadır. Nihayetinde bu program uzun yıllar
Türkiye Cumhuriyeti tarafından da başvurulan bir yöntem oldu ve en çok eser
yıkımı ya da yıkılmaya mahkûm edilmesi bu dönemde gerçekleşti. Benzeri bir
faaliyetin, yine ulus devletlerin geliştiği bütün Osmanlı coğrafyasında Türkiye
modeliyle gerçekleştiğini söylemek mümkündür.
Ortak kültürel ve coğrafik hafızanın oluşturulmasında mekânların
tanıtımı ve yeniden adlandırılmasında daha fazla geç kalınmadan Balkan
ülkelerinde oluşturulacak rotanın gezilip görülecek alanlarının tanıtımı yapılmalı
ve tur operatörlerine verilmelidir. Bu hususta hazırlanacak rehber bir kitap,
hangi eserin nerede tamir edildiği hakkında bilgi verirken, bu eserlerin önem
ve özelliklerini de içermelidir. Böylece hangi türbede hangi âlim ve arif
yatmakta ve neden Vahhabilerin bu türbeleri yıkmakta oldukları daha rahat
anlaşılacaktır.
Ya da hangi mescit ve tekkenin nerede hangi
özelliğiyle korunduğu ve neden yıkıldığı yahut yine Vahhabiler tarafından neden
yıkılıp yerine yenisinin hangi gerçekçe ve mimariyle yapıldığı da
anlaşılacaktır.
Türk vatandaşlarının Balkan ülkelerinde yaptıkları
gezinin aynı zamanda tarih, kültür ve inanç gezisi olduğu, ihmâl edilmiş ve
dikkatlerden uzak tutulan bu mekânların yeniden hayat verildiği vurgusu önem
arz etmektedir. Türkiye vatandaşlarının kendi tarihlerine ve ecdatlarına vefa
borcunu yerine getirdiği, saplantılı akılların oluşturduğu yıkım ve dünya
kültür mirasına karşı işledikleri suçlar da böylece ortaya konulmuş olacaktır.
Mekânlar, onları adlandırıp anlamlandırıldıkları bütün hikâye ve menkıbeleriyle yeniden canlandırılmalıdırlar. Ortak hafıza, ortak mekân ve ortak miras, toplumsal uzlaşma ve birlikte yaşama kültürüne de işaret etmektedir. Bunca gelişmişliğin yanında yıkımla sonuçlanan yeni siyâsî ve kültürel program, dünyanın iki yüzyıldır büyük bir cinneti sürdürmeyi finanse ettiği ve bütün imkânlarını da deliliğin devamlılığı için harcadığı dikkate alınacak olursa, bu referans güçlü bir dil üretebilir.