ATLARSINIZ
arabaya, Gelibolu’ya doğru yola çıkarsınız. “Çanakkale Savaşı” denilen, Mehmet
Âkif’in ifadesiyle, “dünyada eşi olmayan Boğaz Harbi”nin yapıldığı yerleri
tekrar görmek gelmiştir içinizden. Evvelce yirmi defa, kırk defa gitmiş de
olsanız, oranın manevî havası sizi çeker. Zaten bir defa gideni tekrar çağırır
o topraklar. Sonra bir daha… Ayrı bir heyecan, bambaşka bir huzur bulursunuz
şehitlikleri dolaşırken.
Seddülbahir, Kilitbahir, Arıburnu, Anzak koyu, Seyit Onbaşı,
Conk bayırı, Anafartalar, şehitlikler… Nereye gitseniz göğsünüz kabarır. O
serviler, neler anlatır? Ya kabirlerin başındaki o taşlar? Şehitliklerde genç
yaşta toprağa düşmüş hemşerilerinizin isimlerini ararsınız. Yedi düvel bir
olduğu hâlde, en güçlü silahlarla donatılmış dev gibi gemilerle saldırıp
yüklendikleri hâlde, o Boğaz’dan nasıl da geçemediklerini hatırlarsınız.
Karşılarında, silah ve cephane bakımından zayıf ve az sayıdaki atalarımızın
nasıl şanlı bir savunma yaptıklarını anlamaya çalışırsınız.
İki kere ikinin dört etmediğinin ispatıdır Çanakkale Harbi.
Şaire, “Var mı ki dünyada eşi?” dedirten bir destan…
Küçük yaşta, o savaşı kitaptan okurken, bir yandan da
haritaya bakmış ve “Madem Boğaz’ı geçemediler, Saroz Körfezi’nden Marmara
Denizi’ne bir gece vakti gemileri yürütseydiler” diye düşünmüş, sonra da “İyi
ki akıl edememişler” demiştim. Herkes Fatih değil ki… Çanakkale’yi rahatça
geçseydi o gemiler, İstanbul Boğazı’nı daha kolay geçerdi ve tarihin seyri
değişirdi.
Yola düştüğünüzde bunlar geçer aklınızdan. Yol daha bir
anlamlı hâle gelir.
***
Gelibolu’ya yaklaşırken, “Bolayır” tabelasını görürsünüz.
Bilmek gerekir ki bu, herhangi bir tabela değildir. Bolayır, Süleyman Paşa’nın
kabrinin bulunduğu belde… Yanında Namık Kemal yatar.
Kimdir Süleyman Paşa? En kısa ifadeyle, “Trakya’nın fatihi”...
Orhan Gazi’nin büyük oğlu… 1331’de İznik ve altı yıl sonra Kocaeli’nin fethinde
bulunmuştur. O bölgenin yönetimini üstlenmiş ve uyguladığı iskân politikası ile
orada kalıcılığı sağlamıştır. Ardından Osmanlı yiğitlerini Rumeli’ye çıkarmış
ve orada da sağlam temeller atmıştır.
Osmanlı, ilk yıllarında henüz Anadolu’da küçük bir beylik…
Diğer beyliklerden farkı, Bizans’a sınırı… O yüzden “uç beylik” olarak
anılıyor. Anadolu Selçuklu Devleti son yıllarında çöküşe geçince, Balıkesir ve
Çanakkale, aşağıdan da Bergama’yı elinde bulunduran bir diğer uç beyliği olan
Karesi Beyliği de dirlik ve düzenini korumakta zorluğa düşer. Karesi Beyleri,
Orhan Gazi’ye haber salıp davet ederler. Osmanlı’ya ilhak olurlar. Orhan Bey,
bu bölgeyi oğlu Süleyman Paşa’ya verir.
Osmanlı, ilk yıllarında Anadolu’daki Türk Beylikleri ile
mücadele etmek yerine batı istikametine yönelerek Balkanlarda fetihler yapmayı
ana strateji olarak belirlemişti. Karesioğulları Beyliği donanmasının
Osmanlı’ya katılmasıyla, Rumeli’ye geçiş de, fetihler de zor olmaktan çıktı.
***
1346’da kızını Orhan Gazi ile evlendiren Kantakuzen,
Osmanlı’dan yardım alır ve ertesi sene imparator olarak İstanbul’a girer.
Bu arada Sırp Kralı Stefan, Makedonya’yı almış, Selânik’i
sarmış ve İstanbul rüyası görmektedir. Konstantinopolis’i de alırsa, “Büyük
Sırp-Grek İmparatorluğu” kuracak… Kantakuzen ona engel olmak için damadı Orhan
Bey’den yardım isteyince, Süleyman Paşa 1348’de Rumeli’ye geçer. Ancak Stefan
ile karşılaşmazlar. Kavala ve Teselya civarında biraz at koşturan Süleyman
Paşa, babasına yardım etmek maksadıyla dönüşe geçer. Zira bazı Anadolu
beylikleri Orhan Bey’e sıkıntı vermektedir.
Bizans İmparatoru Kantakuzen’in de hem Venedik ve
Cenevizliler ile sıkıntısı vardır, hem de eski İmparator İoannes ile. İoannes, Sırplardan
ve Bulgarlardan yardım alarak Edirne’yi kuşatır. Bizimki tekrar damadına haber
salar ki tez yardım etsin. İş yine Süleyman Paşa’ya düşer. On binden fazla
atlıyla yardıma gider, Sırp ve Bulgar birliklerini Meriç kıyısında bozguna
uğratır. Nehrin rengi değişir. Kantakuzen, Edirne’de Süleyman Paşamızı
kurtarıcı olarak karşılar. Edirne’ye ilk giren Osmanlı, odur.
Süleyman Paşa, 20 bin kişilik bir ordu ile geçtiği Rumeli’de,
İmparator Kantakuzen’in verdiği Çimpe Kalesi’ne yerleşmiştir.
***
Trakya’da hâkimiyet kuran Süleyman Paşa, kendisi için tahsis
edilen Çimpe Kalesi’ni savaş bittikten sonra da elinde tutuyordu. İmparator,
Osmanlı’nın Anadolu’daki hâkimiyetini çoktan kabullenmişti, ancak Trakya’yı
kendi elinde tutmak istiyordu. Ne var ki, davet eden kendisiydi. Süleyman Paşa,
Bolayır’daki Çimpe Kalesi’nden çıkmayı reddedince, ona kaleyi boşaltması için on
bin altın teklif etti. Paşa o teklifi reddetti. Ara gerilmişti.
O gergin havada büyük bir deprem oldu. 3 Mart 1354 tarihinde
meydana gelen büyük sarsıntıda, bölgede pek çok ev yıkıldı. Bazı kale
duvarlarının bile çöktüğü görüldü. Bizans İmparatoru, Süleyman Paşa’ya bu defa
kırk bin altın teklif etti. Paşa bunu da geri çevirdi ve Kantakuzen’a kaleden
çıkmayacağını, bölgeyi de terk etmeyeceğini bildirdi.
İmparatora kısaca “Kuzen” demek mümkün olsa bile, Kantakuzen’in
tam adı “Kantakuzenos”tur. Onun adı “os” ile biterken, öte yanda Çimpe Kalesi
ve bölgenin yeni sahiplerinin adı “Os” ile başlamaktadır: Osmanlı…
Dünya işleri böyledir; biri biterken diğeri başlar. Değişmez
bir kuraldır bu.
Süleyman Paşa, bölgeyi ve kaleyi terk edip gitmeyi aklından
bile geçirmemiştir. Tam aksine, Karesi ilinden getirdiği Türkmenleri Trakya
topraklarında iskân eder.
Çimpe’den sonra Bolayır, Gelibolu, Çorlu, Lüleburgaz,
Tekirdağ, Malkara, Keşan fethedildi ve bu bölgede iskân siyasetine önem
verildi. Süleyman Paşa’nın bu fetihlerle maksadı, hem Trakya’da Türk varlığını
kalıcı kılmak, hem de Bizans’ın Batı devletleri ile bağlantısını kesmekti.
“İstanbul’un fethi için zemin hazırlamak” diyelim kısaca… Çünkü o şehir, elbet
bir gün fetholunacak… Muştu, çok evvelden ve En Kutlu Yerden… Kim bilir, hangi
kumandana nasip, hangi şanlı askere?
***
1354 yılı, Osmanlı'nın kesin olarak Rumeli'de yerleşmeye
başladığı tarih… Süleyman Paşa’nın vefatı ise çok kısa bir zaman sonra… 1357
yılında, av sırasında atının ayağının çukura takılması sonucu vefat etmiştir bu
şanlı Paşamız. Bolayır’daki türbesinde, yanında lalası yatmaktadır. Aynı
zamanda Paşamızın çok sevdiği atının mezarı da bulunmaktadır.
Rumeli’ye geçip de vefatına kadar geçen süre çok kısa
olmasına rağmen, pek çok fetihte bulunmuştur. Bugün Yunanistan sınırı içinde
kalan Ferecik, Süleyman Paşamızın son yıllarında alınmıştır. Akınlarla Dimetoka’ya
kadar uzanmıştır. Süleyman Paşa’nın, elinden bütün ısrarlara rağmen bırakmadığı
Çimpe, Çanakkale Boğazı ve Saroz Körfezi'ni aynı anda görmeyi sağlayan, son
derece stratejik bir konuma sahip bir kaledir. Kantakuzen, Osmanlı'yı Avrupa
topraklarına yerleştirdiğinden dolayı pişmanlık duymuş olmalı ki sonradan kendi
isteğiyle Bizans tahtından feragat etmiş, ömrünün son otuz yılını Ortodoks
kilisesinde rahip olarak geçirmiştir.
Orhan Gazi'den sonra tahta geçen Birinci Murat da aynı
şekilde Çimpe Kalesi üzerinden Balkanlar'a seferler düzenlemiştir.
***
İşte o tabeladan saptınız, Bolayır’a girdiniz… Karşınıza
Orhan Bey’in oğlu Süleyman Paşa’nın -ki bazı tarihçiler onu “Osmanlı’nın ikinci
kurucusu” diye anmaktadır- kabri ile karşılaşırsınız. Kendi isteğiyle oraya
defnedilmiştir. Yanında atı ve lalasından başka Namık Kemal, Aydın ve Saruhan Sancakları
Mutasarrıfı ve İzmir Muhafızı Esseyid Hasan Kelâmi Paşa’nın da kabirleri
vardır.
Bolayır içinde bulunan kabirler, bir park içinde huzurlu,
güzel manzaralı bir yerdir. Tıpkı Çanakkale şehitliklerinde hissedilen bir hava
ile karşılaşırsınız.
Parkın girişinde yer alan bir tabela, Çimpe Kalesi hakkında
kısaca bilgi verir ve üç kilometre mesafede olduğunu kaydeder. “Çimpa, Çinpi,
Cinbi” gibi isimlerle anılan bu çok önemli kaleyi görmek, o tarihî havayı
koklamak istersiniz. Tahmin üzerine yola düşer, yukarı doğru çıkarsınız. Ancak
daha sonra yollar çatallaşır. Ne bir yön gösteren tabela görürsünüz, ne bir
görevli. Yolun kalitesi değişmiştir. Arkanızda toz duman bırakarak ilerleyip
tahminlerle kaleyi bulursunuz. Eğer yolun bir yerinde sola dönmeyi
düşünemezseniz, kim bilir, nerelere gitmek mukadderdir?
Bir şekilde kaleye ulaştığınızda, yanılmadan o yöne
saptığınıza şükredersiniz. Heyecanla arabadan iner, etrafı dolaşmaya
başlarsınız.
Güzel bir rüzgâr eser. Zira o kale, yüzlerce yıllık bir
tarihî eserdir. Esecektir ve güzel esmek zorundadır. Ancak bir kula
rastlamadığınıza şaşarsınız. Ne bir bekçi, ne bir ziyaretçi… Etrafta boş bira
veya kola kutuları görürseniz, küfretmeden geçmeyin!
Kalenin bunca hor davranmaya rağmen sapasağlam durduğunu
görüp şaşırmak da mecburîdir.
Giriş kısmında bir tabela bulunmaktadır, ancak yazıları
okunmaz hâldedir. Çünkü gelen geçen hain ruhlu mayası bozuklar, o tabelayı
hedef tahtası seçmiş, kurşunlarla delik deşik etmişlerdir. Onu yenilemek de
kimsenin aklına gelmemiştir.
Kaleyi gezdiğinizde, çokça incir ağacı ile karşılaşırsınız.
Başka ağaçlar da görürsünüz. Bunca incir ağacını ocağımıza kim dikmiş diye
merak etmeyin sakın, bizden başkası değil!
***
Çimpe Kalesi bir başka ülkenin elinde olsa, orayı öyle bir hâle
getirirler ki günde en az üç bin kişi ziyarete gelir. Bolayır otellerle
donatılır. Film gösterilir, canlandırma yapılır, tiyatrosu olur… Kalenin tarihi
bütün ziyaretçilere güzelce anlatılır. Kitaplar basılır… Biz bunların hiçbirini
yapmıyoruz. Bunlar akla bile gelmiyor. Hattâ terk etmişiz, unutmuşuz. Sanki
bizim tarihimiz değil…
Bakımsızlık ve ilgisizlikten kale yıkıldı yıkılacak.
Hepsinden geçtim, bari doğru dürüst bir yolu olsaydı… O muhteşem tarihî eserin
tabelasına kurşun sıkarak okunmaz hâle getirmeseydik… Hiç değilse tabelasını
korusaydık… En azından bir bekçisi olsaydı da eline bir silah verseydik ve
tabelaya kurşun sıkanlara o da ateş etseydi…
***
Koskoca Rumeli Fatihi Süleyman Paşa’nın elinde tuttuğu, onun
ve sonraki padişahların karargâh olarak kullandığı bu önemli kale, bütün
Balkanların kilidini açan mekân, bugün otlar içinde! Orayı bu hâlde görmek
istemezseniz, gitmeyin. Bırakın, dağınık kalsın...
“Bizden sonrakiler görmese de olur” derseniz, yolunun
yapılması, bekçi konulması, güzelce muhafaza edilmesi için elinizden
gelebilecek herhangi bir eylemde bulunmayın. Kültür Bakanlığı’na falan
bildirmenize de hiç gerek yok. En iyisi, dümdüz geçip gitmek belki de… Zaten
böyle bir anlayış varsa, Gelibolu’ya gitmek de lüzumsuz! Oradan da ilerleyip Ege
sahillerine inmek daha cazip olabilir.
Aydi size ayırlı yolculuklar beya!