Baktınız olmuyor, başka bakın!

Olumsuz bir düşünceden olumlu bir durum elde edemezsiniz. Yaşımız kaç olursa olsun, hayat sahnesinde öğrenci olduğumuz gerçeğini değiştiremeyiz. Hayat bize her gün yeni şeyler öğretir. Ve bakış açımız, bizim yaşadıklarımızdan doğru dersler çıkarabilmemize neden olur.

ANLATILIR; adamın birinin evi küçükmüş, karısı da sürekli şikâyet edip duruyormuş. Bir gün karısı, adama, “Nasrettin Hoca’ya gitsen de bize bir çare öğretse… Hocadır, bilir bir şeyler” demiş. Adam, Hoca’ya gitmiş ve “Hoca efendi! Çocuklar kalabalıklaştı, evimiz de küçük; yatacak yer bulamıyoruz. Bize bir çare öğretir misin?” diye sormuş.

Hoca, “Size bir çare öğretirim ama dediklerimi yapar mısınız?” diye sorunca, “Olur, yaparız” demiş adam. Hoca’nın, “Odunlarınız var mı, nerede duruyorlar?” sorusuna adam, “Bahçede” diye cevap vermiş. Bunun üzerine Hoca, tavsiyesini sunmuş: “Onları evin içine koyacaksın!”

Adam derhâl bu tavsiyeyi kabul ederek gitmiş, odunlarını evin içine koymuş. Hani yatmaya yerleri yoktu ya, artık ayakta durmaya dahi yerleri kalmamış. Birkaç gün sonra tekrar gelmiş Hoca’ya ve “Şimdi ayakta duramıyoruz” diye veryansın etmiş. Bunun üzerine Hoca, “İyi iyi! Peki, samanlarınız nerede duruyor?” diye sorunca, “Samanlıkta” demiş adam. Hoca, “Onları da eve koyun!” demiş. Adam şaşkın, “İyi de, zaten sığamıyoruz Hoca, onları da koyarsak evde nasıl yaşarız?” diye sormuş. Hoca ise ısrarla, “Siz dediğimi yapın ve kırk öylece oturun!” demiş.

Adam, “Hoca efendinin bir bildiği vardır” diyerek dediklerini harfiyen yerine getirmiş. Ancak ev öyle bir hâle gelmiş ki evde duracak yer de kalmayınca çocukları samanların üzerine yatırmışlar. Hoca’nın kırk gün tembihi nedeniyle sabretmişler ve sonunda adam, Hoca’ya tekrar gidip şikâyeti basmış: “Hoca efendi, bizim artık sabrımız kalmadı! Biz eve zor sığarken sen odunlarla samanları eve koydurdun…”

Hoca gayet sakin şekilde, “Şimdi onları eski yerlerine götür” diye karşılık vermiş. Adam evine dönüp odunlarla samanları eski yerlerine götürmüş. Kadın rahat etmiş ve “Oh be! Ev genişledi bey” demiş…

İşte hayatımızın tüm alanı da böyle! Hayat da bir bakış açımızla genişler, diğeriyle daralır. Evde odalar genişlemez, ama bakışınız genişler. Bu içine sığmadığımız koca dünya, aslında o kadar da dar değil. Sorun bizde! Koca dünya bize dar geliyor.

Dün bu dünyada çok büyük sıkıntılarla yaşayan insanlar vardı. Şimdi ise bolluk ve refah içinde yaşayıp huzursuz olan biz varız. Biz huzurumuzu ve şuurumuzu kaybettik. Tüm bunları biz yaptık! Keyfimiz, içtiğimiz kahveler ve eğlencelerimiz yerini bulunca, biz de doyumsuz hâle geldik. Bu anlamda değişen hiçbir şey yok. Ancak bizim dayanma kapasitemiz değişti. Sabrımız, tahammülümüz kalmadı. İnsan olarak kazdığımız kuyulara düşüyoruz. İnsan olarak, yanacağımız ateşi tutuşturuyoruz.

Bu dünya, aradığını bulabilenlerin dünyası değil. Hayvanlardan başka hiç kimse bu dünyada aradığını bulamamıştır. Ancak paranın, alkolün, mâkâmın, şöhretin ve eğlencenin sarhoşu olan insanlar, anlık olarak aradıklarını bulduklarını sanırlar. Çünkü insanca değil, hayvanca arıyorlar.

Kedi, sobanın sıcağını bulunca iki gün uyur. Kedileşmiş yürekler rahat edebilirler. Şu dünya, imanımız kadar sabrımızın da test edildiği bir yerdir. Sınırsız nimetler ve sınırsız cennetler sabır testinden geçenler içindir. Buldukça gerginleşen, kaybettikçe hâddini bilen bir yapımız var.

Peki, bu imtihanda Müslüman kimdir? Bu gerçekleri bilip ona göre davranan insandır. Beklentisini ahirete göre ayarlayan kişidir. Biz, çürüyecek olan bedenlerle bu dünyada ebedî yaşamak istemiyoruz.

Nefsimiz bizi aldatıyor dostlar! Eğer kendimizi ahiret ayarlarına göre değil de dünya ayarlarına göre yaşamaya zorlarsak, evlerimiz, kendi anahtarlarımızla kilitlediğimiz hapishanelere dönüşür; iş yerlerimiz, kapılarını besmele ile açsak da kazanamadığımız yerlere dönüşür; akrabalarımız sadece bayramlarda gördüğümüz kişilere dönüşür…

Dünya, bizim ayarlarımızın değil, kâfirlerin ayarlarının yapıldığı yerdir. Mümine iki cennet olamaz. Hem dünya, hem ahiret cennet olamaz. Bülbülün kafesi bu dünya. Bakış açımız çok önemli; biz kafesteyiz, istediğimiz kadar bülbül olalım.

Kardeşlerim, dünya (Türkiye) hepimize yetecek kadar büyük. Bakış açımızı değiştirelim. Farklı görüşlerden, inançlardan, düşüncelerden, ırklardan olan tüm insanlara yeter burası. Yeter ki bakış açımız doğru olsun! Türkiye nereden nereye geldi. Şurada 20 yıl önce eve televizyon almak, araba almak, çeşit çeşit kıyafet almak, lüks evlerde oturmak hayâldi. Şimdi her evde üç televizyon var. Dolaplar ağzına kadar kıyafet dolu. Herkesin elinde lüks araç gereçler… Fakat isyan, isyan, isyan her yerde! Şükürsüz, mutsuz, daralmış dünyaların psikolojisi bozuk insanları olarak hayatımızı sürdürüyoruz.

Etrafınıza bakınız; ailenize, çocuklarınıza, arkadaşlarınıza, işinize, evinize, her şeye… Ama bakış açınızı geniş tutunuz! Yaratılmışların en şereflisi insan olarak, Cennet’le müjdelenen Peygamber ümmeti olarak, imtihan sonrası büyük mükâfat alacak kişi olarak bakış açınızı geniş tutunuz. Olmuyor mu? Öyleyse bakış açınız, kendinize göre ama geniş olsun. İman etmiyorsanız, insan olarak bakın ve mutlu olmak için tahammülünüzü sağlam tutun. Tahammül, bir insanı insan yapar.

Olumsuz bir düşünceden olumlu bir durum elde edemezsiniz. Yaşımız kaç olursa olsun, hayat sahnesinde öğrenci olduğumuz gerçeğini değiştiremeyiz. Hayat bize her gün yeni şeyler öğretir. Ve bakış açımız, bizim yaşadıklarımızdan doğru dersler çıkarabilmemize neden olur.

Dolayısıyla yapacağımız tek şey var: Hoca’nın dediği gibi, hayata (evinize) önce odunları ve samanları doldurup daha sonra bir de öyle bakmalı. Bakalım o zaman ne düşüneceğiz…