
ANLATILIR; adamın birinin evi küçükmüş, karısı da sürekli şikâyet
edip duruyormuş. Bir gün karısı, adama, “Nasrettin Hoca’ya gitsen de bize bir
çare öğretse… Hocadır, bilir bir şeyler” demiş. Adam, Hoca’ya gitmiş ve “Hoca
efendi! Çocuklar kalabalıklaştı, evimiz de küçük; yatacak yer bulamıyoruz. Bize
bir çare öğretir misin?” diye sormuş.
Hoca, “Size bir çare öğretirim ama dediklerimi yapar
mısınız?” diye sorunca, “Olur, yaparız” demiş adam. Hoca’nın, “Odunlarınız var
mı, nerede duruyorlar?” sorusuna adam, “Bahçede” diye cevap vermiş. Bunun
üzerine Hoca, tavsiyesini sunmuş: “Onları evin içine koyacaksın!”
Adam derhâl bu tavsiyeyi kabul ederek gitmiş, odunlarını
evin içine koymuş. Hani yatmaya yerleri yoktu ya, artık ayakta durmaya dahi yerleri
kalmamış. Birkaç gün sonra tekrar gelmiş Hoca’ya ve “Şimdi ayakta duramıyoruz”
diye veryansın etmiş. Bunun üzerine Hoca, “İyi iyi! Peki, samanlarınız nerede
duruyor?” diye sorunca, “Samanlıkta” demiş adam. Hoca, “Onları da eve koyun!”
demiş. Adam şaşkın, “İyi de, zaten sığamıyoruz Hoca, onları da koyarsak evde
nasıl yaşarız?” diye sormuş. Hoca ise ısrarla, “Siz dediğimi yapın ve kırk
öylece oturun!” demiş.
Adam, “Hoca efendinin bir bildiği vardır” diyerek
dediklerini harfiyen yerine getirmiş. Ancak ev öyle bir hâle gelmiş ki evde duracak
yer de kalmayınca çocukları samanların üzerine yatırmışlar. Hoca’nın kırk gün tembihi
nedeniyle sabretmişler ve sonunda adam, Hoca’ya tekrar gidip şikâyeti basmış: “Hoca
efendi, bizim artık sabrımız kalmadı! Biz eve zor sığarken sen odunlarla
samanları eve koydurdun…”
Hoca gayet sakin şekilde, “Şimdi onları eski yerlerine
götür” diye karşılık vermiş. Adam evine dönüp odunlarla samanları eski
yerlerine götürmüş. Kadın rahat etmiş ve “Oh be! Ev genişledi bey” demiş…
İşte hayatımızın tüm alanı da böyle! Hayat da bir bakış
açımızla genişler, diğeriyle daralır. Evde odalar genişlemez, ama bakışınız
genişler. Bu içine sığmadığımız koca dünya, aslında o kadar da dar değil. Sorun
bizde! Koca dünya bize dar geliyor.
Dün bu dünyada çok büyük sıkıntılarla yaşayan insanlar
vardı. Şimdi ise bolluk ve refah içinde yaşayıp huzursuz olan biz varız. Biz
huzurumuzu ve şuurumuzu kaybettik. Tüm bunları biz yaptık! Keyfimiz, içtiğimiz
kahveler ve eğlencelerimiz yerini bulunca, biz de doyumsuz hâle geldik. Bu
anlamda değişen hiçbir şey yok. Ancak bizim dayanma kapasitemiz değişti. Sabrımız,
tahammülümüz kalmadı. İnsan olarak kazdığımız kuyulara düşüyoruz. İnsan olarak,
yanacağımız ateşi tutuşturuyoruz.
Bu dünya, aradığını bulabilenlerin dünyası değil. Hayvanlardan
başka hiç kimse bu dünyada aradığını bulamamıştır. Ancak paranın, alkolün, mâkâmın,
şöhretin ve eğlencenin sarhoşu olan insanlar, anlık olarak aradıklarını
bulduklarını sanırlar. Çünkü insanca değil, hayvanca arıyorlar.
Kedi, sobanın sıcağını bulunca iki gün uyur. Kedileşmiş
yürekler rahat edebilirler. Şu dünya, imanımız kadar sabrımızın da test
edildiği bir yerdir. Sınırsız nimetler ve sınırsız cennetler sabır testinden
geçenler içindir. Buldukça gerginleşen, kaybettikçe hâddini bilen bir yapımız
var.
Peki, bu imtihanda Müslüman kimdir? Bu gerçekleri bilip
ona göre davranan insandır. Beklentisini ahirete göre ayarlayan kişidir. Biz,
çürüyecek olan bedenlerle bu dünyada ebedî yaşamak istemiyoruz.
Nefsimiz bizi aldatıyor dostlar! Eğer kendimizi ahiret
ayarlarına göre değil de dünya ayarlarına göre yaşamaya zorlarsak, evlerimiz,
kendi anahtarlarımızla kilitlediğimiz hapishanelere dönüşür; iş yerlerimiz, kapılarını
besmele ile açsak da kazanamadığımız yerlere dönüşür; akrabalarımız sadece
bayramlarda gördüğümüz kişilere dönüşür…
Dünya, bizim ayarlarımızın değil, kâfirlerin ayarlarının
yapıldığı yerdir. Mümine iki cennet olamaz. Hem dünya, hem ahiret cennet
olamaz. Bülbülün kafesi bu dünya. Bakış açımız çok önemli; biz kafesteyiz, istediğimiz
kadar bülbül olalım.
Kardeşlerim, dünya (Türkiye) hepimize yetecek kadar büyük.
Bakış açımızı değiştirelim. Farklı görüşlerden, inançlardan, düşüncelerden,
ırklardan olan tüm insanlara yeter burası. Yeter ki bakış açımız doğru olsun!
Türkiye nereden nereye geldi. Şurada 20 yıl önce eve televizyon almak, araba
almak, çeşit çeşit kıyafet almak, lüks evlerde oturmak hayâldi. Şimdi her evde
üç televizyon var. Dolaplar ağzına kadar kıyafet dolu. Herkesin elinde lüks
araç gereçler… Fakat isyan, isyan, isyan her yerde! Şükürsüz, mutsuz, daralmış
dünyaların psikolojisi bozuk insanları olarak hayatımızı sürdürüyoruz.
Etrafınıza bakınız; ailenize, çocuklarınıza,
arkadaşlarınıza, işinize, evinize, her şeye… Ama bakış açınızı geniş tutunuz!
Yaratılmışların en şereflisi insan olarak, Cennet’le müjdelenen Peygamber
ümmeti olarak, imtihan sonrası büyük mükâfat alacak kişi olarak bakış açınızı
geniş tutunuz. Olmuyor mu? Öyleyse bakış açınız, kendinize göre ama geniş
olsun. İman etmiyorsanız, insan olarak bakın ve mutlu olmak için tahammülünüzü
sağlam tutun. Tahammül, bir insanı insan yapar.
Olumsuz bir düşünceden olumlu bir durum elde edemezsiniz.
Yaşımız kaç olursa olsun, hayat sahnesinde öğrenci olduğumuz gerçeğini
değiştiremeyiz. Hayat bize her gün yeni şeyler öğretir. Ve bakış açımız, bizim
yaşadıklarımızdan doğru dersler çıkarabilmemize neden olur.
Dolayısıyla yapacağımız tek şey var: Hoca’nın dediği gibi,
hayata (evinize) önce odunları ve samanları doldurup daha sonra bir de öyle
bakmalı. Bakalım o zaman ne düşüneceğiz…