BELLİ ki, birileri
Kılıçdaroğlu konuşsun diye çok uğraşıyor. O da cehâletini, önüne koyulan
metinleri okuyarak cümle âleme gösteriyor. Ağzından çıkanların kendi fikirleri
olmadığı, bir dediğinin diğerini tutmadığından bellidir. Haydi kendisine o
koltuğu verenlere gücü yetmiyor ya da onları daha da fazla mutlu etmenin
yollarını arıyor diyelim, ya ardından giden seçmen kitlesine ne demeli?
Gördüğüm,
tanıdığım, işittiğim her CHP seçmeni, liderine bizden çok gülüyor. Ona bizden
çok kızıyor. Onlarınki çâresizlikten öte bir durum değil.
Garip
olan, diğer muhalefet partilerinin de Kılıçdaroğlu’nun arkasından gitmeleri… Ve
kendi seçmenlerini, CHP liderine dikte ettirilen komik muhalefete ikna
edebilmeleri...
Kemal
Bey, her Salı olduğu gibi gene kürsüye çıktı bu hafta. Azerbaycan’dan girip
Uygur Türklerinden çıktı. Erdoğan’dan başlayıp Bahçeli’yle bitirdi. Barolardan,
esnaftan, eğitimden bahsetti de Fransa’yı, Yunanistan’ı ve cümle düşman
kardeşleri es geçti gene.
Muhalefetin
görevi, Hükûmet’in icraatından beğenmediklerini eleştirip kendi tekliflerini
ortaya koymaktır, eyvallâh. CHP, son dönemde maddeler hâlinde birtakım çözüm
önerileri de sunuyor, o da kabul. Ancak işe bakınız ki, çözüm diye önümüze
koyulanların neredeyse hepsi ekonomik konular. Sen kalkıp, “Ülke batıyor, kasada para kalmadı, IMF’den borç isteyelim”
diyeceksin, sonra da “Esnafa şunu ver,
öğretmene bunu ver, emekliye zam ver” diye, boş olduğunu iddia ettiğin
kasadan daha fazla para çıkmasını isteyeceksin. Aradaki mantıksal çelişkiye
kargalar bile güler...
Muhalefetin
her konuda görüş beyan etmesi kadar tabiî bir durum olamaz. Büyük küçük demeden
her partinin bu hakkı vardır elbette. Ama daha birkaç gün önce, kapalı hâldeki Maraş’ın
kısmen açılması konusundaki soruyu bile anlamayan ve verdiği cevapla
komedyenleri bile kıskandıran bir performans çizen Müdür Bey, hangi cüretle dış
politikadan bahseder ki?
Vay
efendim, Rusya’da kurulan ateşkes masasında neden Türkiye yokmuş, Uygur
Türkleri ile ilgili kınama metninde neden bizim imzamız yokmuş, Maraş’ın neden
tamamı açılmamış?..
Kemal
Bey’e danışmanları anlatmamış olabilir diye biz anlatalım bari…
Azerbaycan-Ermenistan
çatışmalarında geçici ateşkes çağrısı, Minsk Üçlüsü Eş Başkanı sıfatıyla Rusya’dan
geldi. Diğer Eş Başkanlar Fransa ve ABD bile masada yoktu. AGİT Minsk Grubu’nda,
Türkiye ve çatışan taraflar dâhil 13 ülke olduğu hâlde, 10 ülkenin katılmadığı,
hattâ çağrılmadığı bir geçici ateşkes diyaloğunda Türkiye’yi masada olmadığı
için suçlamak, abesle iştigaldir!
Türkiye,
Azerbaycan’a olan desteğini açık açık dünyaya duyurmaktan çekinmemiş ve bu
desteğinden bir an bile geri adım atmamıştır. Geniş kapsamlı ve kalıcı bir
barış masası kurulması çağrılarını da her ortamda dile getirmektedir. Komşu
ziyareti kadar ânî gelişen bu toplantıda Türkiye’nin olmamasından, Azerbaycan’ı
yalnız bıraktığımız anlamı çıkarılamaz.
Uygur
Türklerine Çin Halk Cumhuriyeti tarafından yapılan zulüm herkesin malûmudur. AK
Parti iktidarı, bu konuyu çeşitli plâtformlarda defalarca gündeme getirmiş ve
Çin’in bu asimilasyon politikasını dünyaya şikâyet etmiştir. Çin’e uyarı mâhiyetinde
hazırlanan metnin altındaki imzaların büyük çoğunluğu ise, hak hukuk mücadelesi
veren değil, Çin ile ekonomik ve siyâsî hesaplaşma derdinde olan ülkelere
aittir.
“Dünya
beşten büyüktür” derken Çin’i de karşısına almaktan çekinmeyen Erdoğan’ın, bu
ülkeden gelecek ucuz kredileri düşünecek kadar ucuz siyâset gütmediği, gün gibi
ortadadır. Sınır komşumuz ve soydaşlarımızın zulme uğradığı Suriye hakkında “Orada
ne işimiz var?” diyen zihniyetin Uygur Türkleri konusundaki hassasiyeti, olsa
olsa emir aldıkları mihrakların kışkırtmasına bağlanabilir.
Millî
eğitim konusundaki eleştirilerin ise genel bir haklılık payı var. Yeri geldikçe
yazıp konuştuğumuz bir konudur eğitim sistemimizdeki sistemsizlik. Ve bence, AK
Parti’nin 18 yıl boyunca sürekli sınıfta kaldığı tek konudur. Ancak
bilinmelidir ki, gerçekten millî olan bir eğitim sistemini üretmek yani doğruyu
bulmak, o kadar da kolay değildir.
Köy
Enstitülerinin idealist yaklaşımını ve medreselerin öğretme sistemini medenî
eğitim modelleriyle harmanlayıp doğru bir yol bulsak bile, sonuç almamız
onlarca yıl sürebilir. Ama bugüne kadar olanları eleştirirken, “Kime sordunuz
bunları getirirken?” derseniz, “Alfabeyi
değiştirirken, Şapka Kanununu getirirken, medreseleri kapatırken siz kime
sormuştunuz?” deme hakkımız olur. CHP, yanlışı eleştirirken bile doğru yol
seçemediğini bu konuyla bir kez daha göstermiştir.
Son
olarak, erken seçim çağrısı bu ülke için belki de en büyük siyâsî gafletlerden
biridir. Düne kadar seçimlerin zamanında yapılması konusunda fikir beyan
edenlerin bu konuda âniden çark etmiş olmaları iki şekilde açıklanabilir:
Birincisi, seçim kazanma ihtimâli olmayan CHP’nin, “Bak, ben seçimden kaçmıyorum” algısı oluşturma gayreti… Bu,
siyaseten masum bir söylemdir ve kabul edilebilir.
İkincisi
ise, yapılacak ilk seçimi Cumhur İttifakı ve Erdoğan kazansa bile, seçim
sonuçlarını gayr-i meşru ilân edip uluslararası kamuoyunu da bu konuda organize
etme çabasıdır. Ki bu seçenek, çok vahim bir vatan hainliği tezgâhı olur.
Bir AK Partili olarak her ne kadar Kılıçdaroğlu’nun partime faydası olduğunu düşünsem de, Türkiye’deki muhalefetin kalitesizliği konusundaki utancım her geçen gün artmaktadır. Allâh sonumuzu hayretsin!