Baharın beklediği mevsim: Ramazan

Cehennemden kurtuluş olan Ramazan’ın sonunda, halk arasında “Acaba bizden razı gitmiş midir?” sözünü sıkça duymuşuzdur. Bu endişe ve hissiyat üzere iken, Ramazan’ı hoş ve hoşnut tutmuş olma dileği ile Yüce Rahîm’in (cc) sonsuz merhametine sığınarak bir yandan “Elvedâ ya şehr-i Ramazan!” nidaları ile hüzne durur, öte yandan yaklaşan bayram için kapımızı aralarız.

İNSANIN her güne farklı bir nazarla uyanması yanında, her yeni günün insan üzerindeki etkisinin farklı boyutlarda yaşanıyor olması da hepimizce malum bir tecrübedir. Her ilkbaharın, hatta ilkbahardaki her yeşilin ve her rengin insan üzerindeki etkisi dahi yekdiğerinden farklıdır. Doğa ve insan için bir doğuşu ifade eden baharın insana letafet veren, onu yüklerinden arındıran ahvalini birçok alanda müşahede etmek mümkündür. 

Baharı -vuslata misaldir- bekleyenlerin gözleri, bahara girildiği andan itibaren doğadaki değişim ve yeniden doğuşun kronolojisini takip eder. Bu durum, yeşiller arasından müstağnî ve nazenîn bir çiçek -gül- kendisini gösterip baharın güzelliğini zirveye taşıyana ve de onu göze ve gönle muştulayana dek sürer. 

Adı ne olsa da her mevsimin insan üzerinde bir sıcaklık, bir muhabbet algısı ve buna bağlı sembolleri vardır. Müslümanlar için bir dirilişe vesile, bir bahara misal olacak mevsim ise elbette Ramazan’dır. Bahar, canlıların beklediği mevsim olarak bilinirken, Ramazan’a “baharın dahi beklediği mevsim” diyebiliriz. 

Ramazan’ın her günü başka bir bahar ise, o baharların gülü de -şüphesiz- bin aydan daha hayırlı -Kur’ân’ın indirilmeye başlandığı gece olan- Kadir Gecesi’dir. Kâmî, bir beytinde Kadir Gecesi’ni anarken, onun içinde olabileceği geceyi/geceleri uyanık geçirmenin önemine şöyle işaret ediyor: “Bilelim kadrini savmın gece kâim olalım,/ Olmaya göz göre kadri gözümüzden pinhân…” (Orucun kıymetini bilelim, geceler uyanık olalım; öyle ki gözler, Kadir Gecesi’ni görmekten -onu idrakten- mahrum olmasın.) 

Ramazan bir misafir, bizler onu ağırlayan ev sahibine misaliz. Zâtî’nin o meşhur beytinde bu durum en güzel ifadelerinden birini şöyle buluyor: “Gönderdi Hudâ çün bize mihmân Ramazân’ı,/ Hoş tutmağa niyyet edelim biz dahi anı…” (Allah (cc) Ramazân’ı bize misafir olarak gönderdiğine göre, biz de onu hoş tutmaya niyet edelim.)

Şair beyti, Ramazan’ı “hoş tutmak” deyimi üzerine kurgular. Daha çok misafir için kullandığımız “hoş tutmak”, “iyi davranmak, incitmekten kaçınmak ve incitmemek için özen göstermek” anlamlarına gelir. Şair “hoş tutma” ifadesini hem misafir olan Ramazan’ı gereği gibi ağırlamak, hem de orucu hoş ve aslına yaraşır şekilde tutmak anlamında ifade etmiştir. 

Ramazan’ın başı rahmettir. O rahmet, nurunu evvela hilâl ile gösterir. O nişaneyi görmeyi dileyenler, günler evvelinden “Merhaba ya şehr-i Ramazan!” sedası ile hilâli karşılamaya koyulurlar. Nâbî, orucun rahmetini bize Hayriyye’sinde şöyle müjdeler: “Savm bir mâide-i rahmettir,/ Nurdan sâime bir hil’attır…” (Oruç -Ramazan- bir rahmet sofrasıdır. Oruçlu olanlar için o, nurdan bir kaftandır.)

Ramazan’ın ortası mağfirettir. Bu vakit, artık dem tutma vaktidir! Ruhlar bir yanda Ramazan’ın rahmet ve feyzi ile dirilirken, öbür yanda mağfiret kapısında boyun bükerler. Ömür kaç Ramazan’a vefa eder bilinmez, ancak Ramazan bugünken ve hâl üzere iken ona vefamızı en iyi şekilde göstererek, onu ihya ederek Zâtî’nin -Ramazan’ın gelişi için ifade ettiği- yukarıdaki beytinin mukabili olacak -Ramazan’ın gidişi için yazdığı- beytine kulak verelim: “Tâ gidince onu hoş tutmağa niyyet edelim,/ Sâlihi on iki şehrin bize oldu mihmân…” (Gittikten sonra da onu -Ramazan’ı- hoş tutmaya niyet edelim. Zira bize misafir olan Ramazan, on iki ayın en sâlih olanıdır.)

Cehennemden kurtuluş olan Ramazan’ın sonunda, halk arasında “Acaba bizden razı gitmiş midir?” sözünü sıkça duymuşuzdur. Bu endişe ve hissiyat üzere iken, Ramazan’ı hoş ve hoşnut tutmuş olma dileği ile Yüce Rahîm’in (cc) sonsuz merhametine sığınarak bir yandan “Elvedâ ya şehr-i Ramazan!” nidaları ile hüzne durur, öte yandan yaklaşan bayram için kapımızı aralarız. 

Bu ayda bize ikram edilen dirilişimizin daim olması ve agâh bir kalp için ellerimizi semaya kaldırmışken kelamı Mehmet Akif’in dizeleriyle -duasıyla- nihâyete erdirmiş olalım: “Ya Rab, şu muazzam Ramazân hürmetine,/ Kaldır aradan vahdete hâil ne ise!/ Ya Rab, şu asırlarca süren tefrikadan/ Artık ezilip düşmesin ümmet ye'se!”