
GÜZEL sözlerin dili,
rengi, töresi ve ideolojisi yoktur. İnsanlığın tamamını kuşatan güzel bir söz
varsa, o aşktır ancak. Yüreklerdeki bulutların birbirine çarparak dünyayı
aydınlatan şeyin adı da aşktır. Ve sonrasında yağacak bereketli bahar
yağmurları ve bulutların toprakla vuslatının adı da...
Nasıl
ki yağmurun kızgın toprakla ilk temasında yoğun bir buğu oluşuyorsa, o
dokunuşla yüksek bir ısı atmosfere yayılıyorsa, baharla işlenmiş aşk da düştüğü
her yerde yoğun bir enerji açığa çıkararak derin hazlar oluşturur. Bu haz,
topraktaki her zerrenin göğe yükselme tutkusu veya gönülden terennüm edilen her
sözcüğün hedefe ulaşma arzusuyla titreşmesi gibidir. Saçılan bu sözcüklerin toparlanması
zor olsa da sevgilinin anî bakışları her zaman imdada yetişir. Başlangıçta her
şeyden habersiz gibi görünen aşk, baharın kollarında kora dönüşür böylece.
Artık aşk, baharların bilindik bir argümanı olmuştur; Mart ayında boy veren bir
kardelen gibi…
Bahar,
gönüllere cemrelerle düşen bir kor, maşukun gözünde gülistandaki göz alıcı bir gül,
papatya tarlasındaki yegâne gelincik gibi sevgilinin dilinde en güzel şiirin
şah mısrasındır. Akılda kalan da, terennüm edilen de sadece odur. Baharda seven
gönüller birbirleri içinde yeşil bir aleve dönüşürler. Birbirlerine öyle
bakarlar ki Nisan ıslaklığındaki buğulu bakışların sisinde parlayan bir güneşin
ziyasında birbirleri içinde kaybolurlar. Hiç kimse o kayboluştan kurtulma
imkânını aramaz, toprağa teslim olan su gibi birbirleri içine akar ve birbirlerinde
kökleşmek isterler. Mart cemresinin ışığını idrak eden gönüller, birbirleri üzerinde
asılı kristal avizeler gibidirler. Baharın kokusuyla her yıl yeniden doğan
sevgilinin her hâli, seveninin gönül gözünde yıldızların parladığı, saçlarında
Mayıs melteminin dağınıklığı, gamzeleri yeni uyanmış çiçeklerden tatlanmış kara
üzüm habbesidir.
Mart
yağmurlarının etkisiyle aşkı gözlerine bulayan insan, sevgilinin incecik gül
fidesi misali parmaklarına, bir goncanın çiğ düşmüş tomurcuklarını andıran gamzelerine
ve tebessüm havzası dudaklarına dokununca düşüp bayılır anında.
Bahar
vakti gelince, maşuk, sanki söz yeni icat edilmiş de seni ve sendeki güzelliği
senin kokuların eşliğinde sevgilisine durmadan tekrar eden bir çocuk gibidir.
Açan nergislerin kokusunda bazen sevgilinin kirpiklerine tutunarak mavi göklere
çıkılırken, bazen de onların oku sinesinde kırmızı gül fidesi olur. Her âşık
baharın coşkusuna teslim olarak, “Bütün bekleyişlerim sana ulaşmak içindir ey
sevgili” mısraının içinde kaybolur. Zira “Sen gelince bütün sevgiler senin
taşıdığın yağmurlar gibi coşkulu ve bereketli olurlar”.
Seven
sevdiğini öyle bir sever ki onun yüzünü nur ayetleriyle özdeştirir âdeta.
Senin
şimşeklerin sevgililerin gönüllerinde yankı bulur ancak. Bundandır sevgilinin
yanına her varışta, ilk şimşekler gözlerde oluşur ve yürekten kopup gelen
sözcükler ise yıldırımlar oluşturur her defa. O cümlelerin en özeli ve en
güzeli, senin mevsiminin ilk ayında kıpırdayan çiçeklerin kokusunda, titreyen
denizlerin kıyısında, belki bir balıkçı barınağında, belki de senin renklerine
boyanmış bir mekânda esen rüzgârlar eşliğinde sevgilinin bakışlarına karışır.
Meselâ
o sözlerden bazısı şöyledir: “Sen, sevda ülkesinin bayram yüzlü Azizesi, sonsuz
güzelliğin ipekten örülmüş bir atlas gömleği gölgede bırakmakta... Gelen bahar
ile hoş geldin gönlüme, sefalar getirdin!”
Yağmurun toprağı kabarttığı gibi kabarır sevgilinin yüreği ve bir menekşe asilliğinde, “Hoş bulduk cancağızım” sedasıyla içindeki tüm endişelerden koparak o coğrafyada sonsuza kadar dalgalanır. Bu dalganın bestesini herkes yapamasa da güftesini baharın dilinde yazan bir şair mutlaka vardır: “Bu olmalı baharın tanımı, baharla gelen her güzellik bu olmalı. Bu karşımdaki bakışların sahibinin bir adı da bahar olmalı. Mevsim ne olursa olsun, bunun olduğu her yer mutlaka bahar olmalı. Yanımda olmalı, yakınımda olmalı. Bu bahar kokulu öyle olmalı ki mızrabın bağlamaya dokunduğu gibi menekşenin tacına değen yağmurlarda sesi sesime değerken gönlü de gönlüme dokunmalı. Bunun her şeyi farklı bir değer, her bakışı farklı bir anlam, cümleleri ise henüz filize durmuş rengini saklayan lâleler misali… Bundandır, baharın bir adı da Azize’dir. Onun bakışlarından süzülen eda, eski ceylan desenli İsfahan halılarındaki sanatsallığı da gölgede bırakır. Buğulu bakışları, baharın rüzgârlarına katar yüreğin sessiz hıçkırıklarını... Öyle bakıp durma, haydi gel de süpür beni kordan kirpiklerinle ve savur sana yazılan bahar şiirlerinin kör kuyularına! Baharın getirdiği kokular senin nefesinde genzi yakan bir ıtr olmakta. Sen sevgili, bahar akşamı serinliklerinde yayılan huzur ve akşam hüzünleri gibisin daima. Seninle baharı bahar tadında yaşamak, hasretin gül bahçesinde dünya hayatının tüm zehirlerinden uzak olmaktır. Senin mavi göğünün böğründeki beyaz bulutların titrekliğini andıran her tebessümün, çerağın goncaya benzeyen alevine tutkun kelebek sarhoşluğunda duygular yaymakta Mart’ın serin yüreğine…”
Baharın
yüzüne bakmak
Kıştan
baharın yüzüne bakmak, bir dağın arkasında bilindik bir nehrin hazzını almak
gibidir. Belki o nehrin kıyısında yaşanan bir anının içine dâhil olmak ya da
yine bilindik bir sahilin yoğun kalabalıklarında baharı solumak… Her nerede
olunursa olunsun, insan en güzel aharı sevdiğinin yüzünde temaşa eder. Onun
yüzüne bakarken çok defa şunu görür: Gökyüzünün bahar maviliğinde süzülen
kendinden emin bir uçurtma ve benim göğümde uçmasından gözleri buğulanan turna…
Kim böyle bir atmosferden gerçeklerin karanlığına uyanmak ister ki? Uyandığında
ya o yanında yoksa, ya kalkıp gitmişse, ya olduğu banktan onun arkasından bakakalmışsa?
İşte
o ruh hâlinde kendi yalnızlığını şu cümlelerle zenginleştirir: Kalbimle beraber
bu şehrin sütunları da kırılır; kuşların kanatları, çocukların umutları, hayâller,
bakışlarının buğusuna yazdığım her şey… Çünkü seni öyle bir bağlamışım ki bu
dünyanın kırılacak tüm boyutlarına…
Bu
içsellik yaşanırken, sevgilinin sesi, bahar sularının coşkuları gibi yankılanır
kulaklarında ve baktığı tüm yeşilliklerin arasında onun gamzelerinde açan küçük
bir papatya görür daima. Onun kardelen gibi beliren timsaline bakarken, “Sevdiğim,
bil ki aşk ırmağının döküldüğü yürek okyanusunun ucu bucağı yok! Senden dileğim
ve Rabbimden de duam odur ki, gönül dağlarımın ve bağlarımın dolunayını bu
baharda ve her baharda karabulutların ardında bırakma sakın” der. Baharın bir vasfı
da bu değil midir? Hem yağması, hem de yağmur sularının bir potansiyel oluşturması?
İnsanın
bahardan eksik kalan yanı nedir ki? O da hem sevgiliyle konuşur, hem de söz
biriktirir aynı anda: “Azize öyle bir güzelliğe sahip ki, o olduğunda baharın
aydınlattığı yeryüzü hangi yıllanmış şarabı içiyor da rengârenk çiçekler açıyor
gamzelerinde, gözlerinde bulutlar küme küme ve gönül bahçesinde binlerce
gonca…” (Gibi.)
Cennet
tasvirleri okununca baharı, baharın çağlayanları, yeşillikleri, çimenleri,
çiçekleri ve o güzellikleri soluyan insanî güzellikler de hayâl edilebilir.
Hani bir de insan sevdiğinin yanında olacak ya, “Sevgililer de o hayâl coğrafyamda
yerlerini almalı ve onların diliyle konuşulmalı, onların gözüyle bakılmaya çalışmalı”
diye düşünürüm daima. Bahar, her coğrafyada farklı güzellikler sunan bir farklı
berekettir. Bunların adları Firdevs, Adn, Naim, Mukame, Selam, Hulud, Meva ve
Emin olarak bilinir. Buralar hayâli kurulan coğrafyalardır ve baharla özdeştirmek
çok da aykırılık teşkil etmez.
İşte
böyle bir coğrafyada sevgiyle yol alan gönüllerin diliyle konuşmak o mekânların
ruhuna en çok yakışanlardan biridir. Baharın tüm hasletlerinin olduğu bir yerde
sevgili sevgiliye, “Azizem, yanımdasın ve cennetin bir başka türevindeyiz! Sana
bakarak içimdeki çağlayanın eşliğinde haykırıyorum. Sen aşk yolunda bahtıma
düşen en güzel şeysin ve sen bu uğurda bir dert bile olsan ben ona talibim.
Çünkü sen öyle bir sevgilisin ki dokunduğun her yer yüz sürülmeye değer.
Dünyanın en iyi şairinin şiirleri ve öyküleri yoluna serilmeye değer. Ve seni
dinledikçe tüm kelimelerimden vazgeçiyorum” diye seslenebilir. Bir insan bu
denli sevince lisanı da bakışları gibi değişir. Her günü bayram, her namazı da
bayram namazı gibi sevinçtir. Yüreğinde var olan merhametin rüzgârlarını özgür
bırakır. Çünkü merhametin sevgiden kaynaklandığını bilir ve sadece bakmaktan,
konuşmaktan öte, merhametin bu mevsimde daha farklı hislerle yaşanması gereken
bir sevgi eylemi olduğu gerçeğiyle kendi cennetinde yol almak ister.
Bundan
dolayı sevgililer, bahar ikliminde birbirlerine yazdıkları ve konuştukları her
sözü şiir addederler. Ve birbirlerini birbirlerinin yüreklerine bırakarak
birbirlerinin içlerinde kendilerini sonsuzluğa taşırlar.
Bir
başkadır bahar akşamları. Üstte dolunay, önünde gürül gürül akan bir dere,
çayırlardan yükselen cırcır böceklerinin sesiyle ruhunu donatan âşığın yüreğine
aniden nevanın üst perdesinin notaları oturur. Yükselen mûsikî geceyi ve
sonraki tüm geceleri kuşatır ki kök sarmaşıkların en hızlı büyümeleri ve
noktaların dağ olmaları da o vakitlerdedir. Bahara yağmurların neden bu kadar
bereketli olduğu suali sorulamayacağı gibi, gönülde oluşan büyümelere de “Neden?”
diye sorulmamalıdır.
Bazen
elimiz havaya kalkar ve nedensiz bir şekil çizer. Bir selâmın açacağı kapılar
da havada çizilen o resim gibi muammalarla doludur çok defa. Çünkü bahar,
sonbaharda ölmeye başlayan coğrafyaların canlanmasının bir başka adıdır. O hâlde
gönüllerin yer coğrafyalarından farkı nedir ki ölen bir yürek, bir selâmla
dirilmesin? Havada çizilen resmin netliği belirsiz olsa da insan bu boyutta
biraz farklıdır. Zira insan, bahardaki amacının müphem içermemesi için, hangi meyvesiz
ağacın yaprağı, hangi meyveli ağacın çiçeği olabileceğini öngörebilmelidir. Bu
durumda yegâne belirleyicilik, yürek sesinin dürüstçe yorumlamasıdır. Bahar öyle
bir enerjidir ki kimini yıllık yeşertir, kimini mevsimlik.
Bazen
baharın göz alıcılığıyla baktığımız ufuklarda seraplar ve bize göz kırpan
gözler görülür. “Bir varmış, bir yokmuş” gibi bir kuvvetin çekim alanına girilmiş
gibi yol alınır. O yolun sonunda önce baharın cemreleri düşer avuçlara; sonra
gözlere ve gönüllere… Sanki dağların derinliklerinde kaynayan bir su vardır da onun
sesi duyulur, hissedilir daima. Sevgiyle soluyan bir yürek bir gün o suyun
kendi vadisinde dingin dingin akacağına baharın gerçekliği gibi inanır. Zira bahar,
herkese ayrı bir sabır, ayrı bir sevda ve ayrı bir hüzündür. Her bahar bizi içimizdeki
bahara ayrı hislerle kavuşturur. Hiçbir şey olmasa da aradan bir uzun yıl
geçmiştir çünkü.
Baharla
yüreğe cemre olan her kim ise, görüldüğünde, tanındığında, yaşamı süsleyen umutların mucizesi olarak
hissedilendir ancak. Sanki bahardan beklenen odur ve o beklenen, özel bir
değerdir. Onda büyük bir farkındalık vardır. Baharın kokularıyla yarışan
nefesi, gecenin koynunda akan suları kıskandıran ses tonu ve baharı sakladığı
gözleri… Böyle bir baharda mahpus olmak istemeyen de olamaz, kayıtsız kalan da.
Hele baharı okuyan, baharı yazan, baharı düşünen, yüreği gibi ruhu da cesareti gibi
olan olgun biri, bu esarete gönüllü olmaktan çekinmez.