Bahar, pembe beyaz olur

Neveser Kökdeş, acılı bir hayatı 62 yaşında noktaladı. Yaşadığı yıllarda, ülkesinde müzik çalışmalarının anlaşılamamış olması onu hep derinden üzmüştü. Vefatından bu yana elli yıl geçmesine rağmen hâlâ anlaşılamamıştır.

“SEVMEK seni bir suç ise,/ Affet günahımı ey sevgili!/ Diz çöküp yalvarayım,/ Bırak, dizinde ağlayayım./ Zalimsin, cazipsin, pek haşinsin,/ Sevgilim, son eşimsin…’’

Değerli bir bestekâr olan Neveser Kökdeş, 1900 yılında dünyaya gelir. Sultan Abdülaziz’in başmabeyincisi olan Hurşit Bey’in kızıdır. Sultan Abdülaziz tahttan indirilince Hurşit Bey, Mardin, Adana ve son olarak da Drama’ya sürgüne gönderilir. Musikiye çok düşkün olduğundan keman lavta (udun perdelisi), on iki telli saz ve nısfiyeyi (bir çeşit ney) usta derecesinde çalmaktadır.

Hurşit Bey, dört evlilik yapmış ve bu evliliklerinden altı evladı olmuştur. Çocuklarının en küçüğü olan Neveser’in kardeşleri de kendisi gibi musikişinas idiler ve musikide önemli yerlere geldiler. Bunlardan Emine Şayan, alafranga müzikle ilgilenirdi. İkbal, Viyana’da şan dersleri alarak iyi bir ses sanatçısı olmuş; Bayan Agâh da alaturka piyanoda çok başarılı idi. Kardeşlerin en başarılısı ise Neveser’in ağabeyi Muhlis Sebahattin Ezgi idi.

Neveser Kökdeş, verdiği bir röportajda, çocukluk döneminde müzikle nasıl tanıştığını şöyle anlatmıştır: “Babam Hurşit Paşa mutasarrıf olarak Drama’da sürgünde iken dünyaya gelmişim. Babam, on iki telli saz çalardı en fazla. Bu nedenle ailece müziğe meraklıydık. Küçüklüğümden itibaren müzikle meşgul olma imkânım olmuştu. Kendi kendime çalıp ağladığım çok günlerim oldu. Tanbur, gitar ve piyano çalardım.”

Babasının ölümünden sonra, Selanik’te okumakta olan ağabeyi Muhlis Sebahattin’in yanına götürülen Neveser, burada anaokuluna başlar. Aynı dönemlerde annesi ikinci evliliğini yapar ve Neveser, yeni ailesi ile İstanbul Fatih-Sarıgüzel’deki evlerine taşınır. İlkokula burada başlayan Neveser, bu okula bir yıl devam ettikten sonra Aksaray’a taşınmalarından ötürü okul değiştirmek zorunda kalır.

Mürebbiye-i Efdâl adlı özel bir okulda öğrenimine devam eden bestekâr, bu sırada bir öğretmen olan Ahmet Bey’den ilk piyano derslerini almaya başlar. Daha sonra Adonolji adında bir İtalyan ve arkasından Fransız bir mürebbiyeden piyano derslerine devam eder.

Artık Neveser, Notr Dame De Sion’da eğitimine devam ederken meşhur bir piyano sanatçısı oluvermiştir. Konserlerde daima birinci olur ve ilk bestesi, alafranga bir polkadır (Polonya halk dans müziği). Daha sonra prelüdler (belirli bir biçimi olmayan çalgı için yazılmış müzik ), valsler, tangolar, fanteziler, marşlar, Çigan havaları ve operetler besteler. Okuldaki Hıristiyan arkadaşları Pazar günleri kilisede ilahi söylerken, o da piyano ile eşlik eder.

Kederle başlar, kederle biter

Birinci Dünya Savaşı başlayınca okulu kapanan Neveser, evinde Oristi Calopotoni ile piyano ve gitar derslerine bolca vakit bulmuş ve bu enstrümanlarda önemli mesafeler kat etmiştir. Tam da bu sıralarda ağabeyi Muhlis Sebahattin’in eşi olan yengesi Saniye Hanım’ın kardeşi ve Edirne Müstahkem Mevki Komutanı olan Rıfat Paşa’nın oğlu Mehmet Ali Bey ile evlenmeye karar verirler. Düğün hazırlıkları sırasında annesinin anî ölümü genç kızı çok sarsar. Acısı çok taze iken nişanlısının Belçika’ya atanması söz konusu olunca, daha annesinin kırkı dolar dolmaz evlenmek zorunda kalırlar ki bu durum Neveser’i çok hüzünlendirmiştir. Hüzünle başlayan evliliği yine hüzünlü bir şekilde, eşinin Çanakkale cephesinde şehit olması ile sona erer. Tek çocukları olan Adnan’sa daha bir yaşında bile değildir.

Yine bir söyleşide, Neveser Kökdeş bu dönemi şöyle anlatmıştır: “Eşimin vefatından sonra dünyam kararmıştı. Oğlumla birlikte beş yıl boyunca evime kapandım, dışarı adımımı atmadım. Dünyaya küsmüştüm. Sonra karlı bir kış günü, kendimi artık toplamam gerektiğine karar verdim ve bahçeye çıktım. İşte tam o sırada, hızla atılmış bir kartopu çarpmışçasına derin bir acı duydum yüzümde. Yanağım bir anda kasılıp kalmıştı sanki.”

Yüzünün bir yanına felç gelen ve ömür boyu bunun acısını çekecek olan Neveser, bir daha hiç aynaya bakmamış, evindeki aynaları hep örtülü kalmıştır. Tedavilerden sonra bir nebze düzelme olmuş, fakat bu felçten oluşan birçok rahatsızlığı ömür boyu sürmüştür. Bir defasında yine bir söyleşide, “Elektrik tedavilerinden sonra ancak bu hale gelebildim. Lakin geceleri kulaklarımdaki sesler beni hiç uyutmuyor” der.

Radyoda ilk şarkı

Neveser Kökdeş, daha sonraları Ankara Türk Ocakları’nda konserler verir ve İstanbul Radyosu’na girer. Ayrıca Colombia adlı şirkete sayısız plaklar doldurmuştur. 1930’lu yılların başlarında, Muhlis Sebahattin’in bazı operetlerinin Neveser Kökdeş tarafından seslendirildiğini görürüz. Ayrıca ağabeyinin yönettiği bazı konserlerde piyano çaldığına Toto Karaca (Cem Karaca’nın annesi) tanıklık etmiştir.

Neveser Kökdeş, ağabeyinin öne çıktığı yıllarda eserlerini kendine saklamış, onun hastalanıp unutulmaya başladığı 1940’lı yıllarda bazı şarkılarını İstanbul Radyosu’na göndermiştir. Her zaman olduğu gibi eserleri, “Türk müziğine uygun değil” bahanesi ile ilgi görmemiştir.

Sevgili ağabeyinin öldüğü gün (13 Şubat 1947), defnedildiği kabristandan evine üzüntü içinde dönerken, kahvehanelerden gelen şarkı sesi irkilmesine neden olur. Radyoda “Gülüyorsun gülüm, gül,/ Güle gülmek yaraşır./ Bakamam gözlerine,/ Bakmaya gözler kamaşır” sözleriyle maruf şarkısı çalınmaktadır. Üzüntüsü ve sevinci birbirine karışır. Kendi deyimi ile “teessür, ıstırap, neşe ve sevinç gibi olaylar, eserleri üzerinde geniş tesire sahiptir”.

Güftelerinde geçmişe dair etkilenmelerin olmadığını söyleyen Neveser Kökdeş, “Mazi nedense bana hiç ısınamadı. Yahut ben maziye ısınamadım” der. BBC’de çalınan “Rüya”, “Dinleyicilerimizle Baş Başa”, “Kalbimin Sesi” ve “Neşe” isimli tangolarından dolayı çok büyük mutluluk duymuştur. İstanbul Radyosu’nda on beş dakikalık ama dört yıl süren bir programda eserlerini seslendiren bir sanatçıya piyano ile eşlik eder. Özel ders verdiği öğrencileri de olmuştur. Sıkıntılı geçen son yıllarında tek dayanağı ise, biricik oğlu Adnan’dır.

Neveser Kökdeş, acılı bir hayatı 62 yaşında noktaladı. Yaşadığı yıllarda, ülkesinde müzik çalışmalarının anlaşılamamış olması onu hep derinden üzmüştü. Vefatından bu yana elli yıl geçmesine rağmen hâlâ anlaşılamamıştır.

Bestelerinden bazıları

“Ruhumda neşe hayale daldım”, “Gül olsam ya, sümbül olsam”, “Sevmek seni bir suç ise”, “Bahar, pembe beyaz olur”, “Aşkı fısıldar sesin, bülbül müsün ah nesin?”, “Gül dalında öten bülbülün olsam”…