“SEVMEK seni bir suç ise,/
Affet günahımı ey sevgili!/ Diz çöküp yalvarayım,/ Bırak, dizinde ağlayayım./ Zalimsin,
cazipsin, pek haşinsin,/ Sevgilim, son eşimsin…’’
Değerli
bir bestekâr olan Neveser Kökdeş, 1900 yılında dünyaya gelir. Sultan
Abdülaziz’in başmabeyincisi olan Hurşit Bey’in kızıdır. Sultan Abdülaziz
tahttan indirilince Hurşit Bey, Mardin, Adana ve son olarak da Drama’ya sürgüne
gönderilir. Musikiye çok düşkün olduğundan keman lavta (udun perdelisi), on iki
telli saz ve nısfiyeyi (bir çeşit ney) usta derecesinde çalmaktadır.
Hurşit
Bey, dört evlilik yapmış ve bu evliliklerinden altı evladı olmuştur.
Çocuklarının en küçüğü olan Neveser’in kardeşleri de kendisi gibi musikişinas
idiler ve musikide önemli yerlere geldiler. Bunlardan Emine Şayan, alafranga
müzikle ilgilenirdi. İkbal, Viyana’da şan dersleri alarak iyi bir ses sanatçısı
olmuş; Bayan Agâh da alaturka piyanoda çok başarılı idi. Kardeşlerin en
başarılısı ise Neveser’in ağabeyi Muhlis Sebahattin Ezgi idi.
Neveser
Kökdeş, verdiği bir röportajda, çocukluk döneminde müzikle nasıl tanıştığını
şöyle anlatmıştır: “Babam Hurşit Paşa mutasarrıf olarak Drama’da sürgünde iken
dünyaya gelmişim. Babam, on iki telli saz çalardı en fazla. Bu nedenle ailece
müziğe meraklıydık. Küçüklüğümden itibaren müzikle meşgul olma imkânım olmuştu.
Kendi kendime çalıp ağladığım çok günlerim oldu. Tanbur, gitar ve piyano
çalardım.”
Babasının
ölümünden sonra, Selanik’te okumakta olan ağabeyi Muhlis Sebahattin’in yanına
götürülen Neveser, burada anaokuluna başlar. Aynı dönemlerde annesi ikinci
evliliğini yapar ve Neveser, yeni ailesi ile İstanbul Fatih-Sarıgüzel’deki
evlerine taşınır. İlkokula burada başlayan Neveser, bu okula bir yıl devam
ettikten sonra Aksaray’a taşınmalarından ötürü okul değiştirmek zorunda kalır.
Mürebbiye-i
Efdâl adlı özel bir okulda öğrenimine devam eden bestekâr, bu sırada bir
öğretmen olan Ahmet Bey’den ilk piyano derslerini almaya başlar. Daha sonra
Adonolji adında bir İtalyan ve arkasından Fransız bir mürebbiyeden piyano
derslerine devam eder.
Artık Neveser, Notr Dame De Sion’da eğitimine devam ederken meşhur bir piyano sanatçısı oluvermiştir. Konserlerde daima birinci olur ve ilk bestesi, alafranga bir polkadır (Polonya halk dans müziği). Daha sonra prelüdler (belirli bir biçimi olmayan çalgı için yazılmış müzik ), valsler, tangolar, fanteziler, marşlar, Çigan havaları ve operetler besteler. Okuldaki Hıristiyan arkadaşları Pazar günleri kilisede ilahi söylerken, o da piyano ile eşlik eder.
Kederle
başlar, kederle biter
Birinci
Dünya Savaşı başlayınca okulu kapanan Neveser, evinde Oristi Calopotoni ile
piyano ve gitar derslerine bolca vakit bulmuş ve bu enstrümanlarda önemli
mesafeler kat etmiştir. Tam da bu sıralarda ağabeyi Muhlis Sebahattin’in eşi
olan yengesi Saniye Hanım’ın kardeşi ve Edirne Müstahkem Mevki Komutanı olan Rıfat
Paşa’nın oğlu Mehmet Ali Bey ile evlenmeye karar verirler. Düğün hazırlıkları
sırasında annesinin anî ölümü genç kızı çok sarsar. Acısı çok taze iken
nişanlısının Belçika’ya atanması söz konusu olunca, daha annesinin kırkı dolar
dolmaz evlenmek zorunda kalırlar ki bu durum Neveser’i çok hüzünlendirmiştir.
Hüzünle başlayan evliliği yine hüzünlü bir şekilde, eşinin Çanakkale cephesinde
şehit olması ile sona erer. Tek çocukları olan Adnan’sa daha bir yaşında bile
değildir.
Yine
bir söyleşide, Neveser Kökdeş bu dönemi şöyle anlatmıştır: “Eşimin vefatından
sonra dünyam kararmıştı. Oğlumla birlikte beş yıl boyunca evime kapandım,
dışarı adımımı atmadım. Dünyaya küsmüştüm. Sonra karlı bir kış günü, kendimi
artık toplamam gerektiğine karar verdim ve bahçeye çıktım. İşte tam o sırada,
hızla atılmış bir kartopu çarpmışçasına derin bir acı duydum yüzümde. Yanağım
bir anda kasılıp kalmıştı sanki.”
Yüzünün
bir yanına felç gelen ve ömür boyu bunun acısını çekecek olan Neveser, bir daha
hiç aynaya bakmamış, evindeki aynaları hep örtülü kalmıştır. Tedavilerden sonra
bir nebze düzelme olmuş, fakat bu felçten oluşan birçok rahatsızlığı ömür boyu
sürmüştür. Bir defasında yine bir söyleşide, “Elektrik tedavilerinden sonra
ancak bu hale gelebildim. Lakin geceleri kulaklarımdaki sesler beni hiç
uyutmuyor” der.
Radyoda
ilk şarkı
Neveser
Kökdeş, daha sonraları Ankara Türk Ocakları’nda konserler verir ve İstanbul Radyosu’na
girer. Ayrıca Colombia adlı şirkete sayısız plaklar doldurmuştur. 1930’lu
yılların başlarında, Muhlis Sebahattin’in bazı operetlerinin Neveser Kökdeş
tarafından seslendirildiğini görürüz. Ayrıca ağabeyinin yönettiği bazı
konserlerde piyano çaldığına Toto Karaca (Cem Karaca’nın annesi) tanıklık
etmiştir.
Neveser
Kökdeş, ağabeyinin öne çıktığı yıllarda eserlerini kendine saklamış, onun
hastalanıp unutulmaya başladığı 1940’lı yıllarda bazı şarkılarını İstanbul Radyosu’na
göndermiştir. Her zaman olduğu gibi eserleri, “Türk müziğine uygun değil”
bahanesi ile ilgi görmemiştir.
Sevgili
ağabeyinin öldüğü gün (13 Şubat 1947), defnedildiği kabristandan evine üzüntü
içinde dönerken, kahvehanelerden gelen şarkı sesi irkilmesine neden olur.
Radyoda “Gülüyorsun gülüm, gül,/ Güle gülmek yaraşır./ Bakamam gözlerine,/ Bakmaya
gözler kamaşır” sözleriyle maruf şarkısı çalınmaktadır. Üzüntüsü ve sevinci
birbirine karışır. Kendi deyimi ile “teessür, ıstırap, neşe ve sevinç gibi
olaylar, eserleri üzerinde geniş tesire sahiptir”.
Güftelerinde
geçmişe dair etkilenmelerin olmadığını söyleyen Neveser Kökdeş, “Mazi nedense
bana hiç ısınamadı. Yahut ben maziye ısınamadım” der. BBC’de çalınan “Rüya”, “Dinleyicilerimizle
Baş Başa”, “Kalbimin Sesi” ve “Neşe” isimli tangolarından dolayı çok büyük
mutluluk duymuştur. İstanbul Radyosu’nda on beş dakikalık ama dört yıl süren
bir programda eserlerini seslendiren bir sanatçıya piyano ile eşlik eder. Özel
ders verdiği öğrencileri de olmuştur. Sıkıntılı geçen son yıllarında tek
dayanağı ise, biricik oğlu Adnan’dır.
Neveser
Kökdeş, acılı bir hayatı 62 yaşında noktaladı. Yaşadığı yıllarda, ülkesinde
müzik çalışmalarının anlaşılamamış olması onu hep derinden üzmüştü. Vefatından
bu yana elli yıl geçmesine rağmen hâlâ anlaşılamamıştır.
Bestelerinden
bazıları
“Ruhumda
neşe hayale daldım”, “Gül olsam ya, sümbül olsam”, “Sevmek seni bir suç ise”, “Bahar,
pembe beyaz olur”, “Aşkı fısıldar sesin, bülbül müsün ah nesin?”, “Gül dalında
öten bülbülün olsam”…