Baba-Oğul-Kutsal Ruh

Durum karışık olsa da seçime kadar aralarındaki aile münasebetleri yerli yerine oturur muhtemelen. Önce bu konuda konuşma kararı alırlar, sonra konuşacakları günü tayin ederler, sonra konuşurlar. Anlaşamazlarsa bir sonraki buluşma ne güne duruyor? Arkalarından atlı kovalamıyor ya!

BİZ ilişkilerini genel müdür ve belediye şeyisi olarak düşünüyorduk.

Öyle değilmiş. Genel müdür açıkladı. Baba-oğul ilişkisi gibiymiş münasebetleri.

Kemalciğim ile Ekremciğimden bahsediyorum…

Lâkin batı cephesinde ailevî ilişkiler biraz karışık. Tam Müge Anlı’lık!

Ekremciğim ile Meralciğim arasında da bir apla-kardeş ilişkisi var. “Çak” yaparken öyle dedi Ekremciğim.

Bu durumda Maral apla ile genel müdür arasında da bir baba-kız ilişkisinden bahsedilebilir mi, bilemedim.

Apla belki de üveydir. Zira apla, bu baba-oğul ilişkisinin zoraki bağlarını koparmak için epeydir gayretkeş.

Bir taraftan Kemal abimiz canhıraş bu baba-oğul ilişkisini tutmaya çalışıyor. Lâkin oğul biraz hayırsız gibi. Gözü dışarıda.

Üstelik apla da kardeşinden vazgeçecek gibi görünmüyor. “Kardeşimle aramdaki ilişkime kimse karışamaz. Kardeşime ziyarete gitmek için kimseden izin alacak değilim” diye “babaya” ayar bile veriyor.

Aplanın bir kardeşi daha var Ankara’da ama o biraz mülayim. Pek sesi soluğu çıkmıyor. Fıtrat diyeceğim ama evlatlıktan atılma endişesi de olabilir onunkisi.

Zira kapı önüne konulan evlatların akıbetleri ortada. Mustafa Sarıgül gibi, “Gel bakalım Muarrem” gibi.

Davidoğlu ile Babacan arasında da bir abi-kardeş ilişkisinden bahsedilebilir bir bakıma. Zira aynı evden çıkıp geldiler Yedili Masa’ya.

Temel Karamollaoğlu da masanın dedesi sayılabilir lâkin masanın büyük sözü dinlemeye pek niyeti yok. Her kafadan bir ses çıktığı için de olabilir bu.

Gültekin Uysal ise dıdısının dıdısı, dış kapının mandalı. Neden o masada olduğunu kimse bilmiyor. Kendisi de. Belli ki cami avlusundan almışlar.

Uysal bu durumdan rahatsız olmalı ki arada bir masadaki diğer kardeşlerin nasırına basıp duruyor.

Durum karışık olsa da seçime kadar aralarındaki aile münasebetleri yerli yerine oturur muhtemelen.

Önce bu konuda konuşma kararı alırlar, sonra konuşacakları günü tayin ederler, sonra konuşurlar.

Anlaşamazlarsa bir sonraki buluşma ne güne duruyor? Arkalarından atlı kovalamıyor ya!

Söz uçar, yazı kalır. Alınacak kararı -bir karar alınabilirse tabiî- uygun fontta ve satır aralarındaki mesafelere dikkat ederek kayıt altına almak gerekir.

Sonra “Vay ben öyle demedim”, “Vay sen yanlış anlamışsın” diye itiraz eden olmasın. Zira masa buna ziyadesiyle müsait.

Baba-oğul ilişkisi “uluslararası karar vericilerin” karar vereceği güne kadar kör topal bir şekilde gidecek.

Bu baba-oğul ilişkisinin bir de “kutsal ruh” tarafı var elbette.

Masa toplandığında ve el ele tutuşup halkayı tamamladıklarında hep birlikte “Ey ruh! Geldiysen üç kere vur” diye sesleniyorlar.

Kutsal ruh masaya alttan vuruyor.

Bu arada masaya bir aydınlanma geliyor. Libya ve Suriye tezkerelerine “Hayır” diyorlar, Semra Güzel’in vekilliğinin düşürülmesine karşı çıkıyorlar. Kürt sorununu çözeceklerini söylüyorlar. Demirtaş’a yapılan haksızlığa (!) karşı ses yükseltiyorlar, kendisini Pazar kahvaltısına davet ediyorlar. Atanan kayyumlar için itirazda bulunuyorlar.

Masa dağılınca, ailenin zoraki üyeleri ön kapıda basını oyalarken kutsal ruh da geldiği gibi, kimselere görünmeden, arka kapıdan çıkıp ortamı terk ediyor.

Yüce Tanrı hepsini kutsasın!

Kalınız sağlıcakla efendim.